Üç beş dakika mola verelim mi?
Baykal, "vatandaşlar tepkilerini bir bayrak yakma girişimi dolayısıyla ortaya koyunca Türkiye'de kıyamet kopuyor" şeklinde konuştu. Ve Bahçeli, "Bu ülkeyle ilgili kaygılarımız için, BİR GÜN SİLAHI ELİMİZE ALMAMIZ GEREKİRSE, bunun şartlarını gördüğümüzde yaparız" dedi. Ve Ülkü Ocakları Konya şubesinde silahlar, işkence aletleri ele geçirildi...
İşte böyleyken böyle...
Ve dört gün önce bir seneyi devreden Birgün ("BİR GÜN SİLAHI ELİMİZE ALMAMIZ GEREKİRSE" demişti Bahçeli, unutmadım) gazetesi de can havliyle çığlık atmasaydı: "Her yer karanlık pür-nur o mevki"de olacaktı. Çığlığına ise sadece ve sadece 15 bin okuru cevap verdi. "Rüya değil bu ayniyle vaki." Ne yapacağız şimdi? Bilmiyorum. Bu yüzden belki yine kendimden alıntı yapıyorum; karnımdan konuşuyorum ve kendimi tekrarlıyorum: Bilmek ya da bilmemek; işte bütün çözüm. Karanlığı yazmak, karanlığı bilmek, karanlığı çözmek... Karanlığı terki diyar edip pür-nur o mevkide olmak? Ne zormuş olmak; olmamak hep kolaymış... Oysa bütün mesele olmakmış... Olduk da... peki niye böööyle 15 binde çakılıp kaldık? ("BİR GÜN SİLAHI ELİMİZE ALMAMIZ GEREKİRSE" demişti Bahçeli, unutmadım.) Sebebimiz, içinde yaşadığımız toplum. Toplum ise, işte, bizim de bir sonucumuz...
Malum gerekçelerle devre dışı kaldık. Ne yaptık? Devre arasında düşler kurduk, düşler bozduk... Düşlerimizde düşünceler keşfettik. Dertlerimize çareler bulduk. Ve teorik sorunlarımıza pratik çözümler. Ve pratik sorunlarımıza teorik çözümlemeler... İdeolojik açmazlarımıza politik anahtarlar uydurduk. Kimi zaman baktık ki, apolitik kilitleri ancak reel politik maymuncuklar açıyor. Utandık. Vazgeçtik. Bilmek istedik. İmdat dedik. Bilim imdadımıza gelse diye geveledik.. Hatırladık: Ütopik gerçek (soyut arzu) sahicidir; özgürlüktür, eşitliktir, kardeşliktir. Sahici gerçek (somut arzu) sadece sahicidir ve... Gayri insani midir? Sadece para mıdır, araba mıdır, ev midir, vesaire midir? İnsanlar bunun için mi dine ve milliyetçiliğe sığınıyor? Sahici gerçek kadar sahici ve korkunç olandan azat olmak uğruna, "cehennem ütopyası"na ve "kızıl elma"ya bile inanmak istiyor? Öyleyse, gerisi boş laf. Gerisi palavra...
İçerimiz sıcak, dışarımız soğuk iken; bilinmeli ki, buğuluyuzdur. İlk sözümüz, her daim buğuludur, pusludur. Belki de bu yüzdendir kolay okunamayışımız, anlaşılamayışımız. Bilirim. Sebebi ideolojiktir. İçerimiz kirlenmişse, yine bilirim, baktığımızda kirli görürüz dış dünyayı... Dünya dünya maliki dünyayı; "kirli misin temiz misin" diye sual ettiğimiz şu kavanoz dipli dünyayı...
(Bütün mesele nerede, peki siz biliyor musunuz? Artık MERAK etmiyorsunuz! Oysa solculuk merak etmektir. Oysa eskiden merak ederdiniz; mesela Demirel "üs yok tesis var" deyince merak ederdiniz, gerçeği bulurdunuz ve onun doğru söylemediğini halka anlatırdınız. Şimdi mesela, Orhan Pamuk niye böyle demiş diye merak etmiyorsunuz. Orhan Pamuk'a kestirmeden itiraz edince, kendinizi "basmakalıp solculuk" - "madem Orhan Pamuk solcudur, onu desteklemeliyiz" formatı- karşısında "aykırı" hissedip belki haz duyuyorsunuz... Aykırı olunca muhalif olarak kaldığınızı zannediyorsunuz... Yanılıyorsunuz sevgili kardeşlerim, yanılıyorsunuz! Halkın değerlerine ters düşmemek mazeretiyle, solculuğun ve de insan olabilmenin temel değerlerine ters düşebilmenin "aykırılık, muhaliflik" olduğuna dahi inanabiliyorsunuz.
