Solun ve muhalefetin etkisizliği ve nedenleri
Sıkça yazılıp söylendiği gibi Türkiye'deki sistem, içine sokulduğu bir büyük kriz ortamının basıncı altında yeniden şekillendiriliyor. Gelişmelere yön verenler de, aslında bu krizin yaratıcıları da olan emperyalist ülkeler, yani dış dinamikler. Bu dönemde emperyalist politikaların önünü açtığı dinci–gerici düşünceler ve hareketler gelişip güç kazanırken, sol kendi iddialarından uzaklaşmış bir durumda.
AKP iktidarının izlediği politikalar, ABD tarafından yönlendiriliyor. Türkiye'nin hukuki siyasi üst yapıları ise daha çok AB normları çerçevesinde revize ediliyor.(*) Ekonomik hayatımıza yön verenler ise zaten –iktidarda kim olursa olsun- IMF, DTÖ gibi kuruluşlar.
Solun sorunu bu süreçte kendi iddialarını kaybetmiş olmasında.
Türkiye solu 12 Eylül'den bu yana sistemli bir çabanın sonucu olarak likide edilmiş, dünya çapındaki liberal akımların etkisi altında -f(e) tipi internet sitelerine hapsedilmiş halde!- paralize olmuş, ülkeye ve toplumun geleceğine dair bütün iddialarını yitirmiş durumda; kendine biçtiği rol, kendisinin (ülkenin) dışındaki güçlerin yönelimleri (iddiaları) karşısındaki bir "bahisçilikten" öteye geçmiyor. Böyle bir solun kitlelerin desteğini kazanması ne kadar olanaksız ise, "kendi iç dinamiklerine olan güvenini yitiren toplumun, dışarının beklentilerini en sadakatle uygulayan aktörlere, AKP'ye prim vermesi" de o kadar doğal sayılmalı.
Geçilen süreçte solun ve emek hareketinin etkisizliğinden söz edilirken bu husus göz önünde tutulmak durumunda. Siyasette olsun, yaşamda olsun, her hangi bir iddianız kalmamışsa yaptığınız iş (şu ortalıkta oynanıp durulan bahisler dışında) ne olursa olsun, her hangi bir başarı kazanma şansınız da olamaz.
Ülkenin içinde bulunduğu krizin nedenleri üzerine belki ciddi analizler yapabiliyoruz; ancak bu sistemin yerine hakikaten nasıl bir yönetim sistemi istediğimizi, bugünkü her tarafı çürümüş partilerin ve hükümet etme sistemlerinin yerlerine ne koyacağınızı, çalışan-emekçi kitlelerin yönetim ve karar süreçlerinde doğrudan bir şekilde etkin olduğu -emek egemen- bir demokrasinin nasıl olacağını, işsizliğin, yoksulluğun nasıl ortadan kaldırılabileceğini açık seçik ortaya koyamıyoruz.
Böyle bir iktidar mücadelesinin bir devrim sorunu olduğu, bugün sübjektif koşullarımız açısından bunun gerçekleşme olanaklarının bulunmadığı vb söylenebilir. Bunlar doğru olsa bile, durumu değiştirmiyor. Her şeye rağmen Türkiye'de böyle bir mücadele için yeterli devrimci, demokratik, ilerici potansiyel vardır. Öncelikle buna inanmak gerekiyor. Zaman zaman sokaklara dökülen yüz binler bunu göstermeye yeter. Bugün asıl eksik olan bu özgüvendir ve mücadelenin gerçek itici gücü olacak olan da budur. Böyle bir özgüven olmaksızın ve mücadeleyi kendi özgücüne dayanarak yürütmeden, yalnızca kendi dışındaki güçlere dayanarak, onları destekleyerek herhangi bir ciddi başarı ve ilerleme sağlamak da olanaksızdır.
Belki farkında değiliz, holding medyalarını, televizyonlarını izleye izleye bütün okullar ve kafeler, bütün Türkiye, dev bir BBG evine döndü. Okullarda kafelerde gençler çocuklar, BBG evlerindekiler gibi konuşur ve düşünür hale geldi.
Bütün bir toplumu bu hayata mahkum ediyorlar.
Bugün ülke artık on yıl önceki kriz sürecinden çok farklı bir süreçte. Sol bu süreci yeniden analiz ederek kendi misyonunu –iddiasını- belirleyerek, kendisini ona göre yeniden gözden geçirmek zorunda.
