Aşkta örgütlü suç işleyenler (sevgililer)
Hayatınızın kadını ya da erkeğiyle karşılaştığınız anın zamanı, mekânı, ve o an orada bulunan her tür nesne, kişi, durum, o karşılaşmanın kutsallaşmasına hizmet eden ayrıntılara dönüşür. Bu karşılaşmayla birlikte duygularınız ve hayata bakışınız değişmiş, güzel olan her şey gözünüze daha güzel, çirkin olan her şey gözünüze daha çirkin gelmeye, dünyanın acılarını ve sevinçlerini daha yoğun bir biçimde yaşamaya başlamışsınızdır.
Aşk, yakanıza yapıştıktan sonra, mantığınız rüzgârda uçan bir tül gibi avuçlarınızın arasından kaybolup gitmiş, yerine riskler de alabilen duygularınızla içice geçebilen başka bir mantık yerleşmiştir. Bir şarkı sözünde olduğu gibi yürüyüşünüz bile değişmiştir artık. En azından benim için, eşim Çağlar'la karşılaşmak böyle olmuş ve hayatımı topyekün değiştirmişti. Onunla karşılaşmak, ona aşık olmak, kendi iç devrimimi de gerçekleştirecek bir gücü ortaya çıkarmış, ruhumu özgürleştirmişti. Ama bunu aşkta tam tersi bir biçimde yaşayanlar da yok değil. İnsanın aşkla karşılaşması, kendisini köleleştirip iç dünyasını bir yağmanın içine atmasına da neden olabilir. Bir insanın aşka dair beklentileri, hayata bakışıyla ilişkili bir durumdur ve bir insanın karakteri, onun kaderidir olarak karşımıza çıkar, yaşamda ve yapıtlarda.
Bugün 15 Şubat, yani sevgililer gününden bir gün sonra. Gazetelerin ya da televizyonların çoğu sevgililer gününe uzun uzun yerler ayırıyordu günlerdir. Hatta sevgililer günü için gazeteler özel ekler vermiş, televizyonlar özel programlar yapmış, mağazalar sevgililere alacakları hediyeler için özel indirimler yapmıştı. İnsanları aşka değil de, aşkı araçsallaştırarak tüketmeye yönelik tüm bu çabalar, çoğu kişinin midesini bile bulandırmış olabilir. Ama madem böyle bir gün var, neden kutlamayalım diyenlerin de, tüm tüketim kışkırtmalarına aldırmaksızın bugünü kendi olanaklarınca değerlendirmesi de mümkündü ve ben de açıkçası öyle yaptım.
Eski Roma'dan bu yana kutlanan sevgililer günü, ilk zamanlar bir karnaval havasında yaşanıyormuş. Lupercalia Bayramı'nda Roma'da büyük bir karnaval düzleniyor, genç aşıklar karnaval süresi boyunca özgürce birlikte oluyor, hatta karnaval sonrası evleniyorlarmış.
Ama bu durum, Roma İmparatoru II. Claudius'u rahatsız etmiş, aşık olan erkeklerin savaşa gitmek istememeleri ve evlenerek ordudan uzaklaşmaları, savaşa gidenlerinse aşık oldukları için dikkatlerini savaşa verememeleri, II. Claudius'u bu karnavalı yasaklamaya, hatta nişan ve evlilik törenlerini bile yasaklama ya da izne bağlamaya sevk etmiş. Aziz Valentine, Aziz Marius'la birlikte, bu yasağa karşı çıkarak gençleri evlendirdikleri için, İmparator tarafından idam cezasına çarptırılmışlar. Aziz Valentine, 14 Şubat'ta dövülerek öldürülmüş ve ismi sev-gililler günüyle birlikte anılır olmuştur.
Aziz Valentine'in bu trajik hikâyesi, çoğu kişi tarafından farklı şekillerde bilinen bir hikâye. Ama bu hikâyede çarpıcı olan nokta, militarist bir öz taşıyan tüm iktidarların, aşka ve hazlara yaklaşımının bu örnekle birlikte bir kere daha görünürleşmesi. Toplumlarda aşktan daha çok asker ve kölelerin sayısını arttırmak için üremeye dayalı evliliğin özendirilmiş, haz almaya yönelik cinsel hayatın çoğu zaman bir suç ve günah olarak görüldüğüne tanık oluyoruz.
