Muğlalı Paşa dediysem
Muğlalı Paşa dediysem, Muğla'da ikamet etmekte olan mahut mutekalt paşadan söz etmiyorum. Ahmet Arif’in "33 kurşun" şiirinde bir paşa var ya, işte ondan söz ediyorum. Hani şöyle yazmıştı şair: "Şifre buyurmuş bir paşa / vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız / kirvem, hal i arı mı aynen böyle yaz / rivayet sanılır belki / gül memeler değil / domdom kurşunu / paramparça ağzımdaki."
Peki, şiirde anlatılan hadise neydi? Sene 1943 idi... Mehabat Kürt cumhuriyeti'nin kurulduğu dönemde bu coğrafya müthiş hareketliydi. Van valiliği zamanın İçişleri Bakanı Recep Peker'in de onayıyla gizli bir karar atmıştı. Bölgede jandarmanın kontrolünde, devletle resmen ilişkisi gözükmeyecek tarzda bir çete kurulacak ve bununla hayvan kaçakçılığıyla da iştigal eden kürtlere misilleme yapılacaktı. Ancak Ankara bu kararından kısa sürede vazgeçti. Van valiliği de Özalp Kaymakamı'na çetenin dağıtılması emrini verdi. Lakin kaymakam bu işten nemalanıyordu. Toz duman içindeki günlerde 40 kadar Kürt köylüsü gözaltına alındı, ama mahkeme bunların çoğunu serbest bıraktı. Daha sonra bir sürü söylenti üzerine Genelkurmay, 3. Ordu Komutanı Mustafa Muğlalı'ya bölgeye gitmesini bildirdi. Özalp'e gelen paşanın emriyle, serbest bırakılan 35 kişi tekrar gözaltına alındı ve biri kadın biri 11 yaşında çocuk 33 kişi "dağların kuytuluk bir kenarında" kurşuna dizildiler. Bu olay duyulmasına rağmen işlem yapılmadı. Ancak 1946'da çok partili dönemle birlikte tekrar gündeme geldi. Yargılanan Muğlalı, önce ölüm cezasına ardından da hafifletici nedenlerle 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karar askeri yargıtay tarafından bozuiduysa da, Muğlalı yeni yargılama başlamadan 11 Aralık 1951 tarihinde cezaevinde öldü.
Peki kimdi bu paşa? Birinci Dünya Ssavaşı'nda her cephede harp etmiş, işgal yıllarında Ankara'ya adı önceden "zabitan" olan "yavuz grubu”nda istihbarat ve cephane akıtan gruba komuta etmiş, Menemen ayaklanması sonrasında kurulan İstiklal Mahkeme'sine başkan olarak tayin edilmişti. 28 Şubat döneminde TSK Muğlalı'nın naaşını şehitliğe naklettirdi ve Genelkurmay bahçesindeki "ölmezler yolu"na da heykelini diktirdi.
2004 yılında ise Özalp İlçesi’ndeki jandarma sınır taburunun adı Mustafa Muğlalı kıstası oldu. Paşa, savunmasında, "kürtlere ilişkin davranışları normal kurallar altında çözmek imkansızdır," demişti. Muğlalı Paşa, yargılanması boyunca bütün sorumluluğu üzerine almış ve zamanın hükümetini hiçbir şekilde suçlamamıştı. Yaptıklarını uzun süre reddeden Muğlalı, sonlara doğru, "bu memur ve subaylara ben emir verdim, onların bir suçu yoktur..." demesi nedeniyle basında ve çeşitli çevrelerde takdir toplamıştı.
