Sahi, biz solcular hangi davanın kavgasını veriyorduk?
Şu memlekette çok çok eskiden solcu denilince, komünist denilince akla ne gelirdi? Kasket! Evet, bir tek "kasket" kelimesi ile halka solculuğun ne melanet bir şey olduğu anlatılırdı. "Bu komünistler namussuzdur, karılarını arkadaşlarına peşkeş çekerler, mesela eve geldiğinde kapıda arkadaşının kasketini asılı görürse içeri girmez, karısını arkadaşına bırakır" derlerdi. Ve halkımız da buna inanırdı.
Ardından köprünün altından çok sular aktı... Özellikle yetmişli yıllardan sonra solculuğun böyle bir şey olmadığını sevgili halkımız kendi öz deneyimiyle bir ölçüde kavradı. Derken efendim, köprünün altından akan sular bu kez köprüleri aştı. Yani halk ile solcular arasında kurulan köprüler de yıkıldı. 12 Eylül filan oldu, duvar çöktü, süt taştı, kuş uçtu... Derken... Bir de baktık... Yıllardır solculara Amerika kışkırtmasıyla "ahlaksız dinsiz imansız" diyen, "Kanlı Pazar"larda kıtır kıtır komünist kesen İslamcı kesimler, solcuların argümanlarına sahip çıkmış, Fatsa'yı model göstererek önce yerel seçimlerde oy toplamaya girişmiş; sonra yoksuldan, mazlumdan yana bir söylem tutturmuş; kara kafalıların desteğini alıvermiş...
Sorum şu ki, sadece bu memlekette değil şu gezegende de solcuların yapması gerekenleri acep artık İslamcılar mı yapıyor? "Sümme haşa!" Peki ne oldu solculuğa, ideolojisine? Siyasi İslamcılar hafızlığı bırakıp yaratıcılığa soyunurken solcular hepten hafız mı kesildi?
Geçenlerde "demokratik devrim tepeden ve dışarıdan bir şekilde tamamlandı" dedim, sağdan soldan olmadık laflar işittim. Yahu biz hala ezberimiz bozulmasın mı istiyoruz? İnternette "Özgürlükçü Sol" diye bir link var; burada Önder Kurt adında bir arkadaş yazıp duruyor; sol cenahtan şeytanın avukatlığını üstlenmiş. Ha bire ezber bozuyor. Söylediklerinin pek çoğunu, bana göre (çözüm için post Marksizm ve post anarşizm tezlerinden medet umduğundan) ifrata vardırarak abesleştiriyor ama, sordukları sorular da yabana atılası değil. Hatta laf aramızda, bir kısmını ben de yıllardır utana sıkıla, acep yanlış anlaşılır mıyım korkusuyla, kem küm edip söylemeye çalışıyorum. Şöyle:
Solun gündelik hayattaki varoluş tarzı nasıldır? İslamcılar'ın nasıldır? Sendikalar etkisiz.
Sol partiler öyle. Peki solcuların kendini ifade edebileceği kamusal alana ne oldu? Özelleştirildi! Kamusal alanda ve her toplumsal alanda tarikatlar bu nedenle mi etkili?! Sol dağınık... Sol örgütsüz... Tamam da, en sıkı örgüte bile sahip olsa, bu zihniyetle, bu kafa yapısıyla ve bu "varoluş tarzıyla" farklı bir sonuç elde edilebilir mi? Hem de yüzyıllardır hüküm süren Müslüman kültürünün şimdi kalkıp bir de solun cephaneliğine el koyduğu bir ülkede, anladık, AKP "tersten takiyye" yapmış ve iktidar olmuş. Peki ama Felluce'dekiler de takiyye yapmıyor ki; direniyorlar! Çünkü zulme karşı direnmek için solcu olmak gerekmiyor. Ama zulme karşı direnenler, tanım gereği, elbette iyi insan sayılıyorlar. Burada yanlış olan nedir, doğru olan ne?
