Ne olacak bu BirGün'ün hali?
Aslında bu sorunun üst başlığı "Ne olacak bu solun hali?" olmalı. "Ne olacak bu BirGün'ün hali?" ise düpedüz bunun bir türevi. Sorunun muhatabı kim?
Elbette BirGün'ün okurları...
Bugünlerde izlediğim kadarıyla BirGün okurları hummalı bir şekilde gazetelerini tartışıyorlar, dertlerine devalar üretme peşindeler. Hakları da yok değil. Hele benim gibi taşrada yaşıyorsanız, ikide bir hava muhalefeti nedeniyle şehrinize gelemeyen gazetenizi bekler durursunuz; gözünüz televizyonda acep İstanbul'da yarın hava nasıl? Uçağa yetiştirecekler mi? diye kaygılanırsınız. Ama herkesin bu konuda samimi eleştirileri, fikirleri ve çözümleri var. Mesela Oğuzhan Müftüoğlu işin kolayını bulmuş. Gazeteyi doğrudan eleştirse, gazete çalışanlarını gücendirmiş duruma düşecek. Ne yapıyor? İşi okur mektuplarına havale ediyor. (Bu arada bir itirafta bulunup özeleştiri yapmalıyım. Vatla bir ara bu okur mektuplarını acaba kendisi mi yazıyor diye, kuşkulanmıştım. Geçen hafta yer verdiği mektuptaki okurunun "annesi" olarak sözü edilen "Dev-Yol davasının 444 no'lu sanığı" kimmiş diye arşivimdeki evraklara baktım, belki Ab-dülkadir filan çıkar diye; ama el hak doğruymuş. Yani fesatlık bendeymiş!)
BirGün'ün durumu aslında solun durumundan farksız. Birgün'ü tartışmak ile solu tartışmak sonuçta aynı kapıya çıkıyor. Solun önemli bir kesiminin bu gazeteye yönelik "sinik" bir tavrı olduğu aşikar. Bu tavırdan, geçen hafta söz etmiştim; kusuru hep başkasında arayan, sürekli hırçınlık yapıp hiçbir somut çözüm getirmeyen bir tavır. Sorunun çözümü ise bu gazeteyi hakikaten seven ve bu gazeteye karşı sinik bir tavırdan uzak duran solcuların işbirliğinde yatıyor. "İş bitkicilik" bize uymaz, ama işbirliği sayesinde, başladığımız işi başkasına havale etmeden, bu işin gereği neyse onu yapmaktan başka da bir çözüm yok. Yani, geçen hafta Tanıl Bora'dan aktardıklarımla devam edersem, bir nevi "iyi" pragmatizm şart.
Tamam kabul, "iş bitiricilik" solculukta matah bir iş sayılmaz; bu oportünistliktir ve "kötü" pragmatizmdir. Ancak işbirliğinden uzak durup fırsatları değerlendirmeyince, taş üstüne taş koymayınca da olup bitene seyirci kalırsınız. BirGün gazetesi, buyurun işte somut bir fırsattır. Somut fırsatlar ortaya çıktıkları anda işe yararlar; demek ki fırsat yaratmak bir yana, yaratılmış fırsatları elden kaçırmamak da bir marifettir. Elden kaçırmamak ise ancak dayanışmayla mümkündür. Sahi dayanışma, zaten sol kültürün olmazsa olmazlarından değil mi?
Malumun ilanına gerek yok. BirGün okurlarının büyük çoğunluğu geçim sıkıntısı içindedir. Ama burada söz konusu olan öncelikle gazeteyle dayanışmak, onu sahiplenmektir, başka bir şey değil. Hülyamız, taş üstüne taş koyarak, devrimi de beklemeden ve devrimin yollarını dö-şeyebilmek için bugünden sisteme alternatif dayanışmacı tüketici zincirleri, dayanışma için kurulmuş dershaneler, yine bu şekilde oluşturacağımız sağlık imkânları, konut imkânları vb. yaratmak değil mi? Ve böylece öncü topluluklar oluşturmak, yani toplumun diğer ezilen kesimleri gözünde solcu olmanın sistem karşısında avantajlarını da sergileyebilmek ve bütün bunları elbette bir şeyhe bağlı mistik bir cemaat tarikatçılığı şeklinde değil; eşitliğin, özgürlüğün ve dayanışmanın hüküm sürdüğü komüncü bir topluluk şeklinde gerçekleştirmek... İşte BirGün gibi bir gazete böyle bir ütopyanın şimdiden ci-simleşmiş bir hali değil mi? Yani taş üzerine konulmuş bir taş. Tam bir medya gerillası. "Sistem" denilen iti kudurtmak üzere faaliyet gösteren pirelerin savaşı.. Daha ne diyeyim?
Dedikten sonra, bizim Kemal Dama'ya telefon ettim, aynı soruyu ona da sordum. "Çaresi vardır kardeş!" dedi. Nedir? diye üsteledim. "Forum tarzı örgütlenmek, yani kendi sorularımızı sorup kendi cevaplarımızı bulmak" dedi.