Muğlalı böylece "mağdur kahramanlar" arasında yerini almış; hatta bu, bir "sendrom" haline dönüştürülmüştü. Askerlerin çeşitli dönemlerde (12 eylül ve 28 şubat öncesinde) "sorunları çözeriz, ama Muğlalı Paşa olmak istemeyiz" dedikleri, rivayet olunmuştu. (Peki "sendrom" ne demek? sözlüklere göre, hastalık belirtisi; özel bir bozukluğu belirleyen, bir arada görülen, teşhisi kolaylaştıran bulgu ve belirtilerin tümü.) Mesela Çatlı'nın silah arkadaşı emekli yarbay Korkut Eken gibiler bile savunulurken, "mertliği, kahramanlığı ve milli fayda”yı anlatmak için, "Muğlalı Paşa" örneğine pek sık başvurulmuştu. Belki de tarihi bir dönemeçteyiz de pek farkında değiliz. Çünkü artık bu Muğlalı sendromundan eser yok. Muğla'da ki Paşa "yine asarım yine keserim, icabı dahilinde yine darbe yaparım" diyor.. Bir başka paşa, Yaşar Büyükanıt, "yargılanmaktan gurur duyarım" diyor ve ekliyor:"dağlarda çarpıştık, mahkemede savunurum." Ortada henüz bir dava ve yargılama, hatta bunun ihtimali yok; ama komutanlar topluca büyük tepki veriyor, siyaset çarşısı karışıyor... Genelkurmay, hukuki prosedüre işaret eden açıklamasında, yargı sürecinde ordunun ayrıcalıklı durumunu vurguluyor, karar makamının Genelkurmay Başkanlığı olduğunu hatırlatıyor.
Zurna işte burada "zırt" diyor! Sivil ve asker eşitsizliği işte burada ortaya çıkıyor. Genelkurmay Başkanı hayır derse komutan yargılanmayacak, üstelik, "soruşturma izni" verilip dava açılsa bile suçlanan askeri yargılayacak mahkeme üyesinin, yargılanan kişinin iki üst rütbesi olması gerektiğinden bu yine mümkün olmayacakmış. Çünkü orgenerallerin yargılanabileceği biç akla gelmemiş; yani yasa oluşturulurken yönetim kademesindeki askerlerin yargı önüne hiç çıkmayacağı varsayılmış. Kuşkusuz yargı bağımsız olsun. Hiç kimse (iş adamı, tarikat şeyhi, siyasetçi vesaire) herhangi bir savcının nasıl iddianame yazacağına müdahale etmesin. Herkes yargı önünde eşit olsun.. Ama bütün bunlar bir yana... Hatta, öyle bir iddiada bulunayım ki kimse bu iddialarıma inanmasın dedirten bir iddianame dahi bir yana.. Ve hatta bu türden bir iddianameyle, Şemdinli olaylarının örtbas edilmekte olması dahi bir yana.. Peki, "Büyükanıt'ın Genel Kurmay Başkanlığını önleyecek bir komplo" tam da onun Genelkurmay Başkanlığını kaçınılmaz kılacak şekilde, önündeki bütün engelleri ortadan kaldıracak şekilde sahneye konulmuş olmadı mı?
İddianamenin hukuki boyutundan bir şey çıkmayacağını herkes söylüyor. İddianame, hakikaten Erdoğan'ın kucağına pimi çekilerek atılmış bir el bombası gibi. Artık Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanı olması önünde siyasi engel kalmadı, deniliyor. Üstelik son birkaç gündür düğmeye basıldı; gazete manşetlerinde ibre, hızla iddianameye karşı şeriat tehlikesine doğru dönmüş vaziyettedir.
Öyleyse? Tamam, Tudeh'in (iran komünist partisi) makus talihini yaşamayalım; demokratikleşiyoruz sanırken molla demokrasisinin iğvasına kanmayalım. Ama mesela "bu iddianame bize bir şey söylemeye çalışıyor" diyen Can Dündar'a da kulak verelim: Nicedir kokusunu aldığımız, izlerine rastladığımız, kanıtlarını aradığımız bir şeyler mi söz konusudur? Bölgede hâlâ kan dökülmesine neden olan bir savaş sonrası hesaplaşmasının, bir rant kavgasının "ipuçları mıdır bunlar?” diye sormaya da devam edelim.
Savcı'nın karısının başı örtülü mü diye kontrol edilmesi, başı açık çıkınca şaşırılması, "milliyetçi" olduğu söylenince daha da şaşırılması, bizi şaşırtmasın. Evet. Orta yerde bir karmaşa var; burası açık. Belki de olup bitenler o kadar basit ki.. Zarf içinde zarf Genelkurmay Başkanı, ya da Cumhurbaşkanı kim olacak? Bu toz dumanda amerikan parmağı İran öncesinde neremize, hangi bölgemize girip çıkacak? Fesupanallah..... Evet, zarf içinde zarf; ve açıkçası memleketin çoğunluğu işin aslı astarını henüz bilemiyor. Buna belki savcı bile dahildir. Bilenler kıs kıs gülüyordur. Gülen kim? Fethullah Gülen mi dediniz? Güldürmeyin insanı...