SOLCULUK VE YABANCILAŞMA
Sol cenah, oldum olası, savunuculuğunu yüklendiği emekçilere "doğru"nun ne olduğunu göstermekle kendini yükümlü kılmıştır. Oysa mesela, siyasi İslamcılar, neyin doğru olduğuna inanıyorsa, bunu önce hayat tarzı haline getiriyor ve "yoksullara" bu hayat tarzını tebliğ ediyor. Yani biz de Önder Kurt'un tabiriyle "yoksulları", onlara önerdiğimiz bir hayat tarzını "paylaşmaya" davet etsek, daha doğru olmaz mı? Elbet, önce paylaşılacak türden bir "kendi" hayatımızın olması lazım ve üstelik buna da imrenilmesi lazım. Aksi halde, yani paylaşmanın, dayanışmanın olmadığı bir halde, solcuların "dışarıdan" seslendiği yoksullar, mazlumlar kendilerini sürekli "yardıma muhtaç olma" pozisyonunda hissedecekler. Solculuk ve halkımız arasındaki eşitsiz ilişki ve yabancılaşma ise sürgit devam edecek.
Yine Önder Kurt'un dediği üzere, solcuların "part-time" dayanışmasına rağmen, yani mahalleye "dışarıdan" gelenlerin siyasi faaliyetlerinin ötesinde her zaman "full-time" bir gerçek mahalle yaşantısı var olacak. Mahalledeki yoksullar da, solculuk yapmak için dışarıdan gelenler indinde, kendilerinin her zaman "yardıma muhtaç" insan olduklarına inanacaklar ve bu da solculara karşı kaçınılmaz olarak, yine Kurt'un isabetli deyimiyle, bir "bilinç dışı hınç" yaratacak. "Neden İslami-milliyetçi-etnik akımlar her zaman gecekondularda çok daha etkindir? Çünkü onlar gecekonduların arasındalar, camilerde, mahalle kahvehanelerindeler. İdeolojik bir davanın yaşayarak neferi oluyorlar." Onlar solcular gibi, "dışarıdan bilinç taşıma" peşinde değiller ki. Eldeki bilinci (bilinçsizliği!) yeniden üretiyorlar, ya da "tebliğ" ediyorlar; hepsi bu.
Bu haftalık, sözü şöyle bağlayayım: Kendi tahlillerimizin "bilimsel" açıdan isabetli olması, biz solculardan başkasını ilgilendirmeyebilir. İlgili kimselere, yani halkımıza "dışarıdan bilinç" taşıma misyonunda ısrar ettikçe, tek ortak yanımız halkımız ile birlikte sorduğumuz tek orta soru olur: Ne olacak bu memleketin hali?
Melih Pekdemir 28/11/04
Ardından köprünün altından çok sular aktı... Özellikle yetmişli yıllardan sonra solculuğun böyle bir şey olmadığını sevgili halkımız kendi öz deneyimiyle bir ölçüde kavradı. Derken efendim, köprünün altından akan sular bu kez köprüleri aştı. Yani halk ile solcular arasında kurulan köprüler de yıkıldı. 12 Eylül filan oldu, duvar çöktü, süt taştı, kuş uçtu... Derken... Bir de baktık... Yıllardır solculara Amerika kışkırtmasıyla "ahlaksız dinsiz imansız" diyen, "Kanlı Pazar"larda kıtır kıtır komünist kesen İslamcı kesimler, solcuların argümanlarına sahip çıkmış, Fatsa'yı model göstererek önce yerel seçimlerde oy toplamaya girişmiş; sonra yoksuldan, mazlumdan yana bir söylem tutturmuş; kara kafalıların desteğini alıvermiş...
Sorum şu ki, sadece bu memlekette değil şu gezegende de solcuların yapması gerekenleri acep artık İslamcılar mı yapıyor? "Sümme haşa!" Peki ne oldu solculuğa, ideolojisine? Siyasi İslamcılar hafızlığı bırakıp yaratıcılığa soyunurken solcular hepten hafız mı kesildi?
Geçenlerde "demokratik devrim tepeden ve dışarıdan bir şekilde tamamlandı" dedim, sağdan soldan olmadık laflar işittim. Yahu biz hala ezberimiz bozulmasın mı istiyoruz? İnternette "Özgürlükçü Sol" diye bir link var; burada Önder Kurt adında bir arkadaş yazıp duruyor; sol cenahtan şeytanın avukatlığını üstlenmiş. Ha bire ezber bozuyor. Söylediklerinin pek çoğunu, bana göre (çözüm için post Marksizm ve post anarşizm tezlerinden medet umduğundan) ifrata vardırarak abesleştiriyor ama, sordukları sorular da yabana atılası değil. Hatta laf aramızda, bir kısmını ben de yıllardır utana sıkıla, acep yanlış anlaşılır mıyım korkusuyla, kem küm edip söylemeye çalışıyorum. Şöyle:
Solun gündelik hayattaki varoluş tarzı nasıldır? İslamcılar'ın nasıldır? Sendikalar etkisiz.
