Kenofobi
Hayır efendim... Ergenekon çetesini yazmayacağım. Yayın yasağı var. Başıma gelen şunca işten sonra, samimi ikrarda bulunuyorum, resmen maçam sıkmıyor, tırsıyorum... Bana ne! Bu mevzuda gölgeler konuşsun... Türban tartışmasına da girmeyeceğim. Türban? Masum bir talep olarak kalsaydı, kafasına türban takanları elbette hiç kafaya takmazdım. Kamusal alanda hizmet verenler değil de hizmet alanlar istediği gibi giyinsin, kuşansın, taksın, takıştırsın, bana ne, derdim... Kendi payıma bu konu kapanırdı. Ama diyorlar ki, yani mesela AKP'li ve Konyalı bir milletvekili, hem de TBMM Anayasa Komisyonu üyesi bir milletvekili diyor ki, "İnşallah hedefimiz kamu hizmetlerinde de, yani kamu hizmeti veren personellerde de böyle bir yasağın olmamasıdır." Yani? Siz bize özgürlük tanıyın, sonra biz de bu özgürlüğümüzü sizi köleleştirmek için kullanalım! Yok yaaa! Ya da üç köfte beş kuruş, ya da "özgürlük mücadelesine" destek... Alın size destek, MHP'den... Ya da işte: AKP-MHP; buyurun size "neo" bir Türk-İslam Sentezi! Hattı zatında, son çözümlemede, "Türban-Ergenekon" da bir nevi Türk-İslam sentezi değil mi? Her ne kadar birbirine diş biliyor gözükse de... Bana ne!
Amenna: Kadınların örtünmesi farzmış! Ama erkeklerin sarık takması ve sakal bırakması da kimisine göre farz, kimisine göre sünnet. Eşleri farz olanı yapan başbakan ve cumhurbaşkanı da hiç olmazsa sünneti yerine getirsin, sarık taksın, sakal bıraksın. Hadisleri dahi vardır: "Sarık şüphesiz iman ile küfrü birbirinden ayırır." "Kendinizi müşriklerden ayırın, sakal bırakın ve bıyığınızı düzeltin." Yalan mı? Ve üstelik "türban", inanmazsanız sözlüklere bakın, hem "başörtüsü" hem "sarık" demektir; yalan mı? Ama türban filan da yetmez. Kara çarşaf da her yerde serbest olsun. Memleket kara, kapkara olsun. Pür nur o mevki, yani ampul yansın yeter. Her yer kapkara gölgelerle dolsun.
Bilinir ki gölgeyi gölge kılan, cisme vuran ışıktır. Işık alan her cismin gölgesi vardır ve gölgeler dünyası bir bakıma ışığın karanlıkla dansıdır. Belki de bu coğrafyada olup bitenler ışık ile karanlık arasındaki bir gölgeler dansıdır. Işık bir imkândır, hakikatleri bulma, yalanları görebilme imkânı... Karanlık bir imkânsızlık... Körlük... Böyle bir toplum olduk yani. Bir o yana bir bu yana salınıp duruyor gölgeler. Sadece birer gölge olarak var olabilenler. Işık! Gökten nur olarak inmiyor. Titrek bir ampul yetiyor. Kim ki bir ampul yakıyor, "ışık" saçmış sayılıyor; umut vaat ediyor, başa geçiriliyor ve hemen onun dibinde kararıp gölgesi oluyor çoğunluk. Belki de "fotofo-bi" sahibi, yani ışıktan korkan, ışıksızlık özlemi çeken gölgeler diyarındayız... İşte bu duygu, gölge olmak istemeyenlerin de içini karartıyor, gölgelerin gölgesinde kalıyorlar, kalıyoruz. Gölge edenlerin ve dahası "gölgelerin gölgesinde" kopkoyu bir azınlıktayız. Ve "Onlar", yani gölge edenler, elbette gölgelerinin kendilerine ait ve kendileri sayesinde olduğunu sanıyorlar. Oysa bu coğrafyada gölge edebilmenin kuralları da bir tuhaftır: Gölgeler kendilerini gölge edenleri ve kendilerine gölge edenleri bizzat seçiyorlar, gölge edilmekten başka ihsan istemiyorlar.
Mesela "bu memleket benden sorulur" diyenlere, yani türbancı ya da türbana karşı muktedirlere kızıyoruz ya... Oysa bunlar bizim hakikatimiz... Gölgeler yarattı onları... Yalandan hayalleriyle yarattı. Yalan ki doğruluğun dürüstlüğün zıddıdır; hakikat de hayallerin zıddı... Bu memlekette yalan da bir hakikat, çünkü çoğunluk yalana ortak. Tin tin dolanıp duruyor gölgeler, kendilerini peşlerinden sürükleyen, bu katı ve bu cismani hakikatlerin peşinde... Karanlık adamların peşinden koyu bir karanlığa giden, götürülen, sürüklenen silik gölgeler olduklarını pekâlâ bilerek ve kendi hayallerini iptal ederek, hayallerinin yerine kâbusları tercih ederek... Koyu bir karanlığa koşuyor kurbanlık gölgeler. Gölge olmak istemeyenleri de çekiştirerek, ezerek...
Aslında karanlıkta, koyu karanlıkta gölgeler de artık görünmez! Karanlıkta hiç kimse göremez ve görünemez. Demek ki bu gidişle bizi çekiştiren çoğunluktaki gölgelerin gölgesi olarak bile kalmayacak kıymetimiz... Ve sürüklendiğimiz karanlıktaki gölgeler, gölge kalmak isteyenler, istemeyenler, hepsi birden simsiyah kesilecek. Kâbus gerçekleşecek! Korkarım, azınlık olmaktan bile çıkıp tümüyle simsiyah kesileceğiz, silikleşecek ve silineceğiz.
