Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu
SS Süleyman Soylu

Dinlediklerim

Sabahat Akkiraz | Bergüzar
Bergüzar

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

RUHI SU

Mittwoch, 7. November 2007

Ruhi Su sitesi



Ruhi Su

"Sanatçı da, tıpkı bir çiftçi gibi, demirci gibi işini anlatabilmelidir. Hem diliyle, hem de hüneriyle. Bir başka deyişle, kendi toplumu içinde sanatıyla ekmek yiyebilmelidir. 'Beni bu halk anlamaz' demek, en azından, boş bir kendini beğenmişliktir. İnsan kendini beğenmede bile yalnız kalmamalı. Halkın sanattta anlamadığı bir yer olabilir, sanatçı bunu umursamazlık edemez. Çünkü tüketicisi olmayan bir üretim yaşamaz. Hani hükümet zoruyla da yaşamaz demek istiyorum. Elli yıllık değil, yüz elli yıllık deney var önümüzde. Bazı sanat kurumlarının gittikçe yozlaşması, kuruyup gitmesi bundandır. Halktan kopuk hiçbir işten, hiçbir insandan hayır gelmez."

- Ruhi Su

Donnerstag, 19. April 2007

Ruhi Su

logo
"Sanatçı da, tıpkı bir çiftçi gibi, demirci gibi işini anlatabilmelidir. Hem diliyle, hem de hüneriyle. Bir başka deyişle, kendi toplumu içinde sanatıyla ekmek yiyebilmelidir. 'Beni bu halk anlamaz' demek, en azından, boş bir kendini beğenmişliktir. İnsan kendini beğenmede bile yalnız kalmamalı. Halkın sanattta anlamadığı bir yer olabilir, sanatçı bunu umursamazlık edemez. Çünkü tüketicisi olmayan bir üretim yaşamaz. Hani hükümet zoruyla da yaşamaz demek istiyorum. Elli yıllık değil, yüz elli yıllık deney var önümüzde. Bazı sanat kurumlarının gittikçe yozlaşması, kuruyup gitmesi bundandır. Halktan kopuk hiçbir işten, hiçbir insandan hayır gelmez."

- Ruhi Su

Müziği Düşünen Adam
Yaptığı müziğin yapısı ve işlevi üzerine, halk müziğinin estetik ve sosyolojik temelleri üzerine, ülkemiz sanat yaşamında türkülerin ifade ettiği anlam, açabileceği ufuk üzerine çok düşünen, düşüncelerini her fırsatta; yazılarında, söyleşilerinde, öğrencileriyle yaptığı çalışmalarda dile getiren bir sanatçıydı Ruhi Su. Müzisyenliğinin yanısıra, bir düşünür olarak da kültür dünyamızda etkinliği olmuştur. İşini bilinçle,felsefeyle yoğuran bu müstesna sanatçıyı tanımanın en doğru yolu, onun kendi sözlerine kulak vermek olacaktır. Ruhi Su’nun sanatıyla, müziğiyle ilgili görüşlerinden seçtiğimiz dikkate değer örnekler, onun yaptığı işin büyüklüğünü ve değerini gerçek anlamda kavramak isteyenler için çok önemli bir kılavuz niteliği taşıyacaktır.



Aldı Ruhi Su... bakalım neler söyledi:



>“ Garbın şan tekniği bizim için iyi bir idealdi, aldık ve onunla şarkı sesimizdeki pısırıklığı atmaya çalışıyoruz. Bu tekniği yalnız ecnebi şarkılarını söyleyebilmek için aldığımız düşünülemez. O halde, başka sahalarda olduğu gibi, garbın şan tekniğini de, şarkılarımızın karakterini belirttiği nisbette sesimizde kullanalım. Bu karakteri bozmasına müsaade etmeyelim. Mesela Ulvi Cemal Erkin’in, “Yayla gülünün dikeni bol olur” diye başlayan bir şarkısını “alafranga” söyleyeceğim diye, enerjik ve katı bir sesle, adeta dinleyiciyi azarlar gibi söylemeye lüzum yok. Esasen bizim şarkılarımızın çoğu böyle köşeli ve kırık tonlara müsait değildir. Ekserisi lirik ve pastoral bir tonla söylenmek ister.

(...) Halk şarkılarımızı, bir saz şairinin yayık ve disiplinsiz sesiyle değil, fakat şehirli bir muganninin ağzıyla da değil; halk şarkılarımızı garp tekniği içinde, halk gibi, fakat halktan ayrı olarak söylemeliyiz.