Birgün- Melih Pekdemir
Peki, şiirde anlatılan hadise neydi? Sene 1943 idi... Mehabat Kürt cumhuriyeti'nin kurulduğu dönemde bu coğrafya müthiş hareketliydi. Van valiliği zamanın İçişleri Bakanı Recep Peker'in de onayıyla gizli bir karar atmıştı. Bölgede jandarmanın kontrolünde, devletle resmen ilişkisi gözükmeyecek tarzda bir çete kurulacak ve bununla hayvan kaçakçılığıyla da iştigal eden kürtlere misilleme yapılacaktı. Ancak Ankara bu kararından kısa sürede vazgeçti. Van valiliği de Özalp Kaymakamı'na çetenin dağıtılması emrini verdi. Lakin kaymakam bu işten nemalanıyordu. Toz duman içindeki günlerde 40 kadar Kürt köylüsü gözaltına alındı, ama mahkeme bunların çoğunu serbest bıraktı. Daha sonra bir sürü söylenti üzerine Genelkurmay, 3. Ordu Komutanı Mustafa Muğlalı'ya bölgeye gitmesini bildirdi. Özalp'e gelen paşanın emriyle, serbest bırakılan 35 kişi tekrar gözaltına alındı ve biri kadın biri 11 yaşında çocuk 33 kişi "dağların kuytuluk bir kenarında" kurşuna dizildiler. Bu olay duyulmasına rağmen işlem yapılmadı. Ancak 1946'da çok partili dönemle birlikte tekrar gündeme geldi. Yargılanan Muğlalı, önce ölüm cezasına ardından da hafifletici nedenlerle 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karar askeri yargıtay tarafından bozuiduysa da, Muğlalı yeni yargılama başlamadan 11 Aralık 1951 tarihinde cezaevinde öldü.
Peki kimdi bu paşa? Birinci Dünya Ssavaşı'nda her cephede harp etmiş, işgal yıllarında Ankara'ya adı önceden "zabitan" olan "yavuz grubu”nda istihbarat ve cephane akıtan gruba komuta etmiş, Menemen ayaklanması sonrasında kurulan İstiklal Mahkeme'sine başkan olarak tayin edilmişti. 28 Şubat döneminde TSK Muğlalı'nın naaşını şehitliğe naklettirdi ve Genelkurmay bahçesindeki "ölmezler yolu"na da heykelini diktirdi.
2004 yılında ise Özalp İlçesi’ndeki jandarma sınır taburunun adı Mustafa Muğlalı kıstası oldu. Paşa, savunmasında, "kürtlere ilişkin davranışları normal kurallar altında çözmek imkansızdır," demişti. Muğlalı Paşa, yargılanması boyunca bütün sorumluluğu üzerine almış ve zamanın hükümetini hiçbir şekilde suçlamamıştı. Yaptıklarını uzun süre reddeden Muğlalı, sonlara doğru, "bu memur ve subaylara ben emir verdim, onların bir suçu yoktur..." demesi nedeniyle basında ve çeşitli çevrelerde takdir toplamıştı.
Muğlalı böylece "mağdur kahramanlar" arasında yerini almış; hatta bu, bir "sendrom" haline dönüştürülmüştü. Askerlerin çeşitli dönemlerde (12 eylül ve 28 şubat öncesinde) "sorunları çözeriz, ama Muğlalı Paşa olmak istemeyiz" dedikleri, rivayet olunmuştu. (Peki "sendrom" ne demek? sözlüklere göre, hastalık belirtisi; özel bir bozukluğu belirleyen, bir arada görülen, teşhisi kolaylaştıran bulgu ve belirtilerin tümü.) Mesela Çatlı'nın silah arkadaşı emekli yarbay Korkut Eken gibiler bile savunulurken, "mertliği, kahramanlığı ve milli fayda”yı anlatmak için, "Muğlalı Paşa" örneğine pek sık başvurulmuştu. Belki de tarihi bir dönemeçteyiz de pek farkında değiliz. Çünkü artık bu Muğlalı sendromundan eser yok. Muğla'da ki Paşa "yine asarım yine keserim, icabı dahilinde yine darbe yaparım" diyor.. Bir başka paşa, Yaşar Büyükanıt, "yargılanmaktan gurur duyarım" diyor ve ekliyor:"dağlarda çarpıştık, mahkemede savunurum." Ortada henüz bir dava ve yargılama, hatta bunun ihtimali yok; ama komutanlar topluca büyük tepki veriyor, siyaset çarşısı karışıyor... Genelkurmay, hukuki prosedüre işaret eden açıklamasında, yargı sürecinde ordunun ayrıcalıklı durumunu vurguluyor, karar makamının Genelkurmay Başkanlığı olduğunu hatırlatıyor.
