Enver Karagöz anısına...
'Enver Karagöz'
Üzerine kitaplar yazılan, üniversitelerde araştırma konusu yapılan bir dönemi iki kelimeyle anlatmak zorunda kalsanız hiç şüphesiz aklınıza gelecek kelimelerden ikisi 'Enver Karagöz'dür. Ne mutlu, böyle çok sayıda arkadaşla tanıştım, ne yazık Enver'i çok çabuk kaybettik.
Oğuzhan Müftüoğlu
Devrimcilik ona yakışıyordu
Bazı insanlar yaşadığı ülkenin güzelliklerinden yararlanır. Bazı insanlar ise yaşadığı toplumu güzelleştirir. Enver de bu insanlardan biriydi. Devrimcilik ona yakışıyordu. Onunla aynı fikirleri taşıdık aynı yolda yürüdük. Devrimciliğin simgesi bir arkadaşımdı. Onu tanıdığım için gurur duyuyorum.
Sedat Göçmen
Ölüm yakışmadı ustaya
Enver Karagöz, dört çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak, 2 Mayıs 1948 tarihinde Artvin- Şavşat'ta doğdu. İlkokulu doğduğu köyde bitirdi. Ortaokul ve liseyi ilçe merkezinde tamamladı. Erzurum Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdikten sonra Şavşat Lisesi'nde Öğretmen olarak mesleğe başladı. Hem öğrenci hem de öğretmen iken, okulda ve ilçe merkezinde sol düşünceleri öğrencileriyle paylaştığı gerekçesiyle okul müdürünün ihbarıyla açığa alındı. 1975 yılında Artvin Lisesi'nde göreve başladı. Kısa zamanda öğrencilerinin çok sevdiği bir öğretmen olan Enver Karagöz, zamanla çalıştığı bölgede yediden yetmişe herkesin gönlünde taht kuran, sevilen ve saygı duyulan bir aydın oldu.
70'ler Türkiye emekçi halklarının mücadelesinde bir dönüm noktasıdır ve faşist baskı rejimine karşı başkaldırının zirveye ulaştığı yıllardır. Artvin de Türkiye'deki toplumsal mücadelenin gelişkin olduğu illerden biridir. Başka bir yaşamın filiz verdiği, birçok köylünün kolektif bir yaşam düşüncesiyle bir araya geldiği bu bölge, egemen sınıfların da dikkatini en fazla çeken yerlerden biri olmuştu. Tarihe "Şavşat katliamı" olarak geçen faşist saldırılar gibi sahneye bir dizi provakasyonlar sahneye konmaya başlamış, bölge, dönemin MC hükümetlerince adeta düşman bellenmişti.
BİR BİLGE, KOCA BİR YÜREKTİ 0 ...
Anti-faşist, anti-emperyalist mücadelenin Artvin'deki önde gelen isimlerinden olan Enver Karagöz, 1977'den itibaren egemen güçlerin kara listesine alındı. 1978'de onunla birlikte yaşamın bütün güzellikleri yanında güçlüklerini de paylaşan ve omuz omuza mücadelede birlikte olan, sevdiği kadınla, Işılay ile hayatını birleştirdi.
12 Eylül askeri darbesi Artvin'i adeta bir savaş alanına çevirdi. Uzun yıllar bölgedeki köylü çocuklarının okuyup öğretmen olarak yetiştiği Artvin Öğretmen Okulu işkence merkezine çevrildi. Onlarca insan işkencelerde ve köylerde kurşunlanarak öldürüldü. Enver Karagöz de bu dönemde gözaltına alınan binlerce insandan biriydi. Aylarca süren işkenceler sonucu çılgına dönen işkenceciler, konuşmamanın cezası olarak boğazından kaynar su boşalttılar. Tedavisi yapılmadan cezaevine gönderildi. Boğazındaki yaralar kansere dönüştü.
Türkiye'nin en büyük toplu davalarından bir olan 1700 kişilik Artvin Devrimci Yol davasının bir no'lu sanığıdır o. Hastalığına rağmen mahkemelerde kendisini, arkadaşlarını ve mücadelesini savundu. Direnişin, mücadelenin simgesi oldu. 1984'de nasıl olsa ölecek diye serbest bırakıldı. Hiç istememesine rağmen tedavisi için yurt dışına çıktı.
Bitmez tükenmez enerjisi, sarsılmaz azmi herkesi kucaklayan engin sevgisiyle bir bilge, koca bir yürekti. Sevgi dolu ağabeyimiz şimdi yok aramızda...