Varlık, 1.1.1940



>“ (...) Bu sebeple, bizi de çok sesli müziğe götürecek en sağlam yol, esasında zaten polifonik bir karakterde olan halk müziğimizin yoludur diyorum. Müziğimizin bu yolda bir adım atabilmesi ise, yalnız kompozitörün değil, kompozitörle birlikte bütün icracılar topluluğunun işidir.

İyi bir icracı, kullandığı enstrümanın bütün imkanlarına sahip olan kişidir. İnsan sesi de bir enstrümandır. Bir şarkıcının da şarkı söylemeye başlamadan önce uzun bir teknik eğitim görmesi, sesine bu imkanları kazandırması lazımdır.



(...) Türkülerin bir kısmı şarkı anlamına gelen lied, bir kısmı arya, bir kısmı da resitatif karakterindedir. Bunlara sahip olmakla bizim şarkı sesimiz, birtakım cilveli oyunlardan, ağlamaklı, miyavlamaklı olmaktan kurtulabilir. Çünkü bunların hepsi ne üsluptan, ne de müziğin kendisinden gelir. Bütün bu oyunlar bilgisizlikten, sesteki yetersizlikten, yani sesin kendisi ile elde edemediğini birtakım trüklerle elde etmek istemesindendir.



Halk türküleri donmuş bir müzik olmadığından, her söyleyen insanla değişen, her söyleyişte değişen, daima bozulup yeniden kurulan bir sanat olduğundan, onu içeriğine göre yorumlayıp icra etmek, hem en doğru yol olur, hem de en doğru yol olduğundan halkın lehine olur. Çünkü halk bütün bu dediklerimi elde etmek için yapıyor bunları. Ayrıca, halkını seven insan, halkın yetişmesi diye bir şeyin de var olduğunu bilir.”



Yeditepe, 16-31 Ağustos 1961



>“ (...) Toplumun düzeni zaten dayanılır gibi değilken, bir de inanç boğuşması...Artık toplumun düzensizliği mi bu inanç boğuşmasına gitmiş, inanç boğuşması mı toplumun düzenini bozmuş, toplumbilimciler çıksın içinden. Halkını sevenlerin her zaman başı derde girmiştir. Ve her zaman, bir rahatsızlığın kökünü dışarıda aramak yöneticilerin kolayına gelmiştir. “Güvendiğin padişahın, o da bir gün devrilir” derken, Pir Sultan Abdal’ın aslında ne şahla ne padişahla bir ilgisi vardır. Zamanının dili ile, onun sadece toplumun bir huzursuzluğunu söylediğini bugünün aydını bilir. Anadolu insanı bugün bile “Allah” demeden “of” diyemez. Pir Sultan Abdal olsun, Yunus olsun, ya da bugün yaşamakta olan Ali İzzet olsun, Kul Hasan olsun, zamanlarındaki düşünce yolu ne ise, dertlerin çözüm yolu da o olmuştur. Hepsindeki, bir barış ve huzur özlemi : Laiklik dendi mi aklıma hep bunlar geliyor. Yeryüzünde laik bir devlet olmanın kadrini sanırım bizim bu halk kadar bilecek çok az insan kalmıştır. Çünkü dünyada bu mesele söz konusu olmaktan çoktan çıkmıştır.”



Yeni Ufuklar, Aralık 1963



>“ (...) İyi yorum, iyi icra, kullanılan enstrümanın (insan sesi de bir enstrümandır) bütün yeteneklerine sahip olmakla yapılabilir. Bir kompozitör keman için, piyano için ya da ses için bir eser yazsa, bunları en iyi icra edebilecek ( çalabilecek ya da söyleyebilecek) o kompozitörün kendisidir diye bir şey söylenemez. Bir eser hangi saz için yapılmışsa, ancak o sazın bütün güçlüklerini yenmiş bir insan o eseri olumlu bir şekilde icra edebilir. Çünkü bestelemek ayrı iş, icra etmek yine ayrı bir iştir. Halk da bir besteci olarak bu kuralın dışında değildir.

