Fatsa'nın çağrısı (*)
Bugünkü hayat içinde izi kalmayan, yani artık yaşamayan tarih, ölüdür.
Türkiye yetmişli yıllarda büyük ve çalkantılı bir dönem geçirdi. Hâkim güçlerin ekonomik ve siyasi nedenlerle ülkeyi yönetmede ciddi sıkıntılar yaşadıkları bir dönemdi. 12 Mart döneminde aldıkları "önlemler" yeterli olmamıştı. Yönetim düzeyindeki sorunlarını Demirel'in başkanlığındaki MC hükümetleriyle aşmaya çalıştılar. Altmışlı yıllarda ABD'nin soğuk savaş stratejilerinin bir gereği olarak geliştirilen sivil faşist hareketleri, kontrgerilla örgütlerini yoğun ve pervasız biçimde kullanarak muhalefet hareketlerini ezmeye çalıştılar. Bu politikalar Türkiye'yi bir iç savaş ortamına sürükledi.
Bu, gerçekte ABD emperyalizmin Türkiye'ye karşı (bu gün de sürüp giden) dolaylı bir müdahalesiydi. İçerdeki özel faşist kuvvetlerini kullandığı, özel yöntemler uyguladığı bir müdahale.
FATSA devrimcilerin bu faşist işgal ve iç savaş stratejisine karşı yurt sathında yürüttüğü devrimci direniş mücadelesinin bir ürünüydü.
Bu direniş stratejisinin özü halk kitlelerini teslim almayı hedefleyen faşist saldırılara karşı aktif mücadeleyle birlikte, halk içindeki direniş eğilimlerini güçlendirmeye ve örgütlemeye, mücadelenin geliştiği ve faşist güçlerin bölgesel etkinliğinin kırıldığı her yerde iktidar gücünü halka devretmeye dönük politikaları içeriyordu.
Fatsa direnişi yurt çapında yürütülen bu direniş mücadelesinin bir parçası olarak, Fatsa halkının ve Fatsalı devrimcilerin o mücadeleyi en ileri boyutlara ulaştırdığı bir örnekti.
Bugün geriye dönüp baktığımızda birçok hatamızın olduğu kadar, çok güzel şeyler de başardığımızı söyleyebiliyoruz.
Başarabildiğimiz en güzel şeylerden biri belki de en önde geleni kuşkusuz Fatsa'dır. Fatsa belki ciltler dolusu kitaplarla anlatamayacağımız şeyleri anlatan güzel bir öyküdür.
1979 yılında Fatsa'da halkın kendi kendini yönetmeye başlaması, sorunlarını elbirliğiyle çözmesi, bütün Türkiye bir kan gölüne dönerken bu küçük Karadeniz kentinin bir huzur ortamına sahip olması, devrimciler için bir başarı, yönetenler içinse bir korku kaynağıydı.
Faşist güçlerin saldırılarıyla yaratılan iç savaş ortamı bütün Türkiye'de hayatı bir karabasana çevirmişken Fatsa'da Terzi Fikri ve arkadaşları o kan denizinin içinde bir umut çığlığı gibiydi. Kan davalarını, karaborsayı ve kısa bir süre sonra tank paletlerinin işgal edeceği yolların çamurunu yok etmişlerdi. Orada kötülüğe direnmenin ve haksızlığa aman vermemenin, yeni bir hayatı yaratmanın yolunu açtılar.
Bu yüzden bir avuç sömürücü adına ülkeyi despotlukla yöneten ve eğer kendileri olmasa halkın kendi kendisini asla yönetemeyeceğini iddia edenlere karşı en zor koşullar altında yaratılarak tarihe düşülen muhteşem bir manifestodur Fatsa.
Devrimci Fatsa, halkın kendi kendini çok iyi yönetebileceğini gösterirken, hem var olan sistemden ayırıyordu kendini; hem de dünya genelinde sosyalizm diye gösterilen yanlış uygulamalardan. Bu yüzden, Fatsa, aynı zamanda, reel sosyalizm denen anlayışın devrimci bir eleştirisiydi de.
Evet, bugünkü hayat içinde izi kalmayan, yani artık yaşamayan tarih, ölüdür.
Fatsa gerçeği, bize bugün en çok ihtiyaç duyulan şeyleri hatırlatırken, paranın, baskının, haksızlığın, adaletsizliğin, medyanın, yozlaşmanın esiri olmuş bir toplumda, her türden gericiliğin ortalığı boğucu bir duman gibi sardığı ülkemizde, umut ışıkları gönderiyor bize.
Dayanışmanın, kardeşliğin, dostluğun, arkadaşlığın, adaletin, vefanın, fedakârlığın, alçak gönüllülüğün, bir arada yaşamanın geçerli olduğu o güzelim yıldızlar ülkesinin ışıklarını...
En güç, en zor koşullarda bile doğru bir siyasetle neler yapılabileceğini gösteren Fatsa'nın, "Terzi Fikrilerin" hikâyesi, bugünkü burjuva siyasetinin bütün çirkinliklerine karşı, o ışıkları çoğaltmaya bir çağrıdır şimdi.
