Devlet krizi ve devlet darbesi
Cumhuriyet tarihinin ilk yıllarının, modernleşme (kapitalistleşme) ve devrim arasındaki diyalektikten dolayı, mecburen (burjuva) bir devrim sahnesinde geçtiği biliniyor. Türkiye insanı temsili demokrasi denilen siyaset ti-yatrosuyla 1950'lerde ilk tanıştığında, siyaset biliminde sınıflara, zümrelere kağıt üzerinde dağıtılmış roller de adeta birbirine girmişti. Demos-kratos'un, "demos"u yani "halk"ı tuttu seçimlerde Menderes'i iş başına getirdi. Menderes de "karşı devrim" yaptı. Böylece Menderes'in şahsında halk da karşı devrimci oldu. Tersinden söylenirse, devrim halkın karşısına geçmiş oldu. Soru işte bu ıkınmada ortaya çıktı: Halka karşı olmayan bir devrim nasıl yapılır idi?
Efendim, lafın nereye gittiğini tahmin etmişsinizdir. Bu sorunun cevabı bir türlü verilemediğinden, bu memlekette çok şeyler oldu; en son 28 şubat böyle bir cevapsızlığın ürünüydü. Ve bu süreçte atılan adımlar da işe yaramadığından, 2002 seçimlerinden sonra uykuya yatırılmıştı. AB "umudu" sarpa sarmaya yönelince, ABD bölgede pusulasız kalınca ve AKP de her iktidar gibi bir süre sonra yıpranmaya (ve üstelik AB - ABD dayanakları da sarsılmaya) başlayınca, hükümetin elindeki kozlar azaldı, siyaseten güçsüzleşti. Ama AKP'nin bu haliyle bile kostaklanmayı sürdürmesi (mesela Cumhurbaşkanlığı iddiası), demokrasi tiyatromuzun sahnesini bir kez daha hareketlendirdi ve naralar patlatılmaya başlandı. Siyaset biliminde bu tür kargaşalara çoğu kez "rejim krizi" adı verilir.
Sesi en çok çıkan Devlet, alttan almaya çalışan ise Hükümet olduğuna göre, bu kriz ağırlıkla bir Devlet krizi görüntüsü veriyor. Lafı uzatmaya gerek yok. Bir yanda seçilmemişler var, diğer yanda seçilmişler. Paradoks şuradaki, seçilmemişlere seçkin, seçilmiş siyasetçilere ise (bıçkın denilemese de) "avam" muamelesi yapılıyor. Oysa avam sayılmak, hakiki demokrasilerde etkili bir silah. Devlet bu varsayımı şimdilik dikkate almıyormuş gibi davranıyor. Temsili demokrasiler, malum, kuvvetler ayrılığı prensibine dayanır: Yasama (meclis), yürütme (hükümet) ve yargı (başta anayasa mahkemesi olmak üzere yargı kuruluşları vb). İlk ikisi seçilmişlerden, üçüncüsü seçilmemişlerden oluşur. Ama bizdeki gibi demokrasi tiyatrolarında bir de silahlı kuvvetler vardır ki cumhuriyeti ve demokrasiyi kurtarmak adına "demokratik silahı" etkisizleştirme "(y)etkisine" sahiptir, bu da biliniyor.
Peki ama mevcut devlet krizi nasıl çözülecektir? Burada can alıcı soru şudur: Devletin asıl sahibi kimdir? Yine siyaset biliminin yardımı istendiğinde, bu sorunun cevabı belli: Bir köşe yazısına sığmayacak şu şu nedenlerden dolayı, bu devlet, sınıfsal düzlemde, sermayenin devletidir. Sermaye ise bugün mesela en sıkı şekilde TÜSİAD'da örgütlenmiştir. 12 mart'ta da en son sözü söylemiştir, 12 eylül'de de ve dahi 28 şubat'ta da; yani bütün kargaşa ortamlarından, sınıfsal bakımdan tek kârlı çıkan sosyal sınıftır. İnanmayan arşivlere bakar.
İşin tuhafı, şimdi derin devlet, derin bürokrasi, su yüzündedir, mikrofonlar önündedir; devletin "asıl sahipleri" ise bu tartışmalarda gerilerdedir, derinlerdedir, hakemlik için sıranın kendilerine gelmesini beklemektedir. Peki ama bu devlet krizi nasıl çözülecektir? Bu krizin halk düzleminde "koşulları olgunlaştırıl-madığından", onun ilgi ve bilgi alanı dışındadır. Üstelik devlet cenahından hiç kimsenin yeni bir "devrim"e filan da niyeti yok. Kendi devrimlerini "muhafaza" etme derdinde göründüklerinden, bunlara devrimcilikten ziyade muhafazakarlık etiketi denk düşebiliyor. Devrim muhafızlığı yada muhafazakarlığı ise ancak karşı-"darbe" tarzıyla mümkün.
Ama bu darbe de mevcut koşullarda halka karşı yapılmış gibi olmayacak mı? İşte belki de bu yüzden bu kriz kısa dönemde çözülemez. Kriz hafifletilebilir, ertelenebilir ya da ne bileyim atlatılabilir. Mahiyeti itibarıyla bir "hükümet darbesi"yle (coup d'etat) çözülemez; ancak sürece yayılmış bir devlet darbesiyle çözülmesi gerekebilir. Ama akil olmanın en uzağındaki devlet adamları bile, mevcut koşullarda kestirme yoldan ve bildik bir darbe yapmanın, kelle keserek çürük dişi tedavi etmek benzeri bir mantıksızlık olduğunu görüyorlardı r.