İçinde sol adına küçümsenmeyecek birikimler barındıran CHP de ise fırtınalar kopuyor ama, koltukta kimin, nasıl oturacağından öte bu konuda ciddi bir tartışma bulmak mümkün değil.
Oğuzhan Müftüoğlu
AKP iktidarının izlediği politikalar, ABD tarafından yönlendiriliyor. Türkiye'nin hukuki siyasi üst yapıları ise daha çok AB normları çerçevesinde revize ediliyor.(*) Ekonomik hayatımıza yön verenler ise zaten –iktidarda kim olursa olsun- IMF, DTÖ gibi kuruluşlar.
Solun sorunu bu süreçte kendi iddialarını kaybetmiş olmasında.
Türkiye solu 12 Eylül'den bu yana sistemli bir çabanın sonucu olarak likide edilmiş, dünya çapındaki liberal akımların etkisi altında -f(e) tipi internet sitelerine hapsedilmiş halde!- paralize olmuş, ülkeye ve toplumun geleceğine dair bütün iddialarını yitirmiş durumda; kendine biçtiği rol, kendisinin (ülkenin) dışındaki güçlerin yönelimleri (iddiaları) karşısındaki bir "bahisçilikten" öteye geçmiyor. Böyle bir solun kitlelerin desteğini kazanması ne kadar olanaksız ise, "kendi iç dinamiklerine olan güvenini yitiren toplumun, dışarının beklentilerini en sadakatle uygulayan aktörlere, AKP'ye prim vermesi" de o kadar doğal sayılmalı.
Geçilen süreçte solun ve emek hareketinin etkisizliğinden söz edilirken bu husus göz önünde tutulmak durumunda. Siyasette olsun, yaşamda olsun, her hangi bir iddianız kalmamışsa yaptığınız iş (şu ortalıkta oynanıp durulan bahisler dışında) ne olursa olsun, her hangi bir başarı kazanma şansınız da olamaz.
Ülkenin içinde bulunduğu krizin nedenleri üzerine belki ciddi analizler yapabiliyoruz; ancak bu sistemin yerine hakikaten nasıl bir yönetim sistemi istediğimizi, bugünkü her tarafı çürümüş partilerin ve hükümet etme sistemlerinin yerlerine ne koyacağınızı, çalışan-emekçi kitlelerin yönetim ve karar süreçlerinde doğrudan bir şekilde etkin olduğu -emek egemen- bir demokrasinin nasıl olacağını, işsizliğin, yoksulluğun nasıl ortadan kaldırılabileceğini açık seçik ortaya koyamıyoruz.
Böyle bir iktidar mücadelesinin bir devrim sorunu olduğu, bugün sübjektif koşullarımız açısından bunun gerçekleşme olanaklarının bulunmadığı vb söylenebilir. Bunlar doğru olsa bile, durumu değiştirmiyor. Her şeye rağmen Türkiye'de böyle bir mücadele için yeterli devrimci, demokratik, ilerici potansiyel vardır. Öncelikle buna inanmak gerekiyor. Zaman zaman sokaklara dökülen yüz binler bunu göstermeye yeter. Bugün asıl eksik olan bu özgüvendir ve mücadelenin gerçek itici gücü olacak olan da budur. Böyle bir özgüven olmaksızın ve mücadeleyi kendi özgücüne dayanarak yürütmeden, yalnızca kendi dışındaki güçlere dayanarak, onları destekleyerek herhangi bir ciddi başarı ve ilerleme sağlamak da olanaksızdır.
Belki farkında değiliz, holding medyalarını, televizyonlarını izleye izleye bütün okullar ve kafeler, bütün Türkiye, dev bir BBG evine döndü. Okullarda kafelerde gençler çocuklar, BBG evlerindekiler gibi konuşur ve düşünür hale geldi.
Bütün bir toplumu bu hayata mahkum ediyorlar.
Bugün ülke artık on yıl önceki kriz sürecinden çok farklı bir süreçte. Sol bu süreci yeniden analiz ederek kendi misyonunu –iddiasını- belirleyerek, kendisini ona göre yeniden gözden geçirmek zorunda.
İçinde sol adına küçümsenmeyecek birikimler barındıran CHP de ise fırtınalar kopuyor ama, koltukta kimin, nasıl oturacağından öte bu konuda ciddi bir tartışma bulmak mümkün değil.
Oğuzhan Müftüoğlu
arasorbul - 23. Dez, 18:04
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/451297/modTrackback