Zurna işte burada "zırt" diyor! Sivil ve asker eşitsizliği işte burada ortaya çıkıyor. Genelkurmay Başkanı hayır derse komutan yargılanmayacak, üstelik, "soruşturma izni" verilip dava açılsa bile suçlanan askeri yargılayacak mahkeme üyesinin, yargılanan kişinin iki üst rütbesi olması gerektiğinden bu yine mümkün olmayacakmış. Çünkü orgenerallerin yargılanabileceği biç akla gelmemiş; yani yasa oluşturulurken yönetim kademesindeki askerlerin yargı önüne hiç çıkmayacağı varsayılmış. Kuşkusuz yargı bağımsız olsun. Hiç kimse (iş adamı, tarikat şeyhi, siyasetçi vesaire) herhangi bir savcının nasıl iddianame yazacağına müdahale etmesin. Herkes yargı önünde eşit olsun.. Ama bütün bunlar bir yana... Hatta, öyle bir iddiada bulunayım ki kimse bu iddialarıma inanmasın dedirten bir iddianame dahi bir yana.. Ve hatta bu türden bir iddianameyle, Şemdinli olaylarının örtbas edilmekte olması dahi bir yana.. Peki, "Büyükanıt'ın Genel Kurmay Başkanlığını önleyecek bir komplo" tam da onun Genelkurmay Başkanlığını kaçınılmaz kılacak şekilde, önündeki bütün engelleri ortadan kaldıracak şekilde sahneye konulmuş olmadı mı?
İddianamenin hukuki boyutundan bir şey çıkmayacağını herkes söylüyor. İddianame, hakikaten Erdoğan'ın kucağına pimi çekilerek atılmış bir el bombası gibi. Artık Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanı olması önünde siyasi engel kalmadı, deniliyor. Üstelik son birkaç gündür düğmeye basıldı; gazete manşetlerinde ibre, hızla iddianameye karşı şeriat tehlikesine doğru dönmüş vaziyettedir.
Öyleyse? Tamam, Tudeh'in (iran komünist partisi) makus talihini yaşamayalım; demokratikleşiyoruz sanırken molla demokrasisinin iğvasına kanmayalım. Ama mesela "bu iddianame bize bir şey söylemeye çalışıyor" diyen Can Dündar'a da kulak verelim: Nicedir kokusunu aldığımız, izlerine rastladığımız, kanıtlarını aradığımız bir şeyler mi söz konusudur? Bölgede hâlâ kan dökülmesine neden olan bir savaş sonrası hesaplaşmasının, bir rant kavgasının "ipuçları mıdır bunlar?” diye sormaya da devam edelim.
Savcı'nın karısının başı örtülü mü diye kontrol edilmesi, başı açık çıkınca şaşırılması, "milliyetçi" olduğu söylenince daha da şaşırılması, bizi şaşırtmasın. Evet. Orta yerde bir karmaşa var; burası açık. Belki de olup bitenler o kadar basit ki.. Zarf içinde zarf Genelkurmay Başkanı, ya da Cumhurbaşkanı kim olacak? Bu toz dumanda amerikan parmağı İran öncesinde neremize, hangi bölgemize girip çıkacak? Fesupanallah..... Evet, zarf içinde zarf; ve açıkçası memleketin çoğunluğu işin aslı astarını henüz bilemiyor. Buna belki savcı bile dahildir. Bilenler kıs kıs gülüyordur. Gülen kim? Fethullah Gülen mi dediniz? Güldürmeyin insanı...
Birgün- Melih Pekdemir
arasorbul - 1. Apr, 22:44
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/1902677/modTrackback