İşte bundan dolayı, “Halk gibi söylemek” sözü de yerinde bir söz değildir. Ne halk diye belirli bir kişi var, ne de halk bütününü ifade edebilecek belirli bir söyleyiş var. Aşık Veysel var, Aşık Hasan var, Ahmet var, Mehmet var, biz varız. Biz hepimiz halkız. Halkın birimleriyiz. Her birimiz sesimiz ve kültürümüzün şartları içinde derece derece birtakım ayrıntılarla bu türküleri söylüyor ve değerlendiriyoruz. Eğer kültürümüzle birtakım imkanlar kazanmışsak, illa da bu imkanlardan mahrum insanlar gibi söylemeye neden özenelim? Olacak iş mi bu? Daha ilerinin daha geriyi taklit ettiği nerede görülmüş? Bunun altında sahte bir halk sevgisi, gelenekçi bir tutum sezilmiyor mu?



Folklore ’64,İstanbul American Colleges, Mart 1964



>“Batı müziği, bizim halkımızın çoğunluğunca daima bir yabancıdır, anlaşılması güç bir dildir. Kültürümüzün kökleriyle başka dünyalarda oluşumuz bunun nedenlerinin başında gelir. Bizim geleneğimizde çok seslilik yoktur. Biz bu aşamaya batı kültürüne yöneldiğimiz bir anda geldik. Batı kültürüne yönelişimizin tarihi de iki yüzyılı bulur. Yalnız müzik değil, bir uygarlık yaratılabilirdi bu süre içinde. Demek ki, giysilerin ya da faydası kolayca anlaşılan diğer araçların değiştirilmesi gibi kolay olmuyor müzikte değişiklik. Onun gelişebilmesi daha köklü dönüşümlerle ilgili.Bir toplumun müziği, konuştuğu diil kadar hayatına bağlıdır. Ve bundan dolayı da konuştuğu dil kadar kendisine anlamlı ve sıcak gelir. Bunda ayıplanacak bir şey yok: İnsan, tamaıyla yabancılaşmadıkça ne dilinden, ne de müziğinden kopabilir. Toplum ileri bir toplumsa, müziği de ilerlemiş, gelişmiş olur. XIII.-XIV. Yüzyıl batı müziği, bizim bugünkü alaturkadan daha yeterli bir müzik değildi. Bugünkü batı müziği ise, bilimde ve teknikte Rönesans’la uzay çağı arasındaki gelişme ile orantılıdır. Bilimin ve tekniğin yalnız ürünlerini alıp da dünyada uygar olabilmiş bir toplum yok. Marifet, bu ilerletici bilimin ve tekniğin içinde olabilmekte.

Armoni, batı müziğine bugünkü gücünü kazandırmış olan çokseslilik kurallarının bilimidir. Armonize etmek, mevcut bir melodi çizgisini çoksesli bir hale getirip zenginleştirmek demektir. Çokseslilik nedir bilmeyen bizim gibi bir toplumda bunun, halkı da, sanatçıyı da yetiştirici iki yönlü bir faydası vardır. Çoksesliliğe kendi türkülerinin eşliğinde girmesi hem halka daha ilginç gelir, hem de sanatçıya bu kurallar içinde kendi diliyle düşünmeyi öğretir. Gerçi sadece türkülerin armonize edilmesi batı müziği, ya da bir müziğin geleceği demek değildir ama, bu anlamdaki bir müziğe hem yolunu açan, hem kişiliğini kazandıran bir çabadır. Zira bir sanat, kural ve teknik yabancı ya da yabancılaştırıcı bir unsur olmaktan çıktığı zaman kişiliğini bulur. Yalnız kişiliğini değil, kişiliğinin kurallarını da bulur. Edebiyatımızdaki gelişmeyi düşünelim: Destandan, masaldan, halk hikayelerinden ve halk şiirinden bugünkü batı romanına, batı hikayesine ve batı şiirine geçerken, batıdan neler aldığımızın bir okuyucu olarak farkında mıyız? Batı tekniği ile işlenmiş müziğimizi dinlerken de kendi dilimizi ve kendi yaşantılarımızı bula bula çoksesliliğin tadını anlamaya alışacağız ve böylece batı müziği içerisindeki yerimizi alacağız.”



Orkestra , Mayıs 196



>“ (...) Müziğimize bir bakalım. Tartışma şu: “Alaturka mı? Alafranga mı?”

