Soldan kaçış
Son 15-20 yıldır dünyadaki ve Türkiye' deki hemen bütün önemli gelişmeler küreselleşme başlığı altında tanımlanan bir süreç tarafından belirleniyor. Esas olarak emperyalist ülkelerin -giderek uluslararası bir nitelik kazanmış olan - finans sermayesinin rasyonelleri doğrultusunda gelişen bu süreç dünya ve ülke siyasetlerinde meydana gelen değişmelere, savaşlara, ortaya çıkan yeni tartışma konularına kaynaklık ediyor, yön veriyor; kısaca dünyanın yeni trendlerini belirliyor.
Bu yüzden, 12 Eylül'den bu yana Türkiye'de yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri, yüz yıllık partilerin dağılışını, sürecin özel bir fenomeni olarak ortaya çıkan Özal'ı, AKP iktidarını, soldan ve politikadan kaçış trendlerini, AB, Kürt meselesi, azınlıklar sorunu gibi gündemimizi dolduran öteki meseleleri, bu temel olgudan bağımsız olarak kavramak ve bu konularda doğru bir tutum belirlemek mümkün değil.
Tartışmalarımızda ortaya çıkan farklılıkların kaynağı da büyük ölçüde burada. Gündeme gelen konularda doğru bir duruş belirlemenin zorluğu da buna bağlı. Bazen dünyanın gidişatı konusundaki farklı duruşlar belirleyici oluyor. Örneğin küreselleşmeyi dünyada sınırların ortadan kalktığı güzel bir geleceğe gidiş olarak olumlayan bir anlayışla değerlendiriyorsanız, her şeyi o gözle görüyorsunuz. Bazen de, her hangi bir konuyu bütünle bağlantısı içinde değil, tek başına ele almaktan kaynaklanan farklılıklar ortaya çıkıyor.
Şu azınlıklar meselesini ele alalım. Dini inanışlarından dolayı -çünkü inançsızlık da bir inanıştır- bütün yaşamı boyunca baskı altında kalan, ayrımcılığa uğrayan bir sosyalist için, insanların sırf farklı dinsel inançları veya etnik kökenleri dolayısıyla haksızlığa uğramasına karşı çıkması, insanların hiçbir baskı ve kısıtlama olmadan eşit ve özgür bir hayat yaşama hakkını savunmasından doğal bir şey olamaz. Ancak, bu süreçte, bu temel duruş noktasını kaybetmeden, konunun dünyadaki hakim küreselleşme trendleriyle bağlantısı da görmezden gelinemez. O zaman bu tür konularda ( bir tatlı su kefali durumuna düşmeden ) gerçekten doğru bir duruş belirleyebilmek için, konuları dünyanın hakim süreçleriyle bütünselliği içinde gören bir yaklaşım gerekiyor.
Bu yüzden bir önceki yazımda "Mistisizmi teşvik eden, her türlü etnik-dinsel– mezhepsel kimlik tanımlamalarına dayanan politikaların küreselleşmenin yolunu açan ideolojik dayanakların üretilmesinde kullanıldığına" değindim. Çünkü uluslararası sermaye dünyayı kendi yönelimleri doğrultusunda yeniden yapılandırırken, ulus devlet duvarlarını aşmakta bu alt kimlik siyasetlerini etkin bir unsur olarak kullanıyor.
Dünyada esen rüzgarlar kitleleri sermayenin dünya siyasetleri doğrultusunda alt kimliklere dayalı kümelenmelere yönlendiriyor. Kitlelerin etnik, dinsel veya ulusal, kültürel kimliklere dayalı kümelenmeler etrafında yoğunlaşması gerçek toplumsal farklılıkları örten bir kamuflaj işlevi görürken insanların kendi gerçekliğine yabancılaşmasını bir kat daha derinleştiren bir işlev yükleniyor. Çünkü o açıdan bakıldığında artık, örneğin H. Kocadağ da "bizden" oluyor, bir Kürt toprak ağası da...
Bu trend aynı zamanda solun alanını daraltan büyük bir soldan ve politikadan kaçış süreci olarak işliyor ve böyle bir dünyada sol, kaçınılmaz olarak, toplumsal karşılıktan yoksun ve zayıf kalıyor.
Bu örnekte görebileceğimiz her şey, karşımıza çıkan her konuda görülebilir. Bu ortamda ayakta kalmamızı sağlayabilecek yegane şey, önümüze getirilen her konuda, bize sunulan bu hayata dair eleştirel duruşumuzdan başka bir şey değil. Çünkü bu sitemin alternatifi bu eleştirel duruştan kaynaklanarak gelişecek.
