BU KAVGA MAHKEMEDE DE BİTMEZ
Peşinen söyleyeyim: Münafıklığım devam ediyor. Kontrgerilla, Susurluk, Ergenekon... Bu bir zincirdir ve adeta dizi filmdir, ve mutlaka devamı vardır. Bundan kuşkum yok... Tek başına Veli Küçük ismi bile, bu çetenin Susurluk ile bağlantısını ortaya koymaya yetmiyor muydu? Bu konuda önyargılı olmak için yaşanmış bir gerçeklik var; siyasi cinayetler, suikastlar ve bilumum kirli işler... Zaten bu dava açıldığında, bu bağlamda, mahkeme kararını dahi beklemeden, kendi payıma “önyargımız son yargımızdır” diye yazmıştım. İbrahim Şahin’in krokisiyle yapılan kazıda bir takım silahlar bulundu. Ne yani, yasak yayın mı bulunacaktı?
Bu konuda kimsenin şakşakçısı olmadan tam da kendi bağımsız siyaset zeminimizden konuşmamızı sürdüreceğimiz bir gündeyiz. Yaptığı değerlendirmeyle benim de hissiyatımı dile getiren Doğan Tılıç’ın sözlerini tekrarlayayım: Her iki tarafı da demokrat olmayan bir çatışmanın, iktidar içi bir çatışma olarak kalacağını ve yapısal bir dönüşüme yol açmayacağını biliyorum...
Hakikaten bir yere varılmak isteniyorsa, Veli Küçük ve İbrahim Şahin ile Susurluk vb. bağlantılara giden yola olur olmaz yollara sapılmadan devam edilsin. O zaman sizi desteklemeyen namerttir.
Peki, “İkili iktidar?” “Mutabakat?” “Yiyin birbirinizi!” Bunlara ne oldu?
Şöyle oldu: Müesses nizam bünyesinde askeriye ve hükümet şeklinde tecelli eden ikili iktidar bir süredir yekvücutmuş gibi oldu... Çelişkili zoraki ittifak durumları ortaya çıktı. Ancak her zoraki ittifaktan bekleneceği üzere, burada da belden aşağı vurmak, punduna getirmek, konjonktür kollamak mubah sayılıyor olmalı. Yoksa, “Mutabakat bir kere ihlal edilince bir şeycikler olmaz paşam” diye hesap mı yapılmıştır? Bilemem...
Bildiğim şudur ki, yine birbirlerini yiyorlar ama sanki bu kez adabımuaşeret kuralına dikkat ediliyor gibi. Bir nevi ikram şeklinde: “Paşam şunu, yani İbrahim’i alabilir miyim?” “Buyur, afiyet olsun...” “Paşam ya Kanadoğlu?” “Azıcık ucundan tadına bakabilirsin, ama gözaltına almak yok!” “Peki paşam, Tuncer Kılınç?” “Yok öyle şey, abartma artık!” Ve netekim tahliye...
Şunu demek istiyorum: Başbuğ, Gül ve Erdoğan ile ne konuştu elbette bilemeyiz. Ancak filmin karelerini, gördüğümüz yerden geriye sarabilme imkânına sahibiz. Mesela, Tuncer Kılınç serbest bırakıldı ya, “Hah demek ki bunu konuşmuşlardır!” Öyle mi? Nereden bileyim...
Şimdi şunu merak ediyorum: Bakalım, ikinci adımda, hükümet kendi cenahından hangi ikramlarda bulunacak? Ve şunu takdir ediyorum: Televizyondaki “Yemekteyiz” programının reyting rekorları kırması boşuna değilmiş.
Öte yandan “Ergenekon soruşturması” kendi klişelerini de yaratmadı mı? Zamanlaması mesela... Gazze konusunda CHP İsrail’i kınayan bir önerge verdi ve AKP oylarıyla reddedildi, ama son dalga sayesinde hükümetin İsrail kankası olduğu kamuoyundan gizlendi. İkinci klişe de soruşturmada kurunun yanında yaş da yanar pervasızlığıyla herkesi şaşırtan atraksiyonlar... Sadece “fikir suçlusu” olabilir diyebileceklerimiz ile kamuoyu indinde zaten suçlu görülen ve pis işlere bulaşmış herifler aynı polis minibüsüne bindiriliyor. Öyle ki muhafazakâr kesimlerin gözdesi Yargıtay Onursal Başsavcısı Sami Selçuk dahi hayretler içinde şöyle diyor: “Umarım savcı ne yaptığını biliyordur, bunca yıllık meslek hayatımda böyle bir iddianame görmedim.” Ya da DTP eş başkanı Ayna olan bitene bakıp “derin devlet el değiştiriyor” değerlendirmesini yapabiliyor.
Ortadoğu yangını, ekonomik kriz, Kürt meselesi, yolsuzluklar, yerel seçimler orta yerdeyken... AKP’nin derdi şimdi Türkiye’de demokratikleşmenin önünü açacak adil bir mahkeme midir? Hadi oradan! AKP’nin derdi elbette ki iktidar oyunudur. Bu zihniyettekiler daha dün “fasa fiso, gulu gulu dansı” diye algıladıkları Susurluk’un hesabını da, merak etmeyin, ancak Mahkeme-i Kübra’ya havale edip işlerine bakacaktır. Çünkü bu mesele mahkemede değil sofrada bitecektir. “Yiyin efendiler yiyin bu hanı iştiha sizin!” diye bildiğimiz paylaşım sofrasında...
Öyleyse? “Yemekteyiz” programının izleyicileri olmaktan çıkmak lazım!
melihpekdemir@birgun.net / 12:46 12 Ocak 2009
Bu konuda kimsenin şakşakçısı olmadan tam da kendi bağımsız siyaset zeminimizden konuşmamızı sürdüreceğimiz bir gündeyiz. Yaptığı değerlendirmeyle benim de hissiyatımı dile getiren Doğan Tılıç’ın sözlerini tekrarlayayım: Her iki tarafı da demokrat olmayan bir çatışmanın, iktidar içi bir çatışma olarak kalacağını ve yapısal bir dönüşüme yol açmayacağını biliyorum...
Hakikaten bir yere varılmak isteniyorsa, Veli Küçük ve İbrahim Şahin ile Susurluk vb. bağlantılara giden yola olur olmaz yollara sapılmadan devam edilsin. O zaman sizi desteklemeyen namerttir.
Peki, “İkili iktidar?” “Mutabakat?” “Yiyin birbirinizi!” Bunlara ne oldu?
Şöyle oldu: Müesses nizam bünyesinde askeriye ve hükümet şeklinde tecelli eden ikili iktidar bir süredir yekvücutmuş gibi oldu... Çelişkili zoraki ittifak durumları ortaya çıktı. Ancak her zoraki ittifaktan bekleneceği üzere, burada da belden aşağı vurmak, punduna getirmek, konjonktür kollamak mubah sayılıyor olmalı. Yoksa, “Mutabakat bir kere ihlal edilince bir şeycikler olmaz paşam” diye hesap mı yapılmıştır? Bilemem...
Bildiğim şudur ki, yine birbirlerini yiyorlar ama sanki bu kez adabımuaşeret kuralına dikkat ediliyor gibi. Bir nevi ikram şeklinde: “Paşam şunu, yani İbrahim’i alabilir miyim?” “Buyur, afiyet olsun...” “Paşam ya Kanadoğlu?” “Azıcık ucundan tadına bakabilirsin, ama gözaltına almak yok!” “Peki paşam, Tuncer Kılınç?” “Yok öyle şey, abartma artık!” Ve netekim tahliye...
Şunu demek istiyorum: Başbuğ, Gül ve Erdoğan ile ne konuştu elbette bilemeyiz. Ancak filmin karelerini, gördüğümüz yerden geriye sarabilme imkânına sahibiz. Mesela, Tuncer Kılınç serbest bırakıldı ya, “Hah demek ki bunu konuşmuşlardır!” Öyle mi? Nereden bileyim...
Şimdi şunu merak ediyorum: Bakalım, ikinci adımda, hükümet kendi cenahından hangi ikramlarda bulunacak? Ve şunu takdir ediyorum: Televizyondaki “Yemekteyiz” programının reyting rekorları kırması boşuna değilmiş.
Öte yandan “Ergenekon soruşturması” kendi klişelerini de yaratmadı mı? Zamanlaması mesela... Gazze konusunda CHP İsrail’i kınayan bir önerge verdi ve AKP oylarıyla reddedildi, ama son dalga sayesinde hükümetin İsrail kankası olduğu kamuoyundan gizlendi. İkinci klişe de soruşturmada kurunun yanında yaş da yanar pervasızlığıyla herkesi şaşırtan atraksiyonlar... Sadece “fikir suçlusu” olabilir diyebileceklerimiz ile kamuoyu indinde zaten suçlu görülen ve pis işlere bulaşmış herifler aynı polis minibüsüne bindiriliyor. Öyle ki muhafazakâr kesimlerin gözdesi Yargıtay Onursal Başsavcısı Sami Selçuk dahi hayretler içinde şöyle diyor: “Umarım savcı ne yaptığını biliyordur, bunca yıllık meslek hayatımda böyle bir iddianame görmedim.” Ya da DTP eş başkanı Ayna olan bitene bakıp “derin devlet el değiştiriyor” değerlendirmesini yapabiliyor.
Ortadoğu yangını, ekonomik kriz, Kürt meselesi, yolsuzluklar, yerel seçimler orta yerdeyken... AKP’nin derdi şimdi Türkiye’de demokratikleşmenin önünü açacak adil bir mahkeme midir? Hadi oradan! AKP’nin derdi elbette ki iktidar oyunudur. Bu zihniyettekiler daha dün “fasa fiso, gulu gulu dansı” diye algıladıkları Susurluk’un hesabını da, merak etmeyin, ancak Mahkeme-i Kübra’ya havale edip işlerine bakacaktır. Çünkü bu mesele mahkemede değil sofrada bitecektir. “Yiyin efendiler yiyin bu hanı iştiha sizin!” diye bildiğimiz paylaşım sofrasında...
Öyleyse? “Yemekteyiz” programının izleyicileri olmaktan çıkmak lazım!
melihpekdemir@birgun.net / 12:46 12 Ocak 2009
arasorbul - 12. Jan, 12:59