Sol partiler öyle. Peki solcuların kendini ifade edebileceği kamusal alana ne oldu? Özelleştirildi! Kamusal alanda ve her toplumsal alanda tarikatlar bu nedenle mi etkili?! Sol dağınık... Sol örgütsüz... Tamam da, en sıkı örgüte bile sahip olsa, bu zihniyetle, bu kafa yapısıyla ve bu "varoluş tarzıyla" farklı bir sonuç elde edilebilir mi? Hem de yüzyıllardır hüküm süren Müslüman kültürünün şimdi kalkıp bir de solun cephaneliğine el koyduğu bir ülkede, anladık, AKP "tersten takiyye" yapmış ve iktidar olmuş. Peki ama Felluce'dekiler de takiyye yapmıyor ki; direniyorlar! Çünkü zulme karşı direnmek için solcu olmak gerekmiyor. Ama zulme karşı direnenler, tanım gereği, elbette iyi insan sayılıyorlar. Burada yanlış olan nedir, doğru olan ne?
SOLCULUK VE YABANCILAŞMA
Sol cenah, oldum olası, savunuculuğunu yüklendiği emekçilere "doğru"nun ne olduğunu göstermekle kendini yükümlü kılmıştır. Oysa mesela, siyasi İslamcılar, neyin doğru olduğuna inanıyorsa, bunu önce hayat tarzı haline getiriyor ve "yoksullara" bu hayat tarzını tebliğ ediyor. Yani biz de Önder Kurt'un tabiriyle "yoksulları", onlara önerdiğimiz bir hayat tarzını "paylaşmaya" davet etsek, daha doğru olmaz mı? Elbet, önce paylaşılacak türden bir "kendi" hayatımızın olması lazım ve üstelik buna da imrenilmesi lazım. Aksi halde, yani paylaşmanın, dayanışmanın olmadığı bir halde, solcuların "dışarıdan" seslendiği yoksullar, mazlumlar kendilerini sürekli "yardıma muhtaç olma" pozisyonunda hissedecekler. Solculuk ve halkımız arasındaki eşitsiz ilişki ve yabancılaşma ise sürgit devam edecek.
Yine Önder Kurt'un dediği üzere, solcuların "part-time" dayanışmasına rağmen, yani mahalleye "dışarıdan" gelenlerin siyasi faaliyetlerinin ötesinde her zaman "full-time" bir gerçek mahalle yaşantısı var olacak. Mahalledeki yoksullar da, solculuk yapmak için dışarıdan gelenler indinde, kendilerinin her zaman "yardıma muhtaç" insan olduklarına inanacaklar ve bu da solculara karşı kaçınılmaz olarak, yine Kurt'un isabetli deyimiyle, bir "bilinç dışı hınç" yaratacak. "Neden İslami-milliyetçi-etnik akımlar her zaman gecekondularda çok daha etkindir? Çünkü onlar gecekonduların arasındalar, camilerde, mahalle kahvehanelerindeler. İdeolojik bir davanın yaşayarak neferi oluyorlar." Onlar solcular gibi, "dışarıdan bilinç taşıma" peşinde değiller ki. Eldeki bilinci (bilinçsizliği!) yeniden üretiyorlar, ya da "tebliğ" ediyorlar; hepsi bu.
Bu haftalık, sözü şöyle bağlayayım: Kendi tahlillerimizin "bilimsel" açıdan isabetli olması, biz solculardan başkasını ilgilendirmeyebilir. İlgili kimselere, yani halkımıza "dışarıdan bilinç" taşıma misyonunda ısrar ettikçe, tek ortak yanımız halkımız ile birlikte sorduğumuz tek orta soru olur: Ne olacak bu memleketin hali?
Melih Pekdemir 28/11/04
arasorbul - 23. Dez, 18:28
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/451329/modTrackback