Yerim kalmadı, ama bakın şuraya yazıyorum: Temsili demokrasimizin eline tutuşturulan senaryodan bir sapma olmadığı, seyircilerin kendilerinin yazıp yine kendilerinin rol aldığı bir başka senaryo sahneye konmadığı sürece, bu krizi ya ABD ya AB çözecektir; çünkü bu iki faktör ya da aktör, devletin asıl sahibinin (sermayenin!) sahibidirler.
Melih Pekdemir
melihpekdemir@birgun.net
Efendim, lafın nereye gittiğini tahmin etmişsinizdir. Bu sorunun cevabı bir türlü verilemediğinden, bu memlekette çok şeyler oldu; en son 28 şubat böyle bir cevapsızlığın ürünüydü. Ve bu süreçte atılan adımlar da işe yaramadığından, 2002 seçimlerinden sonra uykuya yatırılmıştı. AB "umudu" sarpa sarmaya yönelince, ABD bölgede pusulasız kalınca ve AKP de her iktidar gibi bir süre sonra yıpranmaya (ve üstelik AB - ABD dayanakları da sarsılmaya) başlayınca, hükümetin elindeki kozlar azaldı, siyaseten güçsüzleşti. Ama AKP'nin bu haliyle bile kostaklanmayı sürdürmesi (mesela Cumhurbaşkanlığı iddiası), demokrasi tiyatromuzun sahnesini bir kez daha hareketlendirdi ve naralar patlatılmaya başlandı. Siyaset biliminde bu tür kargaşalara çoğu kez "rejim krizi" adı verilir.
Sesi en çok çıkan Devlet, alttan almaya çalışan ise Hükümet olduğuna göre, bu kriz ağırlıkla bir Devlet krizi görüntüsü veriyor. Lafı uzatmaya gerek yok. Bir yanda seçilmemişler var, diğer yanda seçilmişler. Paradoks şuradaki, seçilmemişlere seçkin, seçilmiş siyasetçilere ise (bıçkın denilemese de) "avam" muamelesi yapılıyor. Oysa avam sayılmak, hakiki demokrasilerde etkili bir silah. Devlet bu varsayımı şimdilik dikkate almıyormuş gibi davranıyor. Temsili demokrasiler, malum, kuvvetler ayrılığı prensibine dayanır: Yasama (meclis), yürütme (hükümet) ve yargı (başta anayasa mahkemesi olmak üzere yargı kuruluşları vb). İlk ikisi seçilmişlerden, üçüncüsü seçilmemişlerden oluşur. Ama bizdeki gibi demokrasi tiyatrolarında bir de silahlı kuvvetler vardır ki cumhuriyeti ve demokrasiyi kurtarmak adına "demokratik silahı" etkisizleştirme "(y)etkisine" sahiptir, bu da biliniyor.
Peki ama mevcut devlet krizi nasıl çözülecektir? Burada can alıcı soru şudur: Devletin asıl sahibi kimdir? Yine siyaset biliminin yardımı istendiğinde, bu sorunun cevabı belli: Bir köşe yazısına sığmayacak şu şu nedenlerden dolayı, bu devlet, sınıfsal düzlemde, sermayenin devletidir. Sermaye ise bugün mesela en sıkı şekilde TÜSİAD'da örgütlenmiştir. 12 mart'ta da en son sözü söylemiştir, 12 eylül'de de ve dahi 28 şubat'ta da; yani bütün kargaşa ortamlarından, sınıfsal bakımdan tek kârlı çıkan sosyal sınıftır. İnanmayan arşivlere bakar.
İşin tuhafı, şimdi derin devlet, derin bürokrasi, su yüzündedir, mikrofonlar önündedir; devletin "asıl sahipleri" ise bu tartışmalarda gerilerdedir, derinlerdedir, hakemlik için sıranın kendilerine gelmesini beklemektedir. Peki ama bu devlet krizi nasıl çözülecektir? Bu krizin halk düzleminde "koşulları olgunlaştırıl-madığından", onun ilgi ve bilgi alanı dışındadır. Üstelik devlet cenahından hiç kimsenin yeni bir "devrim"e filan da niyeti yok. Kendi devrimlerini "muhafaza" etme derdinde göründüklerinden, bunlara devrimcilikten ziyade muhafazakarlık etiketi denk düşebiliyor. Devrim muhafızlığı yada muhafazakarlığı ise ancak karşı-"darbe" tarzıyla mümkün.
Ama bu darbe de mevcut koşullarda halka karşı yapılmış gibi olmayacak mı? İşte belki de bu yüzden bu kriz kısa dönemde çözülemez. Kriz hafifletilebilir, ertelenebilir ya da ne bileyim atlatılabilir. Mahiyeti itibarıyla bir "hükümet darbesi"yle (coup d'etat) çözülemez; ancak sürece yayılmış bir devlet darbesiyle çözülmesi gerekebilir. Ama akil olmanın en uzağındaki devlet adamları bile, mevcut koşullarda kestirme yoldan ve bildik bir darbe yapmanın, kelle keserek çürük dişi tedavi etmek benzeri bir mantıksızlık olduğunu görüyorlardı r.
Yerim kalmadı, ama bakın şuraya yazıyorum: Temsili demokrasimizin eline tutuşturulan senaryodan bir sapma olmadığı, seyircilerin kendilerinin yazıp yine kendilerinin rol aldığı bir başka senaryo sahneye konmadığı sürece, bu krizi ya ABD ya AB çözecektir; çünkü bu iki faktör ya da aktör, devletin asıl sahibinin (sermayenin!) sahibidirler.
Melih Pekdemir
melihpekdemir@birgun.net
arasorbul - 12. Nov, 23:23
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/2925677/modTrackback