Halk ile ortak "biz" zamirini kullanabilmek uğruna bu öznenin içine bütün herkesi katmaktan çekinmiyor; Baykallar, Bahçeliler, Özkökler ile benzer cümleleri oluşturuyorsunuz. Oysa solculuk, eşitlik ve özgürlük isteyen herkesle beraber olabilmek için, herkesten önce aykırı ve isyankar olabilmek değil midir? Bunu, unutuyorsunuz! Bugün merak etme güdüsünü yitiren solcular arasında da sıradan bir şekilde, günlük hayatta, milliyetçilik borusu ötüyor işte. Solcu olduğunuzu size hep başkasının mı hatırlatması gerekiyor; mesela şimdi Bahçeli'nin?
Şu ülkede bir insanın solcu kalabilmesi için demek ki sağlam hafızaya sahip olması gerekiyor. Bahçeli önce "Bir gün elimize silah almamız gerekirse" demişti; ve hemen ardından da "Sokakta ülkücü istemiyorum" sözleri manşete çekildi. Şimdi eski solcular, hatırlayın bakalım; faşizmin iki temel özelliği neydi? Terör ve demagoji!)
"Derdin nedir senin be kardeşim!" mi diyorsunuz? Söyleyeyim: Yazdıklarımız, mesela aha tam da işte burada, yazarının yazdığı bir köşe yazısı olmaktan çıkabilse... Okuyucunun içinden okuduğu ve bir iç konuşma haline getirebildiği, bizzat şahsına ait bir anlatı olabilse... Zira yazarın ne anlattığı, yazdığı zaman tüketmiştir anlamını; okuyucunun yazılanı okuduğu zaman ne anladığı, keşke, yeniden üretebilse sessizce haykırılan çığlığı besleyen fikrin anlamını; "fikrimizin ince gülünün" encamını... Keşke...
Melih Pekdemir
19.4.2005
İşte böyleyken böyle...
Ve dört gün önce bir seneyi devreden Birgün ("BİR GÜN SİLAHI ELİMİZE ALMAMIZ GEREKİRSE" demişti Bahçeli, unutmadım) gazetesi de can havliyle çığlık atmasaydı: "Her yer karanlık pür-nur o mevki"de olacaktı. Çığlığına ise sadece ve sadece 15 bin okuru cevap verdi. "Rüya değil bu ayniyle vaki." Ne yapacağız şimdi? Bilmiyorum. Bu yüzden belki yine kendimden alıntı yapıyorum; karnımdan konuşuyorum ve kendimi tekrarlıyorum: Bilmek ya da bilmemek; işte bütün çözüm. Karanlığı yazmak, karanlığı bilmek, karanlığı çözmek... Karanlığı terki diyar edip pür-nur o mevkide olmak? Ne zormuş olmak; olmamak hep kolaymış... Oysa bütün mesele olmakmış... Olduk da... peki niye böööyle 15 binde çakılıp kaldık? ("BİR GÜN SİLAHI ELİMİZE ALMAMIZ GEREKİRSE" demişti Bahçeli, unutmadım.) Sebebimiz, içinde yaşadığımız toplum. Toplum ise, işte, bizim de bir sonucumuz...