BİRGÜN » Oğuzhan Müftüoğlu - Soldan kaçış - 17/11/2004
Bu yüzden, 12 Eylül'den bu yana Türkiye'de yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri, yüz yıllık partilerin dağılışını, sürecin özel bir fenomeni olarak ortaya çıkan Özal'ı, AKP iktidarını, soldan ve politikadan kaçış trendlerini, AB, Kürt meselesi, azınlıklar sorunu gibi gündemimizi dolduran öteki meseleleri, bu temel olgudan bağımsız olarak kavramak ve bu konularda doğru bir tutum belirlemek mümkün değil.
Tartışmalarımızda ortaya çıkan farklılıkların kaynağı da büyük ölçüde burada. Gündeme gelen konularda doğru bir duruş belirlemenin zorluğu da buna bağlı. Bazen dünyanın gidişatı konusundaki farklı duruşlar belirleyici oluyor. Örneğin küreselleşmeyi dünyada sınırların ortadan kalktığı güzel bir geleceğe gidiş olarak olumlayan bir anlayışla değerlendiriyorsanız, her şeyi o gözle görüyorsunuz. Bazen de, her hangi bir konuyu bütünle bağlantısı içinde değil, tek başına ele almaktan kaynaklanan farklılıklar ortaya çıkıyor.
Şu azınlıklar meselesini ele alalım. Dini inanışlarından dolayı -çünkü inançsızlık da bir inanıştır- bütün yaşamı boyunca baskı altında kalan, ayrımcılığa uğrayan bir sosyalist için, insanların sırf farklı dinsel inançları veya etnik kökenleri dolayısıyla haksızlığa uğramasına karşı çıkması, insanların hiçbir baskı ve kısıtlama olmadan eşit ve özgür bir hayat yaşama hakkını savunmasından doğal bir şey olamaz. Ancak, bu süreçte, bu temel duruş noktasını kaybetmeden, konunun dünyadaki hakim küreselleşme trendleriyle bağlantısı da görmezden gelinemez. O zaman bu tür konularda ( bir tatlı su kefali durumuna düşmeden ) gerçekten doğru bir duruş belirleyebilmek için, konuları dünyanın hakim süreçleriyle bütünselliği içinde gören bir yaklaşım gerekiyor.
Bu yüzden bir önceki yazımda "Mistisizmi teşvik eden, her türlü etnik-dinsel– mezhepsel kimlik tanımlamalarına dayanan politikaların küreselleşmenin yolunu açan ideolojik dayanakların üretilmesinde kullanıldığına" değindim. Çünkü uluslararası sermaye dünyayı kendi yönelimleri doğrultusunda yeniden yapılandırırken, ulus devlet duvarlarını aşmakta bu alt kimlik siyasetlerini etkin bir unsur olarak kullanıyor.
Dünyada esen rüzgarlar kitleleri sermayenin dünya siyasetleri doğrultusunda alt kimliklere dayalı kümelenmelere yönlendiriyor. Kitlelerin etnik, dinsel veya ulusal, kültürel kimliklere dayalı kümelenmeler etrafında yoğunlaşması gerçek toplumsal farklılıkları örten bir kamuflaj işlevi görürken insanların kendi gerçekliğine yabancılaşmasını bir kat daha derinleştiren bir işlev yükleniyor. Çünkü o açıdan bakıldığında artık, örneğin H. Kocadağ da "bizden" oluyor, bir Kürt toprak ağası da...
Bu trend aynı zamanda solun alanını daraltan büyük bir soldan ve politikadan kaçış süreci olarak işliyor ve böyle bir dünyada sol, kaçınılmaz olarak, toplumsal karşılıktan yoksun ve zayıf kalıyor.
Bu örnekte görebileceğimiz her şey, karşımıza çıkan her konuda görülebilir. Bu ortamda ayakta kalmamızı sağlayabilecek yegane şey, önümüze getirilen her konuda, bize sunulan bu hayata dair eleştirel duruşumuzdan başka bir şey değil. Çünkü bu sitemin alternatifi bu eleştirel duruştan kaynaklanarak gelişecek.
BİRGÜN » Oğuzhan Müftüoğlu - Soldan kaçış - 17/11/2004
arasorbul - 23. Dez, 18:06
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/451299/modTrackback