İbrahim Aydın
Asla hayata küsmedi
Aldırış etmedi 'tarihin sonu' nu vaaz edenlere. İnsanın insana zulmüne karşı, ezenin ezilen üzerindeki hükmüne karşı, tam kardeşçe, tam özgür, tam insanca bir hayat düşledi hep. Aman vermese de işkencelerden arta kalan yaralı vücudunun kansere dönmüş hücreleri, zaman buldu o her an, insanca bir dünya için yanımızda olmaya, kolumuza girmeye. An oldu bir bilge gibi sustu, gün oldu bir yaralı aslan gibi kükredi. Bir deniz gibi kabardı. Bir çocuğun masumiyeti ile küstü bazen bana-sana... Hayata ve bize küsemezdi ama asla. Bir çocuğun coşkusu her yeni yolculukta onunla hissedilirdi hep...
Özgürlük Dayanışma Almanya
İnatla yaşama tutunmak...
Onunla 30 yıllık yoldaşlığımız var. Çok üzgünüm. Onun en büyük özelliği, en olumsuz koşullarda bile direnmek, inatla yaşama tutunmak, olabildiğince alçak gönüllü davranmaktı. Karagöz gitti ama arkasında ümit saçan, ışıldayan bir geçmiş, yüreği gibi hiç susmayacak bir gelecek ve direncin destanını bıraktı. Bu erken gidiş, bu ölüm, yakışmadı ustaya.
Olgun Delikanlı
Öğretmenim Karagöz
Saygıdeğer öğretmenim, biliyorum konuşmazsın sen. Olsun yine de konuşacağım seninle. Borçka'da, Şavşat'ta yerel gazetelerde çala kalem yazılar yazıyordum. Şavşat'ta yerel gazetede ilçe malmüdürü ile bir röportaj yaptım. Röportajın yayınlandığı gün TÖB-DER lokaline uğradım. Pencere kenarında köşede bir masada yalnız oturuyordum Masana günaydın diyerek oturdum yanına. Elinde yerel gazete vardı. Kısa bir havadan sudan konuşmadan sonra gazetenin ilk cümlesini okudunuz. "Adınız Soyadınız" eleştirinin tarzı ve zamanı çok iyi seçilmişti. Giriş yapmadan başlamıştım röportaja. Büyük bir eksiklikti. Eleştirinin etkisiyle utangaç bir öğrenciye dönmüştüm karşında. Bunun farkına vararak kalktın ayağa oldukça sevecen bir tavırla sarıldın kucakladın beni. "Kişi noksanını bilmek kadar irfan olamaz" dedin. Teşekkür ettim. Saygıdeğer öğretmenim ilkokuldan yüksek okula değin örgün öğrenimde hiçbir öğretmenim bende olumlu bir iz bırakmadı. (...) Saygıdeğer öğretmenim, devrimci öğretmen mücadelesinde kıyıldınız, saldırılara uğradınız. Yılmadı-nız asla. Hak bildiğin yolda dimdik yürüdünüz. (...) Acı haberi duyunca ne yalan söyleyelim. Götürüp doğduğu köye türkülerle gömmek geldi içimden. Ama siz doğru olanı yaptınız. Öğretmenimin bir dünya vatandaşıydı. Bunca yıl yaşadım yeter bana diyerek ayrıldı aramızdan. Anısını yaşatmak boynumuzun borcu olsun.
Kazım Köroğlu / 03 Nisan 2007
Çözümsüzlük bilmezdi
Mahir'in bilgeliğine, Deniz'in cesaretine, İbrahim'in suskunluğuna sahipti. Boşuna değildi bunca emek, bunca çaba. Suladığın bu topraklarda daha nice çiçekler açacak...
Yücel Kaya
Artvin halkı unutmayacak
Enver abiyle Artvin sürecinin başından beri beraberim. Gerek Dev-Genç gerek Devrimci Yol sürecini bereber yaşadık. Gerçekten hem benim için hem arkadaşlarım için çok özel bir insandır Enver abi.(...) Ölüm haberi tüm arkadaşlarım gibi beni de şok etti. Toprağı bol olsun. Sevgili Enver Abi, Artvin halkı ve devrimciler seni asla unutmayacak
Sabri Çamur
Elveda bile diyemeden...
Enver Karagöz'ü tanır mıydınız? Bileniniz, göreniniz, tanıyanınız vardır elbet! Biz 12 Eylül siyasi göçmenleri onu "Enver Hoca" olarak bağrımıza basmıştık. O da dosdarını, arkadaşlarını, yol arkadaşlarını, can yoldaşlarını, insanları, hepimizi kucaklamıştı. Ansızın acı acı çaldı telefon. Gözyaşlarıyla yıkanmış haber sadece üç kelimeydi:
"Enver Hoca'yi kaybettik!" Donup kaldım! Kulaklarıma inanamadım! Vay Enver Hoca vay! Vay benim can yoldaşım, vay benim Artvinlim, Savsadım vay!