Korku iyi bir şey değil... Ama bizim şimdi hakikaten bir korkuya, bir fobiye acilen ihtiyacımız var... Tam da fobi sahibi olmakla suçlandığımız bir konuda ve bunun gereğini yerine getirmek için! Karanlık karşısında cesareti hatırlamak için önce korkmayı da hatırlamaya... "Kenofobi" denilen karanlık korkusundan mustarip olmak tek çare gibi duruyor.
Yani... Işık... Birazcık ışık!
Melih Pekdemir
Amenna: Kadınların örtünmesi farzmış! Ama erkeklerin sarık takması ve sakal bırakması da kimisine göre farz, kimisine göre sünnet. Eşleri farz olanı yapan başbakan ve cumhurbaşkanı da hiç olmazsa sünneti yerine getirsin, sarık taksın, sakal bıraksın. Hadisleri dahi vardır: "Sarık şüphesiz iman ile küfrü birbirinden ayırır." "Kendinizi müşriklerden ayırın, sakal bırakın ve bıyığınızı düzeltin." Yalan mı? Ve üstelik "türban", inanmazsanız sözlüklere bakın, hem "başörtüsü" hem "sarık" demektir; yalan mı? Ama türban filan da yetmez. Kara çarşaf da her yerde serbest olsun. Memleket kara, kapkara olsun. Pür nur o mevki, yani ampul yansın yeter. Her yer kapkara gölgelerle dolsun.
Bilinir ki gölgeyi gölge kılan, cisme vuran ışıktır. Işık alan her cismin gölgesi vardır ve gölgeler dünyası bir bakıma ışığın karanlıkla dansıdır. Belki de bu coğrafyada olup bitenler ışık ile karanlık arasındaki bir gölgeler dansıdır. Işık bir imkândır, hakikatleri bulma, yalanları görebilme imkânı... Karanlık bir imkânsızlık... Körlük... Böyle bir toplum olduk yani. Bir o yana bir bu yana salınıp duruyor gölgeler. Sadece birer gölge olarak var olabilenler. Işık! Gökten nur olarak inmiyor. Titrek bir ampul yetiyor. Kim ki bir ampul yakıyor, "ışık" saçmış sayılıyor; umut vaat ediyor, başa geçiriliyor ve hemen onun dibinde kararıp gölgesi oluyor çoğunluk. Belki de "fotofo-bi" sahibi, yani ışıktan korkan, ışıksızlık özlemi çeken gölgeler diyarındayız... İşte bu duygu, gölge olmak istemeyenlerin de içini karartıyor, gölgelerin gölgesinde kalıyorlar, kalıyoruz. Gölge edenlerin ve dahası "gölgelerin gölgesinde" kopkoyu bir azınlıktayız. Ve "Onlar", yani gölge edenler, elbette gölgelerinin kendilerine ait ve kendileri sayesinde olduğunu sanıyorlar. Oysa bu coğrafyada gölge edebilmenin kuralları da bir tuhaftır: Gölgeler kendilerini gölge edenleri ve kendilerine gölge edenleri bizzat seçiyorlar, gölge edilmekten başka ihsan istemiyorlar.
Mesela "bu memleket benden sorulur" diyenlere, yani türbancı ya da türbana karşı muktedirlere kızıyoruz ya... Oysa bunlar bizim hakikatimiz... Gölgeler yarattı onları... Yalandan hayalleriyle yarattı. Yalan ki doğruluğun dürüstlüğün zıddıdır; hakikat de hayallerin zıddı... Bu memlekette yalan da bir hakikat, çünkü çoğunluk yalana ortak. Tin tin dolanıp duruyor gölgeler, kendilerini peşlerinden sürükleyen, bu katı ve bu cismani hakikatlerin peşinde... Karanlık adamların peşinden koyu bir karanlığa giden, götürülen, sürüklenen silik gölgeler olduklarını pekâlâ bilerek ve kendi hayallerini iptal ederek, hayallerinin yerine kâbusları tercih ederek... Koyu bir karanlığa koşuyor kurbanlık gölgeler. Gölge olmak istemeyenleri de çekiştirerek, ezerek...
Aslında karanlıkta, koyu karanlıkta gölgeler de artık görünmez! Karanlıkta hiç kimse göremez ve görünemez. Demek ki bu gidişle bizi çekiştiren çoğunluktaki gölgelerin gölgesi olarak bile kalmayacak kıymetimiz... Ve sürüklendiğimiz karanlıktaki gölgeler, gölge kalmak isteyenler, istemeyenler, hepsi birden simsiyah kesilecek. Kâbus gerçekleşecek! Korkarım, azınlık olmaktan bile çıkıp tümüyle simsiyah kesileceğiz, silikleşecek ve silineceğiz.
Korku iyi bir şey değil... Ama bizim şimdi hakikaten bir korkuya, bir fobiye acilen ihtiyacımız var... Tam da fobi sahibi olmakla suçlandığımız bir konuda ve bunun gereğini yerine getirmek için! Karanlık karşısında cesareti hatırlamak için önce korkmayı da hatırlamaya... "Kenofobi" denilen karanlık korkusundan mustarip olmak tek çare gibi duruyor.
Yani... Işık... Birazcık ışık!
Melih Pekdemir
arasorbul - 28. Jan, 19:32
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/4656224/modTrackback