Malum gerekçelerle devre dışı kaldık. Ne yaptık? Devre arasında düşler kurduk, düşler bozduk... Düşlerimizde düşünceler keşfettik. Dertlerimize çareler bulduk. Ve teorik sorunlarımıza pratik çözümler. Ve pratik sorunlarımıza teorik çözümlemeler... İdeolojik açmazlarımıza politik anahtarlar uydurduk. Kimi zaman baktık ki, apolitik kilitleri ancak reel politik maymuncuklar açıyor. Utandık. Vazgeçtik. Bilmek istedik. İmdat dedik. Bilim imdadımıza gelse diye geveledik.. Hatırladık: Ütopik gerçek (soyut arzu) sahicidir; özgürlüktür, eşitliktir, kardeşliktir. Sahici gerçek (somut arzu) sadece sahicidir ve... Gayri insani midir? Sadece para mıdır, araba mıdır, ev midir, vesaire midir? İnsanlar bunun için mi dine ve milliyetçiliğe sığınıyor? Sahici gerçek kadar sahici ve korkunç olandan azat olmak uğruna, "cehennem ütopyası"na ve "kızıl elma"ya bile inanmak istiyor? Öyleyse, gerisi boş laf. Gerisi palavra...
İçerimiz sıcak, dışarımız soğuk iken; bilinmeli ki, buğuluyuzdur. İlk sözümüz, her daim buğuludur, pusludur. Belki de bu yüzdendir kolay okunamayışımız, anlaşılamayışımız. Bilirim. Sebebi ideolojiktir. İçerimiz kirlenmişse, yine bilirim, baktığımızda kirli görürüz dış dünyayı... Dünya dünya maliki dünyayı; "kirli misin temiz misin" diye sual ettiğimiz şu kavanoz dipli dünyayı...
(Bütün mesele nerede, peki siz biliyor musunuz? Artık MERAK etmiyorsunuz! Oysa solculuk merak etmektir. Oysa eskiden merak ederdiniz; mesela Demirel "üs yok tesis var" deyince merak ederdiniz, gerçeği bulurdunuz ve onun doğru söylemediğini halka anlatırdınız. Şimdi mesela, Orhan Pamuk niye böyle demiş diye merak etmiyorsunuz. Orhan Pamuk'a kestirmeden itiraz edince, kendinizi "basmakalıp solculuk" - "madem Orhan Pamuk solcudur, onu desteklemeliyiz" formatı- karşısında "aykırı" hissedip belki haz duyuyorsunuz... Aykırı olunca muhalif olarak kaldığınızı zannediyorsunuz... Yanılıyorsunuz sevgili kardeşlerim, yanılıyorsunuz! Halkın değerlerine ters düşmemek mazeretiyle, solculuğun ve de insan olabilmenin temel değerlerine ters düşebilmenin "aykırılık, muhaliflik" olduğuna dahi inanabiliyorsunuz.
Halk ile ortak "biz" zamirini kullanabilmek uğruna bu öznenin içine bütün herkesi katmaktan çekinmiyor; Baykallar, Bahçeliler, Özkökler ile benzer cümleleri oluşturuyorsunuz. Oysa solculuk, eşitlik ve özgürlük isteyen herkesle beraber olabilmek için, herkesten önce aykırı ve isyankar olabilmek değil midir? Bunu, unutuyorsunuz! Bugün merak etme güdüsünü yitiren solcular arasında da sıradan bir şekilde, günlük hayatta, milliyetçilik borusu ötüyor işte. Solcu olduğunuzu size hep başkasının mı hatırlatması gerekiyor; mesela şimdi Bahçeli'nin?
Şu ülkede bir insanın solcu kalabilmesi için demek ki sağlam hafızaya sahip olması gerekiyor. Bahçeli önce "Bir gün elimize silah almamız gerekirse" demişti; ve hemen ardından da "Sokakta ülkücü istemiyorum" sözleri manşete çekildi. Şimdi eski solcular, hatırlayın bakalım; faşizmin iki temel özelliği neydi? Terör ve demagoji!)
"Derdin nedir senin be kardeşim!" mi diyorsunuz? Söyleyeyim: Yazdıklarımız, mesela aha tam da işte burada, yazarının yazdığı bir köşe yazısı olmaktan çıkabilse... Okuyucunun içinden okuduğu ve bir iç konuşma haline getirebildiği, bizzat şahsına ait bir anlatı olabilse... Zira yazarın ne anlattığı, yazdığı zaman tüketmiştir anlamını; okuyucunun yazılanı okuduğu zaman ne anladığı, keşke, yeniden üretebilse sessizce haykırılan çığlığı besleyen fikrin anlamını; "fikrimizin ince gülünün" encamını... Keşke...
Melih Pekdemir
19.4.2005
arasorbul - 21. Apr, 11:52