“Başka hayatlar gerek bize… sensiz bir hayat…...sessiz bir hayat…
...ve en az kaç kez çoğalacağımıza, kendi romantik eylemlerimizle karar verebileceğimiz bir hayat… mümkünse şayet!…”
Başka hayatlar gerek bize... başka çocuklar... yazılacak onca sevda mektubu, toplanacak onca bahar yağmuru, saklanıp çoğaltılacak onca nergis demeti varken dertsiz ovaların sakin yankılarında; biriktirilecek onca yeni dost, demlenecek onca anı, atılacak onca ilmek, keşfedilecek onca koy varken yaban mersinlerinin uzanıp uykulara daldığı; tenimizi acıtıyor ille de her defasında bitkin doğan ihtiyar güneş... sesim başucumda bekliyor her sabah benden önce uyanıp... “nasılsın bugün...” demek gerek her defasında, unutursam şayet biliyorum neyle karşılaşacağımı... sesim bana küsüyor ve ne zaman yaşasam bu talihsiz unutkanlığı, adsız şehirlerde “sessiz” sürgünlere terk ediliyorum... işte o an en zoru başlıyor kimsesiz seyyahlığımın... “nasılsın bugün” yanıtını bana savuruyor kısılan sesim... mecburum... en kötüsü kendine sessiz kalması kişinin, bilirim... “mutsuzum...” diyorum... “buralara ait olmaktan vazgeçemiyorum, ağrılı bir yüreği böldük ortadan ve yarısı bende kaldı, yarısı onda... her şey yarım... ağaçlar, rüzgarın sesi, verilen sözler, sobada yanan ateş, palamutlardan çaldığım ıslık, kapı komşumun gölgesi, okuduğum ve dahi okunmayı bekleyen kitaplar, günlük gazetem, uykulara daldığım koltuğum, eve dönüş hallerim, otobüs durakları, yürüyüşe çıkan anneler ve ellerinden sımsıkı tuttukları çocukları ve kimi yorgun babalar, okullar, ders kitapları, kuşlar, söz verip aramayı unutturan yarısı kayıp nedenlerim, binalar, caddeler, ve tüm kedileri bu coğrafyanın... “mutsuzum” diyorum... “ağrılı bir yüreği böldük ortadan ve yarısı bende kaldı, yarısı onda... her şey yarım... ülkem beni sevmiyor... güneş yarım doğuyor...”
Son Cuma hariç... nasıl bir sevinç bu yaşadığım, kesilmiş olmasa da çektiğimiz acıların ve yattığımız korku dolu uykuların faturası henüz... komşu köşkün sakinleri ilk kez uykusuz kaldı... yeni ayetler gerek... beş vakit yürek sıkıntısına nöbet tutmak üzere kiralandı gemiler... ve belki bu “son” sefer... karanlık kendini kılıyor bildiği duaları sayıklayarak ve aydınlıktan köşe bucak kaçarak... yağmur yarım yağmadı bu sabah... rüzgar tersten esmiyor... binalar biraz olsun sağlam duruyor yerlerinde... caddeler bu kez temiz... kediler dört ayaklı, ağaçlarımın kökleri ilk kez tokalaşıyor onca zaman sonrasında... sobadaki ateş harını aldı hepten... komşu “günaydın” diyerek koşarcasına iniyor merdivenlerden ve ilk kez unutmuyor gölgesi adımlarını sahiplenmekten... sessizce ödünç verdiğim soluğum buluyor yerini bu sabah ve ilk kez ıslık tutuyor palamutlarım fazla zahmet çekmeden... “Cuma”ya gidenler, gerçekte her Cuma gününün zaten kendiliğinden geldiğini hep nasıl da inkar ettiler... geldi işte... Cuma bu kez hepten şiddetle geldi... rivayet odur ki, “en çok satan kitaplar” listesinde başı çeken kutsal kitap, bir kızılağacın gölgesinde dualarını biraz olsun serinletebilmek ve ilk kez bir türkü tutturup bir cigara tellendirerek atmak istermiş yorgunluğunu şimdilerde... ayetler yorgun düşmüş... elçiye zeval olur mu ki...
