KİMLERE YENİLDİĞİMİZİ GÖRDÜN MÜ?’ CEVABI DOSTUM, RÜZGâRDA BUNUN
Güya yeni yıl için iyi dileklerde bulunmak üzere “iki kontör” fazladan harcamayı göze alarak açtığı telefonun öte ucundan bu üç hınzır sözcüğü sıkıştırıverdi araya.
“Kimlere yenildiğimizi gördün mü?”
Fesüphanallah!
Herkesin barış ve huzur dilediği şu mübarek günde, insanın keyfini bu şekilde kaçırmanın ne manası var ki?
•••
Öbür taraftaki Ahmet Bey de şaşırmış bu işe.
“Gülmemek elde değil” diye yazıyor.
“Her seferinde yakalanıyorlar. Eskiden medya böyle şeyler yazmadığı için askerlerin yaptıkları belli olmuyordu, ama şimdi Türkiye de, medya da değişti, o yüzden her acemilik ortaya çıkıyor.
Bu ordu o dört darbeyi nasıl yaptı? Doğru dürüst tek bir gazete olsaymış bu ülkede, tek bir darbe bile gerçekleşmezmiş.”
Öyle diyor!
Doğru dürüst bir tek gazetemiz olsa, o dört darbe olmazmış! Doğru da, O “doğru dürüst tek gazetemizin” arkasında, “barış ve demokrasi dostu” bir Amerika da gerekli.
İşte o zaman,
Ne darbeler olurdu,
Ne Denizler asılırdı, ne 12 Mart,
Ne 1 Mayıs Katliamı, ne Kızıldere,
Ne Kahranmaraş Katliamı, ne kanlı Pazar…
Ne 7 TİP’li genç öldürülürdü, ne İpekçi,
Ne 16 Mart yaşanırdı, ne 12 Eylül…
Değil mi?
Hakikaten, gül Allah gül!
Bir hikâye vardı, ama hikayesini unuttum, sadece sonunda bir Osmanlı sadrazamına atfedilen şu sözler kaldı aklımda:
“Yarabbim, şu budalanın aklını bir gece için bana verseydin de, bir kere olsun rahat bir uyku uyuyabilseydim”
•••
Ergenekon davası, Demokratik açılım derken, şimdi de başbakan yardımcısına suikast iddiasıyla başlayıp, kozmik oda baskınıyla devam eden hadiseler çıktı.
Hırsız polis oyunu gibi, polisler sokaklarda asker kovalıyor!
Kendi iddialarına göre, “Karargâhtan haber sızdırdığından şüphelenilen bir albayı takip ettiklerini iddia eden Seferberlik Tetkik Kurulu görevlisi bir albayla bir binbaşı, bir başbakan yardımcısına suikast tertipledikleri şüphesiyle polis tarafından gözaltına alınıyor.
Gözaltına alınan subaylar da kendilerini ihbar ederek arabalarının plakalarını bildiren ihbarcının ABD olduğunu açıklıyor.
Bütün ifadeler resmi devlet görevlilerine ait.
( Hakikâten biz bunlara mı yenildik?)
•••
Şimdi “Kozmik oda”nın sırları dillere düştü.
Ekranları dolduran muşmula suratlı yorumcular sanki yeni keşfedilmiş bir gerçeği anlatıp duruyorlar. Meğer “örgüt” fi tarihinde ABD tarafından Sovyetlere karşı mücadele amacıyla kurulmuş. Bunun için ABD’ye götürüp eğittikleri adamların maaşlarını da ABD vermiş. Bunlar eğer Sovyetler ülkemizi işgal ederse vatanı komünistlerin işgalinden kurtarmak amacıyla sivilleri örgütleyip eğitiyorlarmış. (Muşmula suratlı yorumcuların hiçbiri ülkemizi bu hayali işgalden kurtarmak için ne kadar devrimci öldürüldüğünden, ne kadar katliam düzenlendiğinden, bunları kimin yaptığından elbette hiç söz etmiyor.)
Ama şimdi, artık komünizm tehlikesi kalmadığı için, zaten demokrasiye hiç yakışmayan bu örgütlerin tasfiye edilme zamanının geldiği, bu şekilde Silahlı Kuvvetler’in de bu karanlık güç odaklarından temizlenerek, ABD’nin yeni politikaları doğrultusunda ülkemizin üslendiği Orta Asya’ya doğru uzanan yeni misyonunun yerine getirilmesinde üstüne düşeni daha iyi yerine getirilebileceği anlatılıyor.
Her şey bu kadar açık ve yalın.
•••
Gelişmelerin Ergenekon sürecinin bir devamı olduğu ortadadır. İddia edildiği gibi bazı devlet adamlarına yönelik suikast ve darbe planlarına dair kozmik sırların bulunup bulunmayacağını elbette bilemeyiz. Ama bulunsa da bulunmasa da bu ülkede böyle planların olmasına hiç şaşırmamak gerekir. Böyle planlar olsa bile, bunların gerçekleşme olasılığının (şimdi artık “Amerikalıların çocuklarının” kimlik değiştirmiş olması nedeniyle ) çok zayıf olduğunu da. Bunların durmadan yakalanmasına şaşırmış göründüklerine bakmayın, Ahmet Beygiller de bunu bilmeyecek kadar salak değil aslında, Amerika’nın çocuklarının kendi taraflarında olduğunu bildiklerindendir gülmeleri.