Bir ucu yüz elli yıl gerilere kadar giden bu tartışmanın en olumlu sonucu “alaturka” sözcüğünün yerine “Türk müziği”, “alafranga” sözcüğünün yerine de “Batı müziği” sözcüklerinin gelmesi oldu. Bunun arkasından alaturka dediğimiz müziğin Türk müziği olup olmadığı çıktı ortaya. Özü ile bu yine aynı tartışmanın bir devamıdır. Alaturkanın Türk müziği olmadığı, halkın çoğunluğu tarafından söylenen halk türkülerinin Türk müziği olduğu söyleniyor şimdi. Bu kanı, divan şiirinin Türk şiiri olmadığı, ancak halk şiirinin Türk şiiri olduğu kanısı kadar tutarsızdır. Alaturkanın bugünkü Türk toplumunu ifade edemediğini düşünürken, işi alaturkanın Türk olup olmadığına kadar götürmek yanlıştır. Bütün bu yanlışlıklar, halkı hesaba katmadan halkın hesabına düşünmüş olmaktan çıkıyor. Halkın hangi koşullar içinde olduğu bilinse, birtakım doğrular bu kadar yozlaştırılmamış olur sanıyorum. Gerçekte, halk türküleri gibi, alaturka dediğimiz müzik de bu koşulların ürünüdür. Kısacası ikisi de Türk müziğidir. Sanatın her dalında olduğu gibi müzik de toplum düzenine ve hayat şartlarına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu sebeple gerçek bir aydın, bugünkü Türk müziğinin Türk halkını ifadeye yetmediğini söylerken, bugünkü düzenin ve hayat şartlarının Türk halkını ifadeye yetmediğini de söylemiş olur. Hiç değilse, “ Bir halkın müziği, ana kanunları ile birlikte değişir.” Diyen Yunan filozofları kadar ciddi olabilmeliyiz bu konularda.”



Sahne Kapısı , Ağustos 1965



>“Türkü söylemenin kolay görünmesi, türkülerin erişilmez sadeliğinden ve sağlamlığından gelir. Bundan dolayı da, nasıl söylenirse söylensin, yine de bir şeyler kalır türkülerden. Bu hal bir umursamazlığa, sanki aslında da türkülerin böyle söylendiği ve böyle söylenmesi gerektiği gibi yanlış bir yargıya götürebilir insanı. Yorum ve üslup ancak entellektüel bir faaliyet olan sanata, sanat müziğine hasmış gibi gelirse 6de, bunun bir kuruntudan ve bir kendini beğenmişlikten ileri geldiğini sanıyorum. İlkel çağlara gittikçe, türkülerin sihir ve kehanete karışması, ozanların vecde gelip kendinden geçmesi, herşeyden önce yorumla, karşısındakini etkileme çabasıyla ilgili görünüyor.Türküler de tıpkı operalar ve lied’ler gibi çeşitli konularda vedeğişik biçimlerde olduğundan, onlar gibi renkli ve değişik bir icrayı zorunlu kılar. Bunun da bir yetki, bir hüner işi olduğu açıktır. İnsan sesi çalgıların en soylusudur. Hiçbir çalgı insan sesinin anlatım gücüne sahip değildir. Fakat insan sesi de dahil,kullandığı çalgının yeteneklerinden yoksun kişi, hem kullandığı enstrümanı, hem de o enstrümanla yaptığı işi yozlaştırır.Şarkı söylemelyi meslek olarak seçen bir insan için, bu – en azından- bir klasik eğitim, bir ses eğitimi, sözün kurallarına göre bir şarkı söyleme eğitimi ve sonsuz bir insan sevgisi demektir. Türkü söyleyen bir sanatçı ise, bunlarla beraber halkını ve bu türküleri meydana getiren koşulları da iyi bilmeli. Bunların olmadığı yerde, iş herkesin kolayca yapabileceği klişe bir icraya yönelir ki, bizim memleketimizde genellikle şarkı söyleme sanatı böyle olagelmiştir.Bazılarının “Halk gibi söyleyiş” dediği de budur. Eğer bir sanatçı bu yeteneklere sahipse, halk gibi söyleyeceğim diye, bunlardan yoksun insanlara özenmesi ya da özendirilmesi, bilgiye ve hünere karşı saygısızlıktır. Acaba Sümmani halk gibi söyler miydi? Söylese “Sümmani tavrı” diye bir şey kalır mıydı? “Halk gibi” diye gösterilebilecek bir örnek tip yoktur. Sümmani, Veysel, Ayşe, Fatma, Mahsuni, Ruhi vardır. Biz hepimiz halkız.Hepimiz kendi görgümüz ve bilgimiz içinde birtakım katkılar ve ayrıntılarla söyleriz bu türküleri. Türküler yaşayan bir varlık gibi iyisine ya da kötüsüne, bu kişisel katkılarla her an bozulup yeniden doğar. Bu bizim elimizde olan bir şey değil. İmzalı bir sanat eseri gibi donduramayız bu türküleri. İyi ki elimizde olan bir şey değil.Çünkü türküler o zaman yeniye karşı daima açık olan aslını ve otantik gücünü yitirirdi.