Elhamdülillah şeriatçıyız... (21.11.1994)
Yılbaşına karşıyım... (19.12.1994)
Ben tekkeye değil dergaha gittim... (22.01.1997)
Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok... (12.05.1994)
10 Kasım’da yaygara kopartıldı... (14.11.1994)
İçki yasaklansın... (1.05.1996)
Sadece imamlar resmi nikah kıysın...
İstanbul’u Medine yapacağız....
Bütün okullar İmam Hatip yapılacak... (17.09.1994)
Ben İstanbul’un imamıyım... (8.01.1995)
Yeşil (kaldırım rengi) medeniyettir... (25.06.1994)
Mayo reklamı şehvet sömürüsüdür.. (6.03.1996)
Milli Piyango zulümdür... (29.09.1994)
Taksim’deki caminin temelini inşallah atacağız... (01.07.1994)
Cumhurbaşkanının imam hatipli olacağı günler yakındır... (05.02.1996)
Sarık operasyonu çok komik... (15.05.1995)
Ben Meclis’in dua ile açılmasından yanayım... (8.01.1996)
İmamlar da nikah kıysın... (9.05.1995)
Askerlik yan gelip yatma yeri değildir... (2006)
Ananı da al git ulan... (2006)
Biz referansı İslam olan bir düşünceyi temsil ediyoruz... %99_u müslüman olan Türkiye’de başka bir şey olur mu?...
”Kahrolsun şeriat...” diyenler kendi kendilerine kahrolmaktadırlar... (1990)
Tevhid-i Tedrisat Kanunu nerlerin önünü tıkamak, nelerin önünü açmak içindir....
Harf İnkılabı vasıtasıyla bir ülkenin tamamının bir anda sıfır okur yazar seviyesine indirgenmesi kimlere yaramıştır... (1993)
Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor!... Yani bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu!... Sen bunun önüne geçemezsin ki!... Millete rağmen bu yürümez zaten.... Millet isterse tabii ki gidecek be!… Sonra nedir bu laiklik Allah aşkına?.. Bir tarif edin diyorsun, tarif edemiyor… Bu nemenem şey yahu!.. (1995)
1,5 milyarlık İslam alemi, müslüman Türk Milleti’nin ayağa kalkmasını bekliyor… Kalkacağız… Işıkları göründü… Allah’ın izniyle kıyam başlayacak… (Ümraniye - 1995)
Türkiye Cumhuriyeti’nin 70 yıllık tarihine baktığımızda, rejimin yüz akı ile çıktığını söyleyemeyiz... (2. Cumhuriyet Tartışmaları - 1993)
Bize göre demokrasi amaç değil ancak bir araçtır… Hangi sisteme girmek istiyorsanız, bu düzenin seçiminde bir araçtır...
Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur...
Hatta Türkiye din konusunda da aynı şeyi seçmiş, kendisine din olarak Kemalizm’i (Atatürkçülük, Laiklik, Devrimler…) almış, başka hiçbir dine (müslümanlık dahil!) hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir...
Türkiye Cumhuriyeti, 1923_ten bu yana sürekli gerileyiş içindedir... Türkiye’nin 70 yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır...
Türkiye’yi İslam’ın devlet planı içinde düşünüyorum... Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur...
