Başka bir sol için başka bir program
Eveeet… Üçüncü haftada yine solun programı hakkında yazmak kabak tadı verse de, "mübarek bir taamdır" mazeretine sığınıp birkaç şey daha söylemek istiyorum. (Şunu da itiraf etmeliyim: Aslında bu hafta yazma imkanım yoktu, ben de şu anda "yedek" yazımı kullanıyorum.)
Solun programı, sol tahayyül nasıl inanılır kılınacak sorununun çözümü düzleminde de ele alınabilir. Bu düzlemde zihniyet ya da ideolojik bakımdan modernite –postmodernite ikilemini aşmak zorunlu. Modernist paradigmanın, solun bir önceki tarihsel dönemine damgasını vurduğu aşikar; kuşkusuz solun da moderniteye yönelik eleştirileri oldu ve bu şekilde sol da moderniteyi kimi zaman etkiledi. Peki günümüzde moderniteyle kurulan ilişkinin tamamen koparılıp bu kez post moderniteyle benzer bir ilişkinin kurulması mı gerekiyor? Kimi zaman feminist, ekolojik, anti militarist sıfatları taşıyan "yeni toplumsal hareketler", toplumsal sınıf yerine toplumsal kimliklere yapılan vurgular, post modern bir paradigma çerçevesinde değerlendiriliyor. Açıkça konuşmak gerekirse, özgürlükçü sosyalizmi savunanlar da, bir ayağı modernitede diğer ayağı post modernitede bir görünüm sergileyebiliyor. Sınıf mücadelesine atıfta bulunurken, ezilen sınıfların sorunlarını ele alırken, kimlikler dünyasına giden yeni yollar da keşfedilebiliyor. Toplumu kimliklere göre sınıflandırıp, toplumsal sınıfları (devre dışı bırakmak söz konusu olmasa da) "alt kimlik" düzeyinde ele almak gerekir mi? Ya da özgürlükçü sosyalizm bakımından bir "üst kimlik" ihtiyacı var mıdır?
Öte yandan post modern kavramların lügatimize dahil edilmesi, AB süreci tartışmalarıyla daha da etkili hale gelebiliyor. Dolayısıyla yukarı daki sorulara verilecek cevaplar, AB sürecinde atılacak adımların yönelimini ve temposunu da belirleyecektir. Özgürlükçü sol, post modern reçeteleri aynen benimsediği zaman, bu süreçte başkalarının adımlarına ayak uydurarak, hizaya girebilir. Ama kendi iradesiyle, kavramlarıyla ve temposuyla bu sürece müdahil olmak istiyorsa, önce ayaklarını yere sıkı basmalı. Bu yüzden, bana göre, post modernizm eleştirisini de ihmal etmeyen bir program tasarlanmalıdır.
Şimdilerde (BOP stratejisi gölgesinde) AB dolayımında gerçekleşen tepeden ve dışarıdan "demokratikleşme" nereye kadar gidebilir? Eski faşizan yapı tamamen tasfiye edilmediği sürece, bunun çekirdeği, şimdiki adıyla "derin devlet", aynen duracak. Üstüne AB müktesebatının gereği kat kat demokratikleşme kılıfları giydirilse bile, bu demokratikleşme katmanları arttıkça, kalınlaştıkça, bu çekirdek daha da derinde kalmış oluyor; yani arz ettiği tehlike devam ediyor ve kısacası bizde "demokratikleşme" böyle oluyor efendiler! AB üyeliğine atılan adımla burjuva demokratik devrim "programı" tamamlandı deyince de kimileri şaşırıyor. Ama neden şaşı rmak gereksin ki? Zira bu derin devlet fenomeni "en düzgün" burjuva demokrasilerinde bile var olmuştu ve hala da vardır nitekim. Bir farkı bizimki gibi sakil olmaması; ikincisi de, ayyuka çıktığında yine bizdekinden farklı olarak biraz üstüne gidiliyor gidilmesine de, tamamen tasfiye edilmesi oralarda da mümkün olmuyor. Çünkü derin sermaye ve derin piyasa, en demokratik rejimlerde bile bir nevi derin devleti el altında tutuyor. İşte bu yüzden mevcut düzeni külliyen değiştirmek lazım, burjuva demokrasisi gelse bile değiştirmek lazım.
28 Şubat dönemindeki rejim krizi belki aşıldı ama şimdi AB sürecinde kendini yeniden üretebiliyor. Kriz karşısında kendi iç dinamiklerimizi Avrupa’daki yoldaş dinamiklerimizle çoğaltacağımız bu konjonktür, solun programında özel olarak ele alınmalı. Ezcümle, başka bir Türkiye başka bir sol ile mümkün, yeter ki bu başka sol artık herkesi ikna edebileceği başka bir programa sahip olabilsin.