Melih Pekdemir
melihpekdemir@birgun.net
Elbette BirGün'ün okurları...
Bugünlerde izlediğim kadarıyla BirGün okurları hummalı bir şekilde gazetelerini tartışıyorlar, dertlerine devalar üretme peşindeler. Hakları da yok değil. Hele benim gibi taşrada yaşıyorsanız, ikide bir hava muhalefeti nedeniyle şehrinize gelemeyen gazetenizi bekler durursunuz; gözünüz televizyonda acep İstanbul'da yarın hava nasıl? Uçağa yetiştirecekler mi? diye kaygılanırsınız. Ama herkesin bu konuda samimi eleştirileri, fikirleri ve çözümleri var. Mesela Oğuzhan Müftüoğlu işin kolayını bulmuş. Gazeteyi doğrudan eleştirse, gazete çalışanlarını gücendirmiş duruma düşecek. Ne yapıyor? İşi okur mektuplarına havale ediyor. (Bu arada bir itirafta bulunup özeleştiri yapmalıyım. Vatla bir ara bu okur mektuplarını acaba kendisi mi yazıyor diye, kuşkulanmıştım. Geçen hafta yer verdiği mektuptaki okurunun "annesi" olarak sözü edilen "Dev-Yol davasının 444 no'lu sanığı" kimmiş diye arşivimdeki evraklara baktım, belki Ab-dülkadir filan çıkar diye; ama el hak doğruymuş. Yani fesatlık bendeymiş!)
BirGün'ün durumu aslında solun durumundan farksız. Birgün'ü tartışmak ile solu tartışmak sonuçta aynı kapıya çıkıyor. Solun önemli bir kesiminin bu gazeteye yönelik "sinik" bir tavrı olduğu aşikar. Bu tavırdan, geçen hafta söz etmiştim; kusuru hep başkasında arayan, sürekli hırçınlık yapıp hiçbir somut çözüm getirmeyen bir tavır. Sorunun çözümü ise bu gazeteyi hakikaten seven ve bu gazeteye karşı sinik bir tavırdan uzak duran solcuların işbirliğinde yatıyor. "İş bitkicilik" bize uymaz, ama işbirliği sayesinde, başladığımız işi başkasına havale etmeden, bu işin gereği neyse onu yapmaktan başka da bir çözüm yok. Yani, geçen hafta Tanıl Bora'dan aktardıklarımla devam edersem, bir nevi "iyi" pragmatizm şart.
Tamam kabul, "iş bitiricilik" solculukta matah bir iş sayılmaz; bu oportünistliktir ve "kötü" pragmatizmdir. Ancak işbirliğinden uzak durup fırsatları değerlendirmeyince, taş üstüne taş koymayınca da olup bitene seyirci kalırsınız. BirGün gazetesi, buyurun işte somut bir fırsattır. Somut fırsatlar ortaya çıktıkları anda işe yararlar; demek ki fırsat yaratmak bir yana, yaratılmış fırsatları elden kaçırmamak da bir marifettir. Elden kaçırmamak ise ancak dayanışmayla mümkündür. Sahi dayanışma, zaten sol kültürün olmazsa olmazlarından değil mi?
Malumun ilanına gerek yok. BirGün okurlarının büyük çoğunluğu geçim sıkıntısı içindedir. Ama burada söz konusu olan öncelikle gazeteyle dayanışmak, onu sahiplenmektir, başka bir şey değil. Hülyamız, taş üstüne taş koyarak, devrimi de beklemeden ve devrimin yollarını dö-şeyebilmek için bugünden sisteme alternatif dayanışmacı tüketici zincirleri, dayanışma için kurulmuş dershaneler, yine bu şekilde oluşturacağımız sağlık imkânları, konut imkânları vb. yaratmak değil mi? Ve böylece öncü topluluklar oluşturmak, yani toplumun diğer ezilen kesimleri gözünde solcu olmanın sistem karşısında avantajlarını da sergileyebilmek ve bütün bunları elbette bir şeyhe bağlı mistik bir cemaat tarikatçılığı şeklinde değil; eşitliğin, özgürlüğün ve dayanışmanın hüküm sürdüğü komüncü bir topluluk şeklinde gerçekleştirmek... İşte BirGün gibi bir gazete böyle bir ütopyanın şimdiden ci-simleşmiş bir hali değil mi? Yani taş üzerine konulmuş bir taş. Tam bir medya gerillası. "Sistem" denilen iti kudurtmak üzere faaliyet gösteren pirelerin savaşı.. Daha ne diyeyim?
Dedikten sonra, bizim Kemal Dama'ya telefon ettim, aynı soruyu ona da sordum. "Çaresi vardır kardeş!" dedi. Nedir? diye üsteledim. "Forum tarzı örgütlenmek, yani kendi sorularımızı sorup kendi cevaplarımızı bulmak" dedi.
Melih Pekdemir
melihpekdemir@birgun.net
arasorbul - 30. Okt, 11:57
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/2869371/modTrackback