Bizim için en üst belirleyici, İslam’ın ilkeleridir... Her şey ona göre belirlenir…
Ben Muhammed Müslüman ümmetindenim… Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir… Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim, Allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim… (1980)
Ben değişmedim, dün neysem, bugün de oyum... (2006)
Sen istesen de değişemezsin, Bay Başkan… Taş yerinde ağırdır… dalgalar denizine, ağaçlar ormanlara, imamlar camilere, ağıtlar ölümlere, emekler işçilere, balyozlar özgürlüğe, ustalar çıraklara, kelamın geldiğin yere ve bu memleket inadına ve ille de hep bizlere aitken gerçekte, bizler “sensiz kalabilme” düşlerine teslim ediyoruz uykularımızı her gece… başka hayatlar gerek bize… sensiz bir hayat… sessiz bir hayat… ve en az kaç kez çoğalacağımıza, kendi romantik eylemlerimizle karar verebileceğimiz bir hayat… mümkünse şayet!…
Deniz Aslı 15/03/08
denizasli@gmail.com
Başka hayatlar gerek bize... başka çocuklar... yazılacak onca sevda mektubu, toplanacak onca bahar yağmuru, saklanıp çoğaltılacak onca nergis demeti varken dertsiz ovaların sakin yankılarında; biriktirilecek onca yeni dost, demlenecek onca anı, atılacak onca ilmek, keşfedilecek onca koy varken yaban mersinlerinin uzanıp uykulara daldığı; tenimizi acıtıyor ille de her defasında bitkin doğan ihtiyar güneş... sesim başucumda bekliyor her sabah benden önce uyanıp... “nasılsın bugün...” demek gerek her defasında, unutursam şayet biliyorum neyle karşılaşacağımı... sesim bana küsüyor ve ne zaman yaşasam bu talihsiz unutkanlığı, adsız şehirlerde “sessiz” sürgünlere terk ediliyorum... işte o an en zoru başlıyor kimsesiz seyyahlığımın... “nasılsın bugün” yanıtını bana savuruyor kısılan sesim... mecburum... en kötüsü kendine sessiz kalması kişinin, bilirim... “mutsuzum...” diyorum... “buralara ait olmaktan vazgeçemiyorum, ağrılı bir yüreği böldük ortadan ve yarısı bende kaldı, yarısı onda... her şey yarım... ağaçlar, rüzgarın sesi, verilen sözler, sobada yanan ateş, palamutlardan çaldığım ıslık, kapı komşumun gölgesi, okuduğum ve dahi okunmayı bekleyen kitaplar, günlük gazetem, uykulara daldığım koltuğum, eve dönüş hallerim, otobüs durakları, yürüyüşe çıkan anneler ve ellerinden sımsıkı tuttukları çocukları ve kimi yorgun babalar, okullar, ders kitapları, kuşlar, söz verip aramayı unutturan yarısı kayıp nedenlerim, binalar, caddeler, ve tüm kedileri bu coğrafyanın... “mutsuzum” diyorum... “ağrılı bir yüreği böldük ortadan ve yarısı bende kaldı, yarısı onda... her şey yarım... ülkem beni sevmiyor... güneş yarım doğuyor...”
Son Cuma hariç... nasıl bir sevinç bu yaşadığım, kesilmiş olmasa da çektiğimiz acıların ve yattığımız korku dolu uykuların faturası henüz... komşu köşkün sakinleri ilk kez uykusuz kaldı... yeni ayetler gerek... beş vakit yürek sıkıntısına nöbet tutmak üzere kiralandı gemiler... ve belki bu “son” sefer... karanlık kendini kılıyor bildiği duaları sayıklayarak ve aydınlıktan köşe bucak kaçarak... yağmur yarım yağmadı bu sabah... rüzgar tersten esmiyor... binalar biraz olsun sağlam duruyor yerlerinde... caddeler bu kez temiz... kediler dört ayaklı, ağaçlarımın kökleri ilk kez tokalaşıyor onca zaman sonrasında... sobadaki ateş harını aldı hepten... komşu “günaydın” diyerek koşarcasına iniyor merdivenlerden ve ilk kez unutmuyor gölgesi adımlarını sahiplenmekten... sessizce ödünç verdiğim soluğum buluyor yerini bu sabah ve ilk kez ıslık tutuyor palamutlarım fazla zahmet çekmeden... “Cuma”ya gidenler, gerçekte her Cuma gününün zaten kendiliğinden geldiğini hep nasıl da inkar ettiler... geldi işte... Cuma bu kez hepten şiddetle geldi... rivayet odur ki, “en çok satan kitaplar” listesinde başı çeken kutsal kitap, bir kızılağacın gölgesinde dualarını biraz olsun serinletebilmek ve ilk kez bir türkü tutturup bir cigara tellendirerek atmak istermiş yorgunluğunu şimdilerde... ayetler yorgun düşmüş... elçiye zeval olur mu ki...