Daha iki ay önce, Hrant Dink'in kadedil-mesini protesto mitinginde, Köln'de birlikte yürümüştük. Sessiz sesiyle haykırıyordu nefes nefese: "Hepimiz Hrant'iz, hepimiz Ermeniyiz!" diye... Dom Kilisesi'nin önünde resimlerini çekmiştim. Sırtında yeşil parkası, kalbinin üstünde Hrant'ın resmi vardı. Çok resimlerini çekmiştim daha önceki yıllarda. Fotoğraf makinamda, kalbinin üstünde madalya gibi Hrant'ı taşıyan son resmi kaldı. Şimdi bu satırları yazarken bana bakıyor gülümseyerek! (...)
Türkiye, başka bir Türkiye idi o zaman. Gençler okuyor, araştırıyor, düşünüyor, yazıyor, örgüdeniyordu. Enver Karagöz de o gençlerden biriydi. Hem okuyor, hem yazıyor, hem haykırıyordu gür sesiyle! İyi bir örgütçüydü. Özü sözü bir devrimci gençti. Kendinden çok seviyordu yurdunu, toprağını, insanlarını...
Öğrencilik yıllarında olsun, öğretmenlik yıllarında olsun toplantılarda, mitinglerde, gösterilerde şiirler okurdu. En sevdiği şairlerden biri Nazım Hikmet'ti. Nazım Hikmet'in şiirlerileri sadece okumaz, yaşardı, yaşatırdı...
Enver'in sesi, dinleyenlerin damarlarına girer, akar giderdi ta akla kadar!
(...) 12 Eylül 1980 günü, tankların paletleri, silahların dipçikleriyle kesildi barışa, özgürlüğe, kardeşliğe giden yollar. Sınırsız bir kinle saldırıyorlardı devrimcilere, ilericilere, yeni bir düzen için mücadele edenlere.
12 Eylül sonrası altı yüz bin kadar insan gözaltına alındı, işkenceden geçirildi, sorgulandı, hesap soruldu... Enver Hoca da, esir alınmıştı. Ama teslim olmuyordu. Konuşmuyor, kimseyi ele vermiyordu. Ağır işkencelerle onu kana buladılar.
Enver Hoca, kana bulandı, ama alnına kara bir leke sürdürmedi. İşkenceciler onun onurlu tutumundan çılgına dönmüştü. Yapabilecekleri en büyük kötülüğü yaptılar:
Haydi bakalım bir daha oku o şiirleri! Haydi bir daha haykır bakalım o komünistin, o vatan hainin şiirlerini! diyerek bağa-zına kaynar su döktüler! Ses tellerini kaynar suyla yaktılar! Enver Hoca, boğazının yakılmasından sonra gırfiak kanseri oldu. Hapisten çıktı. Tedavi için Almanya'ya geldi. Almanya'ya iltica etti. İlticası kabul edildi. Tedavileri aralıksız devam ediyordu. Bazen bir lokma ekmek, bir damla su bile geçemedi boğazından. Ama Enver Hoca direndi. Sesi, sesini kaybetmişti. Fısıltı halinde zorlanarak konuşabiliyordu.
Gene şiirler yazdı. Gene şiirler okudu. Susmadı!
(...) Elveda! bile diyemeden ayrılmıştı kendini hem var eden, hem de kahreden topraklardan.
Uzun yıllar sürdü yurduna giden yolları açabilme uğraşı. Avukadar, dosyalar, araştırmalar, incelemeler derken yıllar geçti!
Nihayet 2004 yılında Türkiye'ye gidebilme imkânı doğdu. 18 yıl aradan sonra İstanbul Atatürk Havaalanı'nda ayaklarını kendi toprağına basmıştı. Pasaport kontrolundaki polis: "Siz biraz bizimle geliniz!" dedi. Terörle Mücadele Şubesi'ne götürdüler. Elini, gözünü bağladılar. "Açın gözünü!" dedi kirli bir ses: "Beni tanıdın mı?" dedi pis pis sırıtarak. Enver tanıdı... Erzurum'da boğazına kaynar su döken işte bu adamdı! İşkenceciler hala işbaşındaydı...
(...)Dün baş sağlığına gittim. Enver Hoca'nın evi dosdarıyla doluydu. Kemal Uzun, Hacı Mehmet, Azim Yalçın, Adnan... Enver Hoca'yı son yolculuğuna uğurlamanın hazırlığını yapıyorlardı.
(...) Ren nehri akıyordu okyanuslara doğru. Enver Hoca bir vardı, bir yok oldu! Toprağın bol olsun sevgili arkadaşım!