II: Claudius gibi imparatorlar, din adamları, örgüt liderleri, devlet adamları, kendi konumlarını ve ideal toplum beklentilerini tehlikeye düşürdüğü için hazza yönelen insanlardan ve özellikle aşktan korkutmuşlardır. Özgür aşk, yozlaşmayla, ahlaksızlıkla bir tutularak katı cezalarla kuşatılmıştır.
Çünkü insanlık tarihi, felsefesi, siyaseti, her zaman için ölümden yana iktidarlarla, yaşamdan yana iktidarların savaşımıyla şekillenmiştir, Foucault'nun, Spinoza'nın değindiği gibi. Bir tarafta idealler, ülküler, bu ülküler uğruna ölmek öldürmek, ölesiye çalışmak varken, diğer tarafta hazlar, eğlenceler, özgürlükler vardır. Haz, eğlence, özgürlük gibi şeyler, ölümden yana iktidarların denetlemeye çalıştıkları, zaman zaman yok ederek kendilerini oluşturdukları tehlike arz eden konular olmuştur her zaman.
Peki aşkın doğası, ölümden yana iktidarlarla yaşamdan yana iktidarların savaşımından nasıl etkilenmiştir. Aşk ve ölüm arasındaki ilişki, edebiyatın sevdiği, sık sık ele aldığı bir konudur. Halk hikâyelerinde bile aşıkların birbirlerine kavuşamamasının propagandası, acaba insanlara aşkın tehlikelerle dolu bir alan olduğu bilgisini vererek onları aşktan uzaklaştırmak için midir, diye düşünebiliyor insan. Aşık olan kişi, çoğu zaman yaşadığı topluma başkaldıran bir karakter olarak karşımıza çıkar edebiyatta. En bilinen örnekleriyle, Anna Karenina, Romeo ve Juliet, Ferhat ile Şirin'in hikâyeleri dimağımızda böyle bir yer edinmiştir.
Orianna Fallaci'nin 'Bir İnsan' adlı romanında, "aşk, suç ortaklığıdır" der romanın karakteri. Ve Ece Ayhan'ın bir dizesinde söylediği gibi "aşk, örgütlenmektir abiler" der.
Öyleyse sevgililler için, aşk denilen suçu işlemek için örgütlenenler mi demeliyiz? O zaman aşkta örgütlü suç işleyenlerin günlerini, bir gün sonra ve her gün suç işlemeye devam etmeleri temennisiyle kutlamak düşüyor bana. Ve tabii kendi suç ortağımın da...
Bülent Usta
Aşk, yakanıza yapıştıktan sonra, mantığınız rüzgârda uçan bir tül gibi avuçlarınızın arasından kaybolup gitmiş, yerine riskler de alabilen duygularınızla içice geçebilen başka bir mantık yerleşmiştir. Bir şarkı sözünde olduğu gibi yürüyüşünüz bile değişmiştir artık. En azından benim için, eşim Çağlar'la karşılaşmak böyle olmuş ve hayatımı topyekün değiştirmişti. Onunla karşılaşmak, ona aşık olmak, kendi iç devrimimi de gerçekleştirecek bir gücü ortaya çıkarmış, ruhumu özgürleştirmişti. Ama bunu aşkta tam tersi bir biçimde yaşayanlar da yok değil. İnsanın aşkla karşılaşması, kendisini köleleştirip iç dünyasını bir yağmanın içine atmasına da neden olabilir. Bir insanın aşka dair beklentileri, hayata bakışıyla ilişkili bir durumdur ve bir insanın karakteri, onun kaderidir olarak karşımıza çıkar, yaşamda ve yapıtlarda.
Bugün 15 Şubat, yani sevgililer gününden bir gün sonra. Gazetelerin ya da televizyonların çoğu sevgililer gününe uzun uzun yerler ayırıyordu günlerdir. Hatta sevgililer günü için gazeteler özel ekler vermiş, televizyonlar özel programlar yapmış, mağazalar sevgililere alacakları hediyeler için özel indirimler yapmıştı. İnsanları aşka değil de, aşkı araçsallaştırarak tüketmeye yönelik tüm bu çabalar, çoğu kişinin midesini bile bulandırmış olabilir. Ama madem böyle bir gün var, neden kutlamayalım diyenlerin de, tüm tüketim kışkırtmalarına aldırmaksızın bugünü kendi olanaklarınca değerlendirmesi de mümkündü ve ben de açıkçası öyle yaptım.