Elhamdülillah şeriatçıyız... (21.11.1994)
Yılbaşına karşıyım... (19.12.1994)
Ben tekkeye değil dergaha gittim... (22.01.1997)
Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok... (12.05.1994)
10 Kasım’da yaygara kopartıldı... (14.11.1994)
İçki yasaklansın... (1.05.1996)
Sadece imamlar resmi nikah kıysın...
İstanbul’u Medine yapacağız....
Bütün okullar İmam Hatip yapılacak... (17.09.1994)
Ben İstanbul’un imamıyım... (8.01.1995)
Yeşil (kaldırım rengi) medeniyettir... (25.06.1994)
Mayo reklamı şehvet sömürüsüdür.. (6.03.1996)
Milli Piyango zulümdür... (29.09.1994)
Taksim’deki caminin temelini inşallah atacağız... (01.07.1994)
Cumhurbaşkanının imam hatipli olacağı günler yakındır... (05.02.1996)
Sarık operasyonu çok komik... (15.05.1995)
Ben Meclis’in dua ile açılmasından yanayım... (8.01.1996)
İmamlar da nikah kıysın... (9.05.1995)
Askerlik yan gelip yatma yeri değildir... (2006)
Ananı da al git ulan... (2006)
Biz referansı İslam olan bir düşünceyi temsil ediyoruz... %99_u müslüman olan Türkiye’de başka bir şey olur mu?...
”Kahrolsun şeriat...” diyenler kendi kendilerine kahrolmaktadırlar... (1990)
Tevhid-i Tedrisat Kanunu nerlerin önünü tıkamak, nelerin önünü açmak içindir....
Harf İnkılabı vasıtasıyla bir ülkenin tamamının bir anda sıfır okur yazar seviyesine indirgenmesi kimlere yaramıştır... (1993)
Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor!... Yani bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu!... Sen bunun önüne geçemezsin ki!... Millete rağmen bu yürümez zaten.... Millet isterse tabii ki gidecek be!… Sonra nedir bu laiklik Allah aşkına?.. Bir tarif edin diyorsun, tarif edemiyor… Bu nemenem şey yahu!.. (1995)
1,5 milyarlık İslam alemi, müslüman Türk Milleti’nin ayağa kalkmasını bekliyor… Kalkacağız… Işıkları göründü… Allah’ın izniyle kıyam başlayacak… (Ümraniye - 1995)
Türkiye Cumhuriyeti’nin 70 yıllık tarihine baktığımızda, rejimin yüz akı ile çıktığını söyleyemeyiz... (2. Cumhuriyet Tartışmaları - 1993)
Bize göre demokrasi amaç değil ancak bir araçtır… Hangi sisteme girmek istiyorsanız, bu düzenin seçiminde bir araçtır...
Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur...
Hatta Türkiye din konusunda da aynı şeyi seçmiş, kendisine din olarak Kemalizm’i (Atatürkçülük, Laiklik, Devrimler…) almış, başka hiçbir dine (müslümanlık dahil!) hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir...
Türkiye Cumhuriyeti, 1923_ten bu yana sürekli gerileyiş içindedir... Türkiye’nin 70 yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır...
Türkiye’yi İslam’ın devlet planı içinde düşünüyorum... Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur...
Bizim için en üst belirleyici, İslam’ın ilkeleridir... Her şey ona göre belirlenir…
Ben Muhammed Müslüman ümmetindenim… Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir… Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim, Allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim… (1980)
Ben değişmedim, dün neysem, bugün de oyum... (2006)
Sen istesen de değişemezsin, Bay Başkan… Taş yerinde ağırdır… dalgalar denizine, ağaçlar ormanlara, imamlar camilere, ağıtlar ölümlere, emekler işçilere, balyozlar özgürlüğe, ustalar çıraklara, kelamın geldiğin yere ve bu memleket inadına ve ille de hep bizlere aitken gerçekte, bizler “sensiz kalabilme” düşlerine teslim ediyoruz uykularımızı her gece… başka hayatlar gerek bize… sensiz bir hayat… sessiz bir hayat… ve en az kaç kez çoğalacağımıza, kendi romantik eylemlerimizle karar verebileceğimiz bir hayat… mümkünse şayet!…
Deniz Aslı 15/03/08
denizasli@gmail.com
arasorbul - 17. Mär, 11:22