(*) Bu yazı Pertev Aksakal tarafından hazırlanan "FATSA GERÇEĞİ" isimli kitap için yazılmıştır.
oguzhanmuftuoglu@birgun.net
Türkiye yetmişli yıllarda büyük ve çalkantılı bir dönem geçirdi. Hâkim güçlerin ekonomik ve siyasi nedenlerle ülkeyi yönetmede ciddi sıkıntılar yaşadıkları bir dönemdi. 12 Mart döneminde aldıkları "önlemler" yeterli olmamıştı. Yönetim düzeyindeki sorunlarını Demirel'in başkanlığındaki MC hükümetleriyle aşmaya çalıştılar. Altmışlı yıllarda ABD'nin soğuk savaş stratejilerinin bir gereği olarak geliştirilen sivil faşist hareketleri, kontrgerilla örgütlerini yoğun ve pervasız biçimde kullanarak muhalefet hareketlerini ezmeye çalıştılar. Bu politikalar Türkiye'yi bir iç savaş ortamına sürükledi.
Bu, gerçekte ABD emperyalizmin Türkiye'ye karşı (bu gün de sürüp giden) dolaylı bir müdahalesiydi. İçerdeki özel faşist kuvvetlerini kullandığı, özel yöntemler uyguladığı bir müdahale.
FATSA devrimcilerin bu faşist işgal ve iç savaş stratejisine karşı yurt sathında yürüttüğü devrimci direniş mücadelesinin bir ürünüydü.
Bu direniş stratejisinin özü halk kitlelerini teslim almayı hedefleyen faşist saldırılara karşı aktif mücadeleyle birlikte, halk içindeki direniş eğilimlerini güçlendirmeye ve örgütlemeye, mücadelenin geliştiği ve faşist güçlerin bölgesel etkinliğinin kırıldığı her yerde iktidar gücünü halka devretmeye dönük politikaları içeriyordu.
Fatsa direnişi yurt çapında yürütülen bu direniş mücadelesinin bir parçası olarak, Fatsa halkının ve Fatsalı devrimcilerin o mücadeleyi en ileri boyutlara ulaştırdığı bir örnekti.
Bugün geriye dönüp baktığımızda birçok hatamızın olduğu kadar, çok güzel şeyler de başardığımızı söyleyebiliyoruz.
Başarabildiğimiz en güzel şeylerden biri belki de en önde geleni kuşkusuz Fatsa'dır. Fatsa belki ciltler dolusu kitaplarla anlatamayacağımız şeyleri anlatan güzel bir öyküdür.
1979 yılında Fatsa'da halkın kendi kendini yönetmeye başlaması, sorunlarını elbirliğiyle çözmesi, bütün Türkiye bir kan gölüne dönerken bu küçük Karadeniz kentinin bir huzur ortamına sahip olması, devrimciler için bir başarı, yönetenler içinse bir korku kaynağıydı.
Faşist güçlerin saldırılarıyla yaratılan iç savaş ortamı bütün Türkiye'de hayatı bir karabasana çevirmişken Fatsa'da Terzi Fikri ve arkadaşları o kan denizinin içinde bir umut çığlığı gibiydi. Kan davalarını, karaborsayı ve kısa bir süre sonra tank paletlerinin işgal edeceği yolların çamurunu yok etmişlerdi. Orada kötülüğe direnmenin ve haksızlığa aman vermemenin, yeni bir hayatı yaratmanın yolunu açtılar.
Bu yüzden bir avuç sömürücü adına ülkeyi despotlukla yöneten ve eğer kendileri olmasa halkın kendi kendisini asla yönetemeyeceğini iddia edenlere karşı en zor koşullar altında yaratılarak tarihe düşülen muhteşem bir manifestodur Fatsa.
Devrimci Fatsa, halkın kendi kendini çok iyi yönetebileceğini gösterirken, hem var olan sistemden ayırıyordu kendini; hem de dünya genelinde sosyalizm diye gösterilen yanlış uygulamalardan. Bu yüzden, Fatsa, aynı zamanda, reel sosyalizm denen anlayışın devrimci bir eleştirisiydi de.
Evet, bugünkü hayat içinde izi kalmayan, yani artık yaşamayan tarih, ölüdür.
Fatsa gerçeği, bize bugün en çok ihtiyaç duyulan şeyleri hatırlatırken, paranın, baskının, haksızlığın, adaletsizliğin, medyanın, yozlaşmanın esiri olmuş bir toplumda, her türden gericiliğin ortalığı boğucu bir duman gibi sardığı ülkemizde, umut ışıkları gönderiyor bize.
Dayanışmanın, kardeşliğin, dostluğun, arkadaşlığın, adaletin, vefanın, fedakârlığın, alçak gönüllülüğün, bir arada yaşamanın geçerli olduğu o güzelim yıldızlar ülkesinin ışıklarını...
En güç, en zor koşullarda bile doğru bir siyasetle neler yapılabileceğini gösteren Fatsa'nın, "Terzi Fikrilerin" hikâyesi, bugünkü burjuva siyasetinin bütün çirkinliklerine karşı, o ışıkları çoğaltmaya bir çağrıdır şimdi.
(*) Bu yazı Pertev Aksakal tarafından hazırlanan "FATSA GERÇEĞİ" isimli kitap için yazılmıştır.
oguzhanmuftuoglu@birgun.net
arasorbul - 18. Feb, 21:50
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/3336627/modTrackback