KEMAL YALÇIN - Bochum, 1 Nisan 2007
Devrimcilik insanlığa sahip çıkmaktır
Onunla 1981 yılında bir gece işkence sonrası Erzurum Mareşal Çakmak Askeri Has-tanesi'ne kaldırıldığımda tanıştım. Konuşa-mıyordu, kendi durumu neredeyse benden ağırdı. Aynı hücreye konduğumuzda hasretle boynuma sarıldı. Ameliyatımdan önce ve sonra kendi rahatsızlığını unutmuşcasına bana baktı. Morali her zaman yüksekti. Hastane personeliyle kurduğu iyi ilişkiler sayesinde hem dışarıdan haber almayı hem de diğer arkadaşlarla temas imkanını sağlamıştı. Söylenecek çok şey var. Tüm dostlarına sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Hamzet Irma
Can Dündar: Ses
Siz hiç sessiz kaldınız mı? Kalan birinden bahsedeceğim bugün: Enver Karagöz, Artvin'de öğretmendi. TÖB-DER'liydi. Eşiyle birlikte eğitimci olarak çalışmış, bütün ilerici eylemlerde ön safta yer almıştı. Sesi gürdü, edebiyata sevdalıydı. Mitinglerde ilk o söz alır, heyecanla şiirler okur, kitleleri dalgalandırırdı.
12 Eylül'de 650 bin kişiyle birlikte o da eşiyle birlikte gözaltına alındı. Gözetim yerine dönüştürülen Öğretmen Okulu'na götürüldü. Orada ağır işkenceden geçirildi. Kendinden geçip bayıldı. Sonra ansızın boğazında büyük bir acıyla uyandı.
İşkencecileri, kaşığın sapıyla ağzını aralamış ve boğazından aşağı kaynar su boşaltmıştı. Artık sesi yoktu.
***
Bu vahşette, bütün bir toplumun zorbalıkla suskunlaştırılmasının temsilini görüyorum ben... Karagöz'ün anılarını belgeleyen İnsan Hakları Vakfı danışmanı Ülkü Özen hatırlattı: Karagöz'ün işkencecileri ile Victor Jara'nınki-ler ne kadar da birbirine benziyor. Victor Jara Şililiydi. O da üniversitede öğretmendi. Aynı zamanda gitar çalıyordu. Ülkenin muhalif sesi olarak bilinen, bizim kuşağın efsane grubu İnti-İlimani'nin sanat danışmanıydı. Victor Jara, 1973'ün 11 Eylül sabahı üniversitede bir konsere giderken, elinde gitarıyla gözaltına alındı.
Askerler darbeyle yönetime el koymuştu. Jara da, silah zoruyla evlerinden alınıp başkent Santiago'daki stadyuma toplananların arasına kondu. Beklerken, gitarını çıkarıp "Venseremos"u ("Kazanacağız") çalmaya başladı. Şili sosyalistlerinin dillere destan marşıydı bu...
Az sonra sesler çoğaldı ve marş, stadyuma doldurulan 5 bin kişilik tutuklular korosu tarafından haykırarak söylenmeye başlandı. Askerler "kışkırtıcı"yı bulmakta gecikmedi. Jara götürülüp dövüldü. Özellikle gitar çalan ellerini dipçikliyorlardı. Yetmeyince parmaklarını kırdılar. Buna rağmen ıslıkla marşı söylemeye devam eden Jara, ancak dili ve bilekleri kesilerek susturulabildi.
Ardından da kurşuna dizildi. Geride kalan "sessizlik"te, Şili'de 35 bin muhalif öldürülecekti.
***
Gelelim bugüne:
Jara'nın grubu İnti-İlimani, müzikle muhalefetine sürgünde devam etti. Jara'nın anısını yaşatmayı sürdürdüler. Ve önceki yıl 11 Eylül'de, Şili darbesinin 30. yıldönümünde, Victor Jara'nın öldürüldüğü stadyuma onun adı verildi.
Şili halkı orada hâlâ "Kazanacağız" marşını söylüyor.
Enver Karagöz mü?
Gırtlak kanseri oldu.
Yıllarca siyasi mülteci olarak yurtdışında yaşadı. Şimdi Almanya'da...
Zor konuşuyor, ama yazılarıyla "ses vermeye" devam ediyor. 12 Eylül darbesinin 30. yıldönümünde Artvin Öğretmen Okulu "Enver Karagöz" adını alacak mı?
Bilmiyorum.
Neden mi?
25 yıl önce bizim stadyumun çevresindeki alkış sesi, "Kazanacağız" marşını ve sesi kesilenlerin haykırışını bastırdığındandır belki... O zamandan beri şiirsiz ve sessiziz.
Can Dündar (Bu yazı 13 Eylül 2005 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayınlandı)
arasorbul - 11. Apr, 10:58