Eski Roma'dan bu yana kutlanan sevgililer günü, ilk zamanlar bir karnaval havasında yaşanıyormuş. Lupercalia Bayramı'nda Roma'da büyük bir karnaval düzleniyor, genç aşıklar karnaval süresi boyunca özgürce birlikte oluyor, hatta karnaval sonrası evleniyorlarmış.
Ama bu durum, Roma İmparatoru II. Claudius'u rahatsız etmiş, aşık olan erkeklerin savaşa gitmek istememeleri ve evlenerek ordudan uzaklaşmaları, savaşa gidenlerinse aşık oldukları için dikkatlerini savaşa verememeleri, II. Claudius'u bu karnavalı yasaklamaya, hatta nişan ve evlilik törenlerini bile yasaklama ya da izne bağlamaya sevk etmiş. Aziz Valentine, Aziz Marius'la birlikte, bu yasağa karşı çıkarak gençleri evlendirdikleri için, İmparator tarafından idam cezasına çarptırılmışlar. Aziz Valentine, 14 Şubat'ta dövülerek öldürülmüş ve ismi sev-gililler günüyle birlikte anılır olmuştur.
Aziz Valentine'in bu trajik hikâyesi, çoğu kişi tarafından farklı şekillerde bilinen bir hikâye. Ama bu hikâyede çarpıcı olan nokta, militarist bir öz taşıyan tüm iktidarların, aşka ve hazlara yaklaşımının bu örnekle birlikte bir kere daha görünürleşmesi. Toplumlarda aşktan daha çok asker ve kölelerin sayısını arttırmak için üremeye dayalı evliliğin özendirilmiş, haz almaya yönelik cinsel hayatın çoğu zaman bir suç ve günah olarak görüldüğüne tanık oluyoruz.
II: Claudius gibi imparatorlar, din adamları, örgüt liderleri, devlet adamları, kendi konumlarını ve ideal toplum beklentilerini tehlikeye düşürdüğü için hazza yönelen insanlardan ve özellikle aşktan korkutmuşlardır. Özgür aşk, yozlaşmayla, ahlaksızlıkla bir tutularak katı cezalarla kuşatılmıştır.
Çünkü insanlık tarihi, felsefesi, siyaseti, her zaman için ölümden yana iktidarlarla, yaşamdan yana iktidarların savaşımıyla şekillenmiştir, Foucault'nun, Spinoza'nın değindiği gibi. Bir tarafta idealler, ülküler, bu ülküler uğruna ölmek öldürmek, ölesiye çalışmak varken, diğer tarafta hazlar, eğlenceler, özgürlükler vardır. Haz, eğlence, özgürlük gibi şeyler, ölümden yana iktidarların denetlemeye çalıştıkları, zaman zaman yok ederek kendilerini oluşturdukları tehlike arz eden konular olmuştur her zaman.
Peki aşkın doğası, ölümden yana iktidarlarla yaşamdan yana iktidarların savaşımından nasıl etkilenmiştir. Aşk ve ölüm arasındaki ilişki, edebiyatın sevdiği, sık sık ele aldığı bir konudur. Halk hikâyelerinde bile aşıkların birbirlerine kavuşamamasının propagandası, acaba insanlara aşkın tehlikelerle dolu bir alan olduğu bilgisini vererek onları aşktan uzaklaştırmak için midir, diye düşünebiliyor insan. Aşık olan kişi, çoğu zaman yaşadığı topluma başkaldıran bir karakter olarak karşımıza çıkar edebiyatta. En bilinen örnekleriyle, Anna Karenina, Romeo ve Juliet, Ferhat ile Şirin'in hikâyeleri dimağımızda böyle bir yer edinmiştir.
Orianna Fallaci'nin 'Bir İnsan' adlı romanında, "aşk, suç ortaklığıdır" der romanın karakteri. Ve Ece Ayhan'ın bir dizesinde söylediği gibi "aşk, örgütlenmektir abiler" der.
Öyleyse sevgililler için, aşk denilen suçu işlemek için örgütlenenler mi demeliyiz? O zaman aşkta örgütlü suç işleyenlerin günlerini, bir gün sonra ve her gün suç işlemeye devam etmeleri temennisiyle kutlamak düşüyor bana. Ve tabii kendi suç ortağımın da...
Bülent Usta
arasorbul - 15. Feb, 10:09