19.12.2005
Melih Pekdemir
Solun programı, sol tahayyül nasıl inanılır kılınacak sorununun çözümü düzleminde de ele alınabilir. Bu düzlemde zihniyet ya da ideolojik bakımdan modernite –postmodernite ikilemini aşmak zorunlu. Modernist paradigmanın, solun bir önceki tarihsel dönemine damgasını vurduğu aşikar; kuşkusuz solun da moderniteye yönelik eleştirileri oldu ve bu şekilde sol da moderniteyi kimi zaman etkiledi. Peki günümüzde moderniteyle kurulan ilişkinin tamamen koparılıp bu kez post moderniteyle benzer bir ilişkinin kurulması mı gerekiyor? Kimi zaman feminist, ekolojik, anti militarist sıfatları taşıyan "yeni toplumsal hareketler", toplumsal sınıf yerine toplumsal kimliklere yapılan vurgular, post modern bir paradigma çerçevesinde değerlendiriliyor. Açıkça konuşmak gerekirse, özgürlükçü sosyalizmi savunanlar da, bir ayağı modernitede diğer ayağı post modernitede bir görünüm sergileyebiliyor. Sınıf mücadelesine atıfta bulunurken, ezilen sınıfların sorunlarını ele alırken, kimlikler dünyasına giden yeni yollar da keşfedilebiliyor. Toplumu kimliklere göre sınıflandırıp, toplumsal sınıfları (devre dışı bırakmak söz konusu olmasa da) "alt kimlik" düzeyinde ele almak gerekir mi? Ya da özgürlükçü sosyalizm bakımından bir "üst kimlik" ihtiyacı var mıdır?
Öte yandan post modern kavramların lügatimize dahil edilmesi, AB süreci tartışmalarıyla daha da etkili hale gelebiliyor. Dolayısıyla yukarı daki sorulara verilecek cevaplar, AB sürecinde atılacak adımların yönelimini ve temposunu da belirleyecektir. Özgürlükçü sol, post modern reçeteleri aynen benimsediği zaman, bu süreçte başkalarının adımlarına ayak uydurarak, hizaya girebilir. Ama kendi iradesiyle, kavramlarıyla ve temposuyla bu sürece müdahil olmak istiyorsa, önce ayaklarını yere sıkı basmalı. Bu yüzden, bana göre, post modernizm eleştirisini de ihmal etmeyen bir program tasarlanmalıdır.
Şimdilerde (BOP stratejisi gölgesinde) AB dolayımında gerçekleşen tepeden ve dışarıdan "demokratikleşme" nereye kadar gidebilir? Eski faşizan yapı tamamen tasfiye edilmediği sürece, bunun çekirdeği, şimdiki adıyla "derin devlet", aynen duracak. Üstüne AB müktesebatının gereği kat kat demokratikleşme kılıfları giydirilse bile, bu demokratikleşme katmanları arttıkça, kalınlaştıkça, bu çekirdek daha da derinde kalmış oluyor; yani arz ettiği tehlike devam ediyor ve kısacası bizde "demokratikleşme" böyle oluyor efendiler! AB üyeliğine atılan adımla burjuva demokratik devrim "programı" tamamlandı deyince de kimileri şaşırıyor. Ama neden şaşı rmak gereksin ki? Zira bu derin devlet fenomeni "en düzgün" burjuva demokrasilerinde bile var olmuştu ve hala da vardır nitekim. Bir farkı bizimki gibi sakil olmaması; ikincisi de, ayyuka çıktığında yine bizdekinden farklı olarak biraz üstüne gidiliyor gidilmesine de, tamamen tasfiye edilmesi oralarda da mümkün olmuyor. Çünkü derin sermaye ve derin piyasa, en demokratik rejimlerde bile bir nevi derin devleti el altında tutuyor. İşte bu yüzden mevcut düzeni külliyen değiştirmek lazım, burjuva demokrasisi gelse bile değiştirmek lazım.
28 Şubat dönemindeki rejim krizi belki aşıldı ama şimdi AB sürecinde kendini yeniden üretebiliyor. Kriz karşısında kendi iç dinamiklerimizi Avrupa’daki yoldaş dinamiklerimizle çoğaltacağımız bu konjonktür, solun programında özel olarak ele alınmalı. Ezcümle, başka bir Türkiye başka bir sol ile mümkün, yeter ki bu başka sol artık herkesi ikna edebileceği başka bir programa sahip olabilsin.
19.12.2005
Melih Pekdemir
arasorbul - 20. Dez, 22:46
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/1306896/modTrackback