Bana, “Sen bu türküleri nasıl söylediğini anlat” dedikleri zaman, bunlardan başka söyleyecek bir şey gelmiyor aklıma. Kısacası, “Bu benim terbiyem icabıdır.” diyemiyorum.



İmece Plakları Takım II kitapçığı, 1968



>“ (...) Halk türkülerinin bu diriliği ve uyanıklığı karşısında bir de dolmuşlarda, sokaklarda, gazinolarda, yatak odası seslerini, sevgili kavgalarını yansıtan “müziğimiz”in halyine bakın. Gerek ses, gerek çalgı düzeni (orkestrasyon) bakımından Hint, Arap ve hafif batı müziği etkisinde, artık iyiden iyiye tarihi Türk müziğinin yerini almış yeni bir alaturkaya tanık olmaktayız ki, kuşkusuz bu da halkımızın karşı karşıya bulunduğu bir gerçektir. Bugün bu yoz “müzik”, Tarihi Türk Müziği dediğimiz Türk Sanat Müziğine göre daha geniş halk kitlelerine inmiş olmasına rağmen, demek ki “yenileşmek” her zaman için “ileri” olmak anlamına gelmiyor.”



Köken, Mayıs 1974



>“(...) Bir toplumun sanatı, o toplumdaki gelişmelere uygun olur. Olmamak elinde değildir. Çünkü o gelişmeleri hazırlayan öğelerden biri de sanattır. Bu sorulara gelen cevaplar arasında “sosyalist sanat”, “kapitalist burjuva sanatı” gibi deyimlere rastladım. Bunları okuyan bir sanatçıyı, “Demek ki ben bilmeden nesir konuşuyormuşum !” diyen adamın durumuna düşürmemek için, daha doğru tanımlar bulmalıyız. Sosyalist toplumdan önce de sanat olduğuna göre ve sosyalist kişi bunları toptan reddetmediğine göre, “gerçekçi sanat”, “gerçeküstü sanat” deyimlerini daha tutarlı buluyorum. Sözgelişi, Bach’ın müziğine “kralcı” ya da “kapitalist müzik” demek ne kadar doğru olursa, Şostakoviç’in ya da Haçaturyan’ın müziğine sosyalist müzik demek de o kadar doğru olur ancak.”

Ant, Nisan 1968 (Osman Arolat’la söyleşi)

>Benim anladığım anlamda iyi türkü söyleyebilmek için kişinin bir ses eğitimi, müzik eğitimi görmesi şart. Bu eğitimi gören her insan da iyi türkü söyleyemez. İyi türkü söyleyebilmek için, içinde yaşadığı halkı tanıması, sevmesi gereklidir. O türkülerin nasıl ve ne koşullarda çıktığını, sonra o türkülerin dilini, yani Türkçemizi iyi kullanmayı bilmesi gereklidir. Bütün bunlar birleştiği zaman insan iyi türkü söyleyebilir. Bunlar olmadan da halkın, halk sanatçılarının içinde iyi türkü söyleyenler vardır ama, o benim açımdan yeterli bir söyleyiş biçimi değildir. O söyleyiş, ancak o söyleyişin geldiği geleneği sürdürmeye yetebilir. Ama o kültürü, o kültürün yaşayan kısımlarını daha ileri bir kültüre aktarmaya yetmez. Daha ileri kültüre, yani kendi toplumumuz için gerekli olan kültüre, ancak dediğim eğitimden geçmiş ve o ileri kültürü anlayan bir sanatçı aktarabilir. Hem kendi geleneğini, hem de daha ileri kültürün dilini bilir. Ondan dolayı, gelenekte var olan kültürü, özlemi çekilen kültüre daha iyi aktarabilir.”

The Bosphorus Chronicle, Nisan-Mayıs 1978 (Söyleşi)

http://www.ruhisu.org.tr

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren