Oğuzhan Müftüoğlu: 12 Eylül'ün mağduru değil muhattabıyız
*12 Eylül darbesine karşı mücadele eden topluluğun bir bireyi olarak kendimi 12 Eylül mağduru olarak görmüyorum. Türkiye'nin o günkü mevcut düzenine karşı, o faşist diktatörlüğe karşı mücadele ettik, onun bir bedeli varsa bunu ödedik. Ölenlerimiz de ödedi canlarıyla, cezaevlerinde işkencelerle ödedik. Burda bir mağduriyet söz konusu değildir. Biz 12 Eylül'ün muhatabıyız.
*Evet 12 Eylül'ün mağdurları vardır. MHP'liler kendilerini mağdur olarak hissetmişlerdir. Çünkü 12 Eylül'ü yapan güçlerle aynı saftaydılar. O yüzden yöneticileri 'fikrimiz iktidarda biz içerdeyiz' demiş ve kendilerini mağdur görmüşlerdir. Öyledir, ihtilaller bazen kendi evlatlarını yer.
*AKP'nin neoliberal politikalarını desteklemek için darbecilik konusunda ortaya çıkan arkadaşlar burjuvazinin, sınıfların, sömürü düzeninin ve emperyalizmin bu olayla ilişkisini gizlemek için büyük çaba sarfediyorlar. Bu doğrusu sosyalist olma iddiasındaki birisi için çok büyük ayıptır.
*Anayasa değişikliği 12 Eylül'ün esasına, özüne dokunmuyor. Bir bina düşünün temeli duruyor, çatısı duruyor, yapısı duruyor, içinde oturanlar duruyor. Biraz dışını boyuyorlar, kapısının tokmağının rengini değiştiriyorlar buna razı olmazsan sen eskiyi savunmuş oluyorsun diyorlar. Böyle bir saçmalık olabilir mi?
AKP‘nin Kendisi Darbe Ürünüdür
Yönetenler bir azınlığın çıkarlarını sanki toplumun genel çıkarıymış gibi göstermek isterler. Son zamanlarda Anayasa değişikliği üzerine yapılan tartışmalar bütün toplumun çıkarına bir tartışma değildir ama iktidar çevreleri bunu toplumun önemli bir değişimin eşiğinde bulunduğu şeklinde anlaşılacak şekilde kavratmak, toplumu öyle inandırmak istiyorlar. Bu yönetme anlayışının önemli bir unsurudur.
Bu bir aldatmacadır. Ne 12 Eylül ile hesaplaşmadır ne de öyle sunulduğu gibi toplumun genel çıkarına olan bir değişimden söz etmek mümkündür. Çünkü aslında AKP ve tüm düzen partileri 12 Eylül‘ün ürünüdür, onun devamıdırlar. Tartışmanın ileri aşamalarında belki daha ayrıntılı anlatmaya çalışacağım ama peşinen söyleyeyim AKP 28 Şubat sürecinde Erbakan‘ın tasfiye edilmesiyle dolaylı olarak müdahale ile kurdurulmuş bir partidir, arkasındaki uluslar arası güçlerin olduğu çok iyi bilinen bir partidir. Bu bakımdan AKP‘nin ne 12 Eylül ile hesaplaşmaya niyeti vardır ne de 12 Eylül‘ün kalıntılarını ortadan kaldırmak gibi bir niyeti vardır. Bugünkü tartışmanın esası son on yıldır Türkiye‘de AKP eliyle sürdürülmeye çalışılan neoliberal yeni toplum düzeninin sürdürülmesi çabasından başka bir şey değildir.
28 Şubat‘tan sonra AKP‘nin kurulmuş olmasının kanıtı nedir diyorlar? Ortada değil mi? 28 Şubat‘ta Erbakan‘ın Milli Görüş çizgisindeki Refah Partisi tasfiye edildi. Daha sonra onun içerisinden bir grup Milli Görüş‘ün anti-Amerikan kimi görüşlerini bir kenara bırakarak daha liberal görüşler etrafında bir parti kurdu. Bu partinin bütün programı ve kuruluş mantığı da küresel sermayenin politikalarına uygun görüşler benimsediler, daha önce AB‘ye karşı iken AB çizgisini benimsediler. Bütün bunlar bir kanıt değil midir? Bunlar için bir de belge mi sunmam gerekiyor.
Emperyalizmin Rolünü Anlamadan Darbeler Açıklanamaz
12 Eylül dahil bütün yaşadığımız tarihsel süreçlere çok farklı açılardan bakıyoruz. 12 Eylül darbesini kim yaptı? Niçin yapıldı 12 Eylül? 12 Eylül darbesi Türkiye‘deki üç beş tane generalin aklına, biz idareye el koyalım, insanlara işkence yapalım, diye aklına gelipde mi idareye el koydular.
Bir süredir ezberleri bozacağız diye başlayan bir süreç var. Ne sınıf ne emperyalizm ne düzen ne sömürü ne sermaye hiçbir şey akla gelmiyor bütün tarihsel ve toplumsal olaylar bir devlet-toplum çelişkisi, askeri vesayet-sivil vesayet içinde anlatılmak isteniyor. Yok böyle bir şey. Sosyalistin litaratüründe yok böyle bir şey. Yüz yıldır diyor bir arkadaş Türkiye askeri bürokrasi ile burjuvazi ya da toplum arasındaki mücadeleye sahne oluyor. Böyle bir gerçek var mı?
Ben 12 Eylül‘ü, 12 Mart‘ı yaşamış bir insanım. 27 Mayıs‘ı da yaşadık evet. 12 Mart‘da darbe niçin yapıldı, 27 Mayıs‘da darbe niçin yapıldı? Bunun analizini yapabiliyor muyuz? 12 Mart‘la, 12 Eylül‘le hesaplaşmak onun kimler tarafından yapıldığını, hangi sınıflar tarafından yapıldığını ortaya koyarak o düzenle hesaplaşmak demektir.
Hatırlayın 12 Eylül yapıldığı zaman Amerikan başkanları niçin ‘bizim çocuklar başardı‘ diyerek sevindiler. Şu gerçek bütün toplumun gözünden saklanıyor. 12 Eylül yalnızca Türkiye‘de anarşi-terör diye nitelenen olaylar yüzünden gerçekleştirilmiş bir darbe değildir. Evet, 12 Eylül öncesinde bir mücadele vardır, sağ-sol mücadelesi de vardır fakat Türkiye‘yi böyle bir darbeye sürükleyen gerçekler tamamen farklıdır.
Şu unutulmamalıdır. Üç darbeyi de yapan ordu NATO‘ya bağlı bir ordudur. NATO ABD emperyalizminin denetiminde ve ABD emperyalizminin politikalarını uygulayan bir kurumdur. Başka hiçbir şey değildir. Bazı arkadaşlara bunlar klişe gibi gelebilirler. Ama bunu öğrenmezlerse hiçbir şey anlayamazlar. Yaşanan tarihle ilgili hiçbir şey anlayamazlar.
12 Eylül‘ün Mağduru Değil Muhatabıyız
Biz kendimizi 12 Eylül mağduru olarak görmeyiz. 12 Eylül‘ün muhatabıyız. Bir arkadaş 12 Eylül‘den mağdur olanlar en çok konuşma hakkının kendilerinde olduğunu iddia ediyorlar,dedi. Öyle bir iddiaam yok. Elbette bugünün gençlerinin özellikle 12 Eylül‘ü bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için konuşuyorum. 12 Eylül darbesinden bir yıl önce böyle bir darbenin geldiğini Türkiye‘ye ilan etmiş bir topluluğuz. Ve böyle bir darbenin gerçekleşmemesi için Türkiye‘deki bütün demokratları ve aydınları mücadeleye çağırmış bir topluluğuz. Nihayet 12 Eylül olup gerçekleştirildikten sonra da, bir çoklarının iddia ettiği gibi teslim olmayan, 12 Eylül darbesine karşı Türkiye‘nin her yerinde mücadele etmiş bir topluluğuz. Ankara‘da yaşayanlar bilirler, Ankara‘nın sokakları pankartlarla, korsan gösterilerle cınlatılmıştır. Darbeden dört ay sonra Devrimci Yol operasyonu tamamlandıktan sonra bizim direnişimiz kesintiye uğramış ve ardından 1984 yılına kadar da 12 Eylül darbesine karşı mücadele Türkiye‘nin dağlarında ve şehirlerinde mücadele devam etmiş.
Bu yüzden ben 12 Eylül darbesine karşı mücadele eden topluluğun bir bireyi olarak kendimi 12 Eylül mağduru olarak görmüyorum. Türkiye‘nin o günkü mevcut düzenine karşı, o faşist diktatörlüğe karşı mücadele ettik, onun bir bedeli varsa bunu ödedik. Ölenlerimiz de ödedi canlarıyla, cezaevlerinde işkencelerle ödedik. Burda bir mağduriyet söz konusu değildir. Bunu düzeltmek isterim.
Mağdur olanlar vardır. 12 Eylül‘ü bir tür bürokrasi ve askeri vesayet arasındaki mücadele olarak görenler vardır. O dönemi yaşayanlar çok iyi bilirler 12 Eylül‘den önce sağ partilerin hepsi orduyu müdahaleye çağırıyorlardı. MHP sıkıyönetimi istiyordu. Adalet Partisi sıkıyönetimi istiyordu. Kahramanmaraş olayları sonrasında Meclis‘te sıkıyönetim ilan edildiği zaman üç sağ partinin lideri Erbakan, Türkeş ve Demirel birbirlerini kucaklayarak sevinç gösterileri yaptılar. Bunlar arşivlerde vardır.
Ben o dönemde çalışmakta olduğu dergide sıkıyönetimin Türkiye‘nin bir askeri darbeye götürülmesinin bir basamağı olduğunu ve Ecevet hükümetinin sonu olduğunu söyledim. Türkiye‘de askeri darbeler sola karşı yapılmıştır. Ordunun bir NATO emrinde bir ordu olduğu unutulmamalıdır. Ordunun komite konseyi NATO‘nun denetimi altındadır. Bütün darbeler NATO onayıyla gerçekleşmiştir. Askeri darbelere yol açtığı iddia edilen bütün katliamlar, bütün provokasyonlar kontgerillayla, özel harp dairesi ile ilgilidir diye ifade edilir. Özel Harp Dairesi‘nin, parası kendileri tarafından ödenerek, ABD tarafından kurulduğunu herkes biliyor. Türkiye Gerçekleri‘nde biliyor.
AKP iktidarı bunlarla hesaplaşmak adına kozmik odaya girdi. O zaman BirGün gazetesi ‘Kozmik Odadaki Herşey Açıklansın‘ diye manşet atmıştı. O kozmik odada bütün bu gerçekler var. Niçin bütün bunları toplumun bilgisine sunmuyorlar, açıklamıyorlar. Bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum. Evet 12 Eylül‘ün mağdurları vardır. Konuğunuz olan Yaşar Okuyan‘da buna dahildir. MHP‘liler kendilerini mağdur olarak hissetmişlerdir. Çünkü devrimciler bir başka saftaydı onlar 12 Eylül‘ü yapan güçlerle aynı saftaydılar. O yüzden yöneticileri ‘fikrimiz iktidarda biz içerdeyiz‘ demiş ve kendilerini mağdur görmüşlerdir. Ugruna mücadele ettikleri bir dava başarıya ulaşıyor ama kendileri içeri atılıyorlar, işkence görüyorlar hatta idam ediliyorlar. Öyledir, ihtilaller bazen kendi evlatlarını yer.
Anayasalar sistemin-düzenin üst yapı kurumlarıdır. Bir ülkedeki üretim ilişkileri sisteminin kanuni ve hukuku statüsünü oluştururlar. 12 Eylül‘den bu ülkenin daha önce kurulmuş düzeni değişmedi. Arada değişik kapitalist uygulama sistemine yöneltilmiştir. Cumhuriyet‘in ilk dönemlerinde daha çok devletçilik. DP‘nin kurulmasından sonra ithal ikamecilik diye ifade edilen ve bağımlı ekonominin geliştiği, yukarıdan aşağıya geliştirilen bir kapitalizmle 1980‘e gelinmiştir.
AKP 12 Eylül‘e Karşı Mı?
12 Eylül döneminde değişik çevrelerin sağın ve solun 12 Eylül‘e tavrı farklı olmuştur. AKP acaba 12 Eylül‘e karşı mıdır değil midir? Bir cümle okuyacağım. "Bu düşman kıskıvrak yakalama.. Ve bir zaferdir. İçtimaî bünyenin harici bir kısım eracifden temizlenme, arındırılma düşüncesiyle onu aslına irca zaferidir." Bu Fethullah Gülen‘e ait bir cümledir ve Kenan Evren‘in 12 Eylül‘ü yaptığı için doğrudan cennete gideceğini de yazmıştır o dönem içerisinde. Şimdi soruyorum, o cemaatin bir parçası olduğu bilinen bir iktidar 12 Eylül ile hesaplaşabilir mi? O zaman bu düşünceleri savunurken bunun özeleştirisini vermeden bugün 12 Eylül ile hesaplaşılabilinir mi?
Bugün yapılan nedir? Niçin o dönemde darbelerin savunucusuyken bugün darbe karşıtıymış görünülmeye çalışıyor bu kesimler. Bu çok açıktır. Demin söyledim bütün darbeler Türkiye‘deki düzenin korunması için egemen sınıflar çıkarına ama en çok da ABD‘nin bölge politikalarına uygun gerçekleşmiştir. Amerika‘nın, emperyalizminin rolünü hesaba katmaksızın hiçbir darbenin anlaşılması mümkün değildir. Şu da bir gerçektir Sovyetler Birliği‘nin çözülmesinden sonra ABD o zamana kadarki soğuk savaş politikalarını terk etmiştir. Bizim gibi ülkelerde askeri darbeleri sola karşı kullanma ihtiyacı kalmamıştır. Orduları artık bu darbeci gelenekten uzaklaştırarak bir tür demokrasi, liberal demokrasi projesine yönelmiştir. Bu neoliberal politikaların üst yapısını kurma açısından da olağan bir gelişmedir. Devlet yapıları, anayasal düzenler, hukuki düzenler buna göre düzenlenmektedir. AKP iktidarı bir yandan ekonomiyi uluslarararası sermayenin yeni yönelimleri doğrultusunda liberalize ederken, bunun önündeki engelleri de ortadan kaldırarak buna uygun üst yapı da kurmak istiyor. Şimdiki anayasa değişikliği de AKP‘nin on yıldır sürdürdüğü politikaların yani eğitimin, sağlığın paralı hale getirilmesinin, özelleştirmelerin çok kısaca ifade etmek gerekirse Tekel işçilerini sokağa atma politikalarına anayasal desteğini oluşturmaya çalışmaktadır. Soldan veya sağdan bu referanduma evet verecek olanlar AKP‘nin bu uygulamalarına evet demiş olacaktır.
Emperyalizmin ve Sınıfların Rolünü Saklayarak Sosyalist Olunamaz
Biraz önce bana, 27 Mayıs‘ta Amerika‘nın rolü var mıdır, diye soruldu. İncelensin bulunur. Türkiye 1950‘lerden sonra Amerika‘nın ordu sisteminin içerisine girmiştir. 27 Mayıs‘taki orta rutbeli subayların büyük çoğunluğu Amerika‘da eğitim görmüştür. Bir geçiş sürecedir. Ama şunu unutmamak gerekir DP 1950‘den sonra ekonomik olarak sıkışmaya başlamıştır. 1960 ihtilalinden önce bir devalüasyon yapmak zorunda kalmıştır. ABD‘den istediği ek kredileri alamamıştır. Sovyetlere gitmeye hazırlanmaktaydı, darbe o koşullar içinde gerçekleşmiştir.
12 Mart da darbenin nasıl gerçekleştiği incelenirse onun arkasındaki sınıf gerçekliği görülebilir. 12 Mart öncesinde de Türkiye bir devalüasyon geçirmiştir. Türkiye‘deki egemen burjuvazinin yöneten partisi olan AP içerisinde çok önemli sınıf ayrımları ortaya çıkmıştır. Erbakan ayrı bir parti kurmuştur. Bir yönetim krizi ile karşı karşıya kalınmıştır. Ve bu boşluğu doldurmak için darbe gerçekleşmiştir. Ayrıca 12 Mart üzerindeki ABD rolü çok iyi biliniyor, 12 Mart‘ı gerçekleştiren generallerin darbe öncesi ABD‘ye gittiği biliniyor. Bunlar ayrıntılıdır.
Kendilerini sosyalist olarak ifade eden arkadaşların bu darbeler söz konusu olduğunda sınıf meselesini, emperyalizm meselesini ‘hayır canım onlar o kadar da değil‘ derken hatırlamalarını ben garipsiyorum. Bu Türkiye‘deki tekelci burjuvazinin ve uluslar arası burjuvazinin rolünü gizlemek için neden bu kadar çok çaba sarfediliyor, üç beş tane generalin sırtına neden yıkılabiliyor. O generaller darbeyi bir çırpıda yaparken bugün neden yapamıyorlar. 12 Eylül‘ün, 12 Mart‘ın on katı daha fazla darbenin yapılmasına ortam varken neden yapamıyorlar. Bakın gazetecilikte bir söz vardır, köpeğin insanı ısırması değil insanın köpeği ısırması haberdir, derler. Türkiye‘de darbe olması, askerlerin yönetime müdahale etmesi 50 yıldır yaşadığımız gerçeklik içinde doğaldır. Son yimi yıldır bütün koşullara rağmen darbe olamıyor. Niçin? Çünkü darbenin arkasındaki güçler darbeciliği terk etti. Bunu Amerikan ideologları, Pentagon‘dakiler bütün dünyaya yazıyor. Artık bir liberal demokrasiler çağı açtılar. Ben demiyorum ki Türkiye‘de her şey Amerika‘nın rolüyle tıkır tıkı işliyor. Hayır yerli burjuvazinin ve ABD‘nin rolü göz önüne alınmaksızın yaşananlar anlaşılamaz diyorum.
Özellikle AKP‘nin neoliberal politikalarını desteklemek için darbecilik konusunda ortaya çıkan arkadaşlar burjuvazinin, sınıfların, sömürü düzeninin ve emperyalizmin bu olayla ilişkisini gizlemek için büyük çaba sarfediyorlar. Bu doğrusu sosyalist olma iddiasındaki birisi için çok büyük ayıptır.
Ölümü Gösterip Sıtmaya Razı Edilmeye Karşı Çıktığımız İçin Devrimciyiz
Şimdi anayasada bir takım değişiklikler var. Bunlar ifade ettiğim gibi yeni düzenin ihtiyacı olan kimi değişikliklerdir. Şunu söylüyorlar yetersiz ama yine de evet diyen arkadaşlar. Ne de olsa 12 Eylül‘de ufak tefek değişiklikler var. bu bildik ölümü gösterip sıtmaya razı etme anlayışıdır. Biz buna karşı çıktığımız, razı olmadığımız için devrimciyiz.
Anayasa tartışması bu düzen içindeki sınıf çatışmaların bir ifadesidir. Ben bu düzenin kökten değişmesi gerektiğini savunan bir insanım. 12 Eylül döneminde de bugün de geçerli olan bu düzenin bir sömürü düzeni olduğunu işçi sınıfının, Kürtlerin, ezilen halkların tamamen yoksulluk içerisinde bırakıldığı bir düzendir. Köklü bir biçimde değişmeksizin bu toplumun sorunlarının çözülemeyeceğine inanan bir insanım.
Anayasa değişikliği 12 Eylül‘ün esasına, özüne dokunmuyor. Bir bina düşünün temeli duruyor, çatısı duruyor, yapısı duruyor, içinde oturanlar duruyor. Biraz dışını boyuyorlar, kapısının tokmağının rengini değiştiriyorlar buna razı olmazsan sen eskiyi savunmuş oluyorsun diyorlar. Böyle bir saçmalık olabilir mi?
*22 Temmuz Perşembe günü, NTV‘de ‘NTV Soruyor‘ da ‘12 Eylül ve Referandum‘ başlığıyla yapılan programda Oğuzhan Müftüoğlu‘nun yaptığı konuşma metninin çözümüdür.
*Evet 12 Eylül'ün mağdurları vardır. MHP'liler kendilerini mağdur olarak hissetmişlerdir. Çünkü 12 Eylül'ü yapan güçlerle aynı saftaydılar. O yüzden yöneticileri 'fikrimiz iktidarda biz içerdeyiz' demiş ve kendilerini mağdur görmüşlerdir. Öyledir, ihtilaller bazen kendi evlatlarını yer.
*AKP'nin neoliberal politikalarını desteklemek için darbecilik konusunda ortaya çıkan arkadaşlar burjuvazinin, sınıfların, sömürü düzeninin ve emperyalizmin bu olayla ilişkisini gizlemek için büyük çaba sarfediyorlar. Bu doğrusu sosyalist olma iddiasındaki birisi için çok büyük ayıptır.
*Anayasa değişikliği 12 Eylül'ün esasına, özüne dokunmuyor. Bir bina düşünün temeli duruyor, çatısı duruyor, yapısı duruyor, içinde oturanlar duruyor. Biraz dışını boyuyorlar, kapısının tokmağının rengini değiştiriyorlar buna razı olmazsan sen eskiyi savunmuş oluyorsun diyorlar. Böyle bir saçmalık olabilir mi?
AKP‘nin Kendisi Darbe Ürünüdür
Yönetenler bir azınlığın çıkarlarını sanki toplumun genel çıkarıymış gibi göstermek isterler. Son zamanlarda Anayasa değişikliği üzerine yapılan tartışmalar bütün toplumun çıkarına bir tartışma değildir ama iktidar çevreleri bunu toplumun önemli bir değişimin eşiğinde bulunduğu şeklinde anlaşılacak şekilde kavratmak, toplumu öyle inandırmak istiyorlar. Bu yönetme anlayışının önemli bir unsurudur.
Bu bir aldatmacadır. Ne 12 Eylül ile hesaplaşmadır ne de öyle sunulduğu gibi toplumun genel çıkarına olan bir değişimden söz etmek mümkündür. Çünkü aslında AKP ve tüm düzen partileri 12 Eylül‘ün ürünüdür, onun devamıdırlar. Tartışmanın ileri aşamalarında belki daha ayrıntılı anlatmaya çalışacağım ama peşinen söyleyeyim AKP 28 Şubat sürecinde Erbakan‘ın tasfiye edilmesiyle dolaylı olarak müdahale ile kurdurulmuş bir partidir, arkasındaki uluslar arası güçlerin olduğu çok iyi bilinen bir partidir. Bu bakımdan AKP‘nin ne 12 Eylül ile hesaplaşmaya niyeti vardır ne de 12 Eylül‘ün kalıntılarını ortadan kaldırmak gibi bir niyeti vardır. Bugünkü tartışmanın esası son on yıldır Türkiye‘de AKP eliyle sürdürülmeye çalışılan neoliberal yeni toplum düzeninin sürdürülmesi çabasından başka bir şey değildir.
28 Şubat‘tan sonra AKP‘nin kurulmuş olmasının kanıtı nedir diyorlar? Ortada değil mi? 28 Şubat‘ta Erbakan‘ın Milli Görüş çizgisindeki Refah Partisi tasfiye edildi. Daha sonra onun içerisinden bir grup Milli Görüş‘ün anti-Amerikan kimi görüşlerini bir kenara bırakarak daha liberal görüşler etrafında bir parti kurdu. Bu partinin bütün programı ve kuruluş mantığı da küresel sermayenin politikalarına uygun görüşler benimsediler, daha önce AB‘ye karşı iken AB çizgisini benimsediler. Bütün bunlar bir kanıt değil midir? Bunlar için bir de belge mi sunmam gerekiyor.
Emperyalizmin Rolünü Anlamadan Darbeler Açıklanamaz
12 Eylül dahil bütün yaşadığımız tarihsel süreçlere çok farklı açılardan bakıyoruz. 12 Eylül darbesini kim yaptı? Niçin yapıldı 12 Eylül? 12 Eylül darbesi Türkiye‘deki üç beş tane generalin aklına, biz idareye el koyalım, insanlara işkence yapalım, diye aklına gelipde mi idareye el koydular.
Bir süredir ezberleri bozacağız diye başlayan bir süreç var. Ne sınıf ne emperyalizm ne düzen ne sömürü ne sermaye hiçbir şey akla gelmiyor bütün tarihsel ve toplumsal olaylar bir devlet-toplum çelişkisi, askeri vesayet-sivil vesayet içinde anlatılmak isteniyor. Yok böyle bir şey. Sosyalistin litaratüründe yok böyle bir şey. Yüz yıldır diyor bir arkadaş Türkiye askeri bürokrasi ile burjuvazi ya da toplum arasındaki mücadeleye sahne oluyor. Böyle bir gerçek var mı?
Ben 12 Eylül‘ü, 12 Mart‘ı yaşamış bir insanım. 27 Mayıs‘ı da yaşadık evet. 12 Mart‘da darbe niçin yapıldı, 27 Mayıs‘da darbe niçin yapıldı? Bunun analizini yapabiliyor muyuz? 12 Mart‘la, 12 Eylül‘le hesaplaşmak onun kimler tarafından yapıldığını, hangi sınıflar tarafından yapıldığını ortaya koyarak o düzenle hesaplaşmak demektir.
Hatırlayın 12 Eylül yapıldığı zaman Amerikan başkanları niçin ‘bizim çocuklar başardı‘ diyerek sevindiler. Şu gerçek bütün toplumun gözünden saklanıyor. 12 Eylül yalnızca Türkiye‘de anarşi-terör diye nitelenen olaylar yüzünden gerçekleştirilmiş bir darbe değildir. Evet, 12 Eylül öncesinde bir mücadele vardır, sağ-sol mücadelesi de vardır fakat Türkiye‘yi böyle bir darbeye sürükleyen gerçekler tamamen farklıdır.
Şu unutulmamalıdır. Üç darbeyi de yapan ordu NATO‘ya bağlı bir ordudur. NATO ABD emperyalizminin denetiminde ve ABD emperyalizminin politikalarını uygulayan bir kurumdur. Başka hiçbir şey değildir. Bazı arkadaşlara bunlar klişe gibi gelebilirler. Ama bunu öğrenmezlerse hiçbir şey anlayamazlar. Yaşanan tarihle ilgili hiçbir şey anlayamazlar.
12 Eylül‘ün Mağduru Değil Muhatabıyız
Biz kendimizi 12 Eylül mağduru olarak görmeyiz. 12 Eylül‘ün muhatabıyız. Bir arkadaş 12 Eylül‘den mağdur olanlar en çok konuşma hakkının kendilerinde olduğunu iddia ediyorlar,dedi. Öyle bir iddiaam yok. Elbette bugünün gençlerinin özellikle 12 Eylül‘ü bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için konuşuyorum. 12 Eylül darbesinden bir yıl önce böyle bir darbenin geldiğini Türkiye‘ye ilan etmiş bir topluluğuz. Ve böyle bir darbenin gerçekleşmemesi için Türkiye‘deki bütün demokratları ve aydınları mücadeleye çağırmış bir topluluğuz. Nihayet 12 Eylül olup gerçekleştirildikten sonra da, bir çoklarının iddia ettiği gibi teslim olmayan, 12 Eylül darbesine karşı Türkiye‘nin her yerinde mücadele etmiş bir topluluğuz. Ankara‘da yaşayanlar bilirler, Ankara‘nın sokakları pankartlarla, korsan gösterilerle cınlatılmıştır. Darbeden dört ay sonra Devrimci Yol operasyonu tamamlandıktan sonra bizim direnişimiz kesintiye uğramış ve ardından 1984 yılına kadar da 12 Eylül darbesine karşı mücadele Türkiye‘nin dağlarında ve şehirlerinde mücadele devam etmiş.
Bu yüzden ben 12 Eylül darbesine karşı mücadele eden topluluğun bir bireyi olarak kendimi 12 Eylül mağduru olarak görmüyorum. Türkiye‘nin o günkü mevcut düzenine karşı, o faşist diktatörlüğe karşı mücadele ettik, onun bir bedeli varsa bunu ödedik. Ölenlerimiz de ödedi canlarıyla, cezaevlerinde işkencelerle ödedik. Burda bir mağduriyet söz konusu değildir. Bunu düzeltmek isterim.
Mağdur olanlar vardır. 12 Eylül‘ü bir tür bürokrasi ve askeri vesayet arasındaki mücadele olarak görenler vardır. O dönemi yaşayanlar çok iyi bilirler 12 Eylül‘den önce sağ partilerin hepsi orduyu müdahaleye çağırıyorlardı. MHP sıkıyönetimi istiyordu. Adalet Partisi sıkıyönetimi istiyordu. Kahramanmaraş olayları sonrasında Meclis‘te sıkıyönetim ilan edildiği zaman üç sağ partinin lideri Erbakan, Türkeş ve Demirel birbirlerini kucaklayarak sevinç gösterileri yaptılar. Bunlar arşivlerde vardır.
Ben o dönemde çalışmakta olduğu dergide sıkıyönetimin Türkiye‘nin bir askeri darbeye götürülmesinin bir basamağı olduğunu ve Ecevet hükümetinin sonu olduğunu söyledim. Türkiye‘de askeri darbeler sola karşı yapılmıştır. Ordunun bir NATO emrinde bir ordu olduğu unutulmamalıdır. Ordunun komite konseyi NATO‘nun denetimi altındadır. Bütün darbeler NATO onayıyla gerçekleşmiştir. Askeri darbelere yol açtığı iddia edilen bütün katliamlar, bütün provokasyonlar kontgerillayla, özel harp dairesi ile ilgilidir diye ifade edilir. Özel Harp Dairesi‘nin, parası kendileri tarafından ödenerek, ABD tarafından kurulduğunu herkes biliyor. Türkiye Gerçekleri‘nde biliyor.
AKP iktidarı bunlarla hesaplaşmak adına kozmik odaya girdi. O zaman BirGün gazetesi ‘Kozmik Odadaki Herşey Açıklansın‘ diye manşet atmıştı. O kozmik odada bütün bu gerçekler var. Niçin bütün bunları toplumun bilgisine sunmuyorlar, açıklamıyorlar. Bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum. Evet 12 Eylül‘ün mağdurları vardır. Konuğunuz olan Yaşar Okuyan‘da buna dahildir. MHP‘liler kendilerini mağdur olarak hissetmişlerdir. Çünkü devrimciler bir başka saftaydı onlar 12 Eylül‘ü yapan güçlerle aynı saftaydılar. O yüzden yöneticileri ‘fikrimiz iktidarda biz içerdeyiz‘ demiş ve kendilerini mağdur görmüşlerdir. Ugruna mücadele ettikleri bir dava başarıya ulaşıyor ama kendileri içeri atılıyorlar, işkence görüyorlar hatta idam ediliyorlar. Öyledir, ihtilaller bazen kendi evlatlarını yer.
Anayasalar sistemin-düzenin üst yapı kurumlarıdır. Bir ülkedeki üretim ilişkileri sisteminin kanuni ve hukuku statüsünü oluştururlar. 12 Eylül‘den bu ülkenin daha önce kurulmuş düzeni değişmedi. Arada değişik kapitalist uygulama sistemine yöneltilmiştir. Cumhuriyet‘in ilk dönemlerinde daha çok devletçilik. DP‘nin kurulmasından sonra ithal ikamecilik diye ifade edilen ve bağımlı ekonominin geliştiği, yukarıdan aşağıya geliştirilen bir kapitalizmle 1980‘e gelinmiştir.
AKP 12 Eylül‘e Karşı Mı?
12 Eylül döneminde değişik çevrelerin sağın ve solun 12 Eylül‘e tavrı farklı olmuştur. AKP acaba 12 Eylül‘e karşı mıdır değil midir? Bir cümle okuyacağım. "Bu düşman kıskıvrak yakalama.. Ve bir zaferdir. İçtimaî bünyenin harici bir kısım eracifden temizlenme, arındırılma düşüncesiyle onu aslına irca zaferidir." Bu Fethullah Gülen‘e ait bir cümledir ve Kenan Evren‘in 12 Eylül‘ü yaptığı için doğrudan cennete gideceğini de yazmıştır o dönem içerisinde. Şimdi soruyorum, o cemaatin bir parçası olduğu bilinen bir iktidar 12 Eylül ile hesaplaşabilir mi? O zaman bu düşünceleri savunurken bunun özeleştirisini vermeden bugün 12 Eylül ile hesaplaşılabilinir mi?
Bugün yapılan nedir? Niçin o dönemde darbelerin savunucusuyken bugün darbe karşıtıymış görünülmeye çalışıyor bu kesimler. Bu çok açıktır. Demin söyledim bütün darbeler Türkiye‘deki düzenin korunması için egemen sınıflar çıkarına ama en çok da ABD‘nin bölge politikalarına uygun gerçekleşmiştir. Amerika‘nın, emperyalizminin rolünü hesaba katmaksızın hiçbir darbenin anlaşılması mümkün değildir. Şu da bir gerçektir Sovyetler Birliği‘nin çözülmesinden sonra ABD o zamana kadarki soğuk savaş politikalarını terk etmiştir. Bizim gibi ülkelerde askeri darbeleri sola karşı kullanma ihtiyacı kalmamıştır. Orduları artık bu darbeci gelenekten uzaklaştırarak bir tür demokrasi, liberal demokrasi projesine yönelmiştir. Bu neoliberal politikaların üst yapısını kurma açısından da olağan bir gelişmedir. Devlet yapıları, anayasal düzenler, hukuki düzenler buna göre düzenlenmektedir. AKP iktidarı bir yandan ekonomiyi uluslarararası sermayenin yeni yönelimleri doğrultusunda liberalize ederken, bunun önündeki engelleri de ortadan kaldırarak buna uygun üst yapı da kurmak istiyor. Şimdiki anayasa değişikliği de AKP‘nin on yıldır sürdürdüğü politikaların yani eğitimin, sağlığın paralı hale getirilmesinin, özelleştirmelerin çok kısaca ifade etmek gerekirse Tekel işçilerini sokağa atma politikalarına anayasal desteğini oluşturmaya çalışmaktadır. Soldan veya sağdan bu referanduma evet verecek olanlar AKP‘nin bu uygulamalarına evet demiş olacaktır.
Emperyalizmin ve Sınıfların Rolünü Saklayarak Sosyalist Olunamaz
Biraz önce bana, 27 Mayıs‘ta Amerika‘nın rolü var mıdır, diye soruldu. İncelensin bulunur. Türkiye 1950‘lerden sonra Amerika‘nın ordu sisteminin içerisine girmiştir. 27 Mayıs‘taki orta rutbeli subayların büyük çoğunluğu Amerika‘da eğitim görmüştür. Bir geçiş sürecedir. Ama şunu unutmamak gerekir DP 1950‘den sonra ekonomik olarak sıkışmaya başlamıştır. 1960 ihtilalinden önce bir devalüasyon yapmak zorunda kalmıştır. ABD‘den istediği ek kredileri alamamıştır. Sovyetlere gitmeye hazırlanmaktaydı, darbe o koşullar içinde gerçekleşmiştir.
12 Mart da darbenin nasıl gerçekleştiği incelenirse onun arkasındaki sınıf gerçekliği görülebilir. 12 Mart öncesinde de Türkiye bir devalüasyon geçirmiştir. Türkiye‘deki egemen burjuvazinin yöneten partisi olan AP içerisinde çok önemli sınıf ayrımları ortaya çıkmıştır. Erbakan ayrı bir parti kurmuştur. Bir yönetim krizi ile karşı karşıya kalınmıştır. Ve bu boşluğu doldurmak için darbe gerçekleşmiştir. Ayrıca 12 Mart üzerindeki ABD rolü çok iyi biliniyor, 12 Mart‘ı gerçekleştiren generallerin darbe öncesi ABD‘ye gittiği biliniyor. Bunlar ayrıntılıdır.
Kendilerini sosyalist olarak ifade eden arkadaşların bu darbeler söz konusu olduğunda sınıf meselesini, emperyalizm meselesini ‘hayır canım onlar o kadar da değil‘ derken hatırlamalarını ben garipsiyorum. Bu Türkiye‘deki tekelci burjuvazinin ve uluslar arası burjuvazinin rolünü gizlemek için neden bu kadar çok çaba sarfediliyor, üç beş tane generalin sırtına neden yıkılabiliyor. O generaller darbeyi bir çırpıda yaparken bugün neden yapamıyorlar. 12 Eylül‘ün, 12 Mart‘ın on katı daha fazla darbenin yapılmasına ortam varken neden yapamıyorlar. Bakın gazetecilikte bir söz vardır, köpeğin insanı ısırması değil insanın köpeği ısırması haberdir, derler. Türkiye‘de darbe olması, askerlerin yönetime müdahale etmesi 50 yıldır yaşadığımız gerçeklik içinde doğaldır. Son yimi yıldır bütün koşullara rağmen darbe olamıyor. Niçin? Çünkü darbenin arkasındaki güçler darbeciliği terk etti. Bunu Amerikan ideologları, Pentagon‘dakiler bütün dünyaya yazıyor. Artık bir liberal demokrasiler çağı açtılar. Ben demiyorum ki Türkiye‘de her şey Amerika‘nın rolüyle tıkır tıkı işliyor. Hayır yerli burjuvazinin ve ABD‘nin rolü göz önüne alınmaksızın yaşananlar anlaşılamaz diyorum.
Özellikle AKP‘nin neoliberal politikalarını desteklemek için darbecilik konusunda ortaya çıkan arkadaşlar burjuvazinin, sınıfların, sömürü düzeninin ve emperyalizmin bu olayla ilişkisini gizlemek için büyük çaba sarfediyorlar. Bu doğrusu sosyalist olma iddiasındaki birisi için çok büyük ayıptır.
Ölümü Gösterip Sıtmaya Razı Edilmeye Karşı Çıktığımız İçin Devrimciyiz
Şimdi anayasada bir takım değişiklikler var. Bunlar ifade ettiğim gibi yeni düzenin ihtiyacı olan kimi değişikliklerdir. Şunu söylüyorlar yetersiz ama yine de evet diyen arkadaşlar. Ne de olsa 12 Eylül‘de ufak tefek değişiklikler var. bu bildik ölümü gösterip sıtmaya razı etme anlayışıdır. Biz buna karşı çıktığımız, razı olmadığımız için devrimciyiz.
Anayasa tartışması bu düzen içindeki sınıf çatışmaların bir ifadesidir. Ben bu düzenin kökten değişmesi gerektiğini savunan bir insanım. 12 Eylül döneminde de bugün de geçerli olan bu düzenin bir sömürü düzeni olduğunu işçi sınıfının, Kürtlerin, ezilen halkların tamamen yoksulluk içerisinde bırakıldığı bir düzendir. Köklü bir biçimde değişmeksizin bu toplumun sorunlarının çözülemeyeceğine inanan bir insanım.
Anayasa değişikliği 12 Eylül‘ün esasına, özüne dokunmuyor. Bir bina düşünün temeli duruyor, çatısı duruyor, yapısı duruyor, içinde oturanlar duruyor. Biraz dışını boyuyorlar, kapısının tokmağının rengini değiştiriyorlar buna razı olmazsan sen eskiyi savunmuş oluyorsun diyorlar. Böyle bir saçmalık olabilir mi?
*22 Temmuz Perşembe günü, NTV‘de ‘NTV Soruyor‘ da ‘12 Eylül ve Referandum‘ başlığıyla yapılan programda Oğuzhan Müftüoğlu‘nun yaptığı konuşma metninin çözümüdür.
arasorbul - 26. Jul, 10:17