•••
Şimdi acaba bu kozmik odalardaki incelemelerden tarihimizin bütün karanlık melanetlerine ait sırlar ortaya dökülür de bu yalnız ve mahzun ülkemiz nihayet özlediği barış ve demokrasiye kavuşabilir mi?
Zaten, suikasta muhatap olduğu iddia edilen Başbakan yardımcısının hatırlattığı gibi, İtalya’da da Aldo Moro suikastı vesilesiyle Gladio tasfiye edilmemiş miydi?
Bu tür laflar karşısında her zaman sevgili hocamız Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın “konuş tatar ağası konuş, yalan da olsa hoşuma gidiyor” deyişini hatırlarım.
Sahi İtalya’da Gladio tasfiye edilmiş de kaç tane Gladio’cu örneğin 12 Eylül’de pankart asan bir çocuğun aldığı kadar ceza almış, bilen var mı?
Bütün bu Ergenekon davalarından, kozmik odalardan, bir tane gerçek katliam suçlusunun, bir tane gerçek darbe suçlusunun cezalandırılacağına sahiden inanan var mı?
Sadece zamanın ruhunu temizledikleri bu kadar ortada duruyorken…
•••
Heveslilerine bakacak olursanız ülkemiz sanki renkli bir devrin şafağında sanırsınız.
Ama bir tek ahali yok meydanlarda. Meydanda olanlar zaten Abdi İpekçi’nin havuzunda!
Ömür boyu inandığım bir tek şey var: eğer gerçekten barış ve gerçekten demokrasi istiyorsanız, şekilde görüldüğü gibi, bütün bir halk, çoluğuyla çocuğuyla örgütlenecek ve mücadele edeceksiniz, illa ki Amerika’nın, onun bunun çocuklarından medet ummadan ve de illa ki bu ülkenin gerçek devrimci çocuklarına sırtınızı dönmeden…
•••
Ekranları dolduran (ve şimdi bazılarının yanı başında oturarak fotoğraf çektirmektan nasıl utanmadığını hiç anlayamadığım) o muşmula suratlılardan biri geçenlerde ülkemizin 12 Eylül’e nasıl getirildiğini anlatıyordu. “12 Eylül’den önceki günlerde Genelkurmay Devrimci Yol merkez komitesiyle temasa geçerek, darbe ortamının hazırlanması için eylemlerin hızlandırılmasını istemiş. Devrimci Yol merkez komitesinden iki kişi bu karara itiraz etmiş, galiba biri öldürülmüş,” diye bir şeyler geveleyerek… Bunları eline birilerinin tutuşturduğu bir kağıttan okumaya çalışırken, arada bizim isimlerimiz de geçince, hakikaten utanmazlığın bu kadarına ben de şaşırdım.
12 Eylül’den bir yıl kadar önce Türkiye’nin yeniden bir askeri darbe sürecine sürüklendiğini tespit eden, bu tespitini yüz elli bine yaklaşan tirajlı aylık dergisiyle, yüz bin civarında basılan günlük Demokrat gazetesindeki manşetlerde anlatmaya çalışarak bütün devrimcileri bir faşist darbe ortamına hizmet edecek eylemlerden sakınmaya çağıran, bunları yaptığı için devrimci arkadaşları tarafından pasifistlikle suçlanan bizim Devrimci Yol’umuzdan söz ediyordu, bizim tarihimizden…
•••
Evet, ben de biliyorum, “Şimdilerde çöle konuşuyoruz, ama haklı olduğumuz, hep en doğru şeyleri söylediğimiz gün gibi ortada. Gel gör ki, zamanın ruhu maalesef bize karşı, rüzgâr hep tersinden esiyor.”
Şu yenilme meselesine gelince.
Sen de biliyorsun çocuk, gerçekte bunlar değildi, bizim yenildiklerimiz.
Hem ne demiş usta, biliyorsun.
“Yenil, yine yenil, daha iyi yenil…”
Ve daha ne kadar yenileceğiz diye de sormadan fırlatmaya devam et, çakma marka pabuçlarını, bütün muşmulaların suratlarına.
oguzhanmuftuoglu@birgun.net / 16:54 03 Ocak 2010
“Kimlere yenildiğimizi gördün mü?”
Fesüphanallah!
Herkesin barış ve huzur dilediği şu mübarek günde, insanın keyfini bu şekilde kaçırmanın ne manası var ki?
•••
Öbür taraftaki Ahmet Bey de şaşırmış bu işe.
“Gülmemek elde değil” diye yazıyor.
“Her seferinde yakalanıyorlar. Eskiden medya böyle şeyler yazmadığı için askerlerin yaptıkları belli olmuyordu, ama şimdi Türkiye de, medya da değişti, o yüzden her acemilik ortaya çıkıyor.
Bu ordu o dört darbeyi nasıl yaptı? Doğru dürüst tek bir gazete olsaymış bu ülkede, tek bir darbe bile gerçekleşmezmiş.”
Öyle diyor!
Doğru dürüst bir tek gazetemiz olsa, o dört darbe olmazmış! Doğru da, O “doğru dürüst tek gazetemizin” arkasında, “barış ve demokrasi dostu” bir Amerika da gerekli.
İşte o zaman,
Ne darbeler olurdu,
Ne Denizler asılırdı, ne 12 Mart,
Ne 1 Mayıs Katliamı, ne Kızıldere,
Ne Kahranmaraş Katliamı, ne kanlı Pazar…
Ne 7 TİP’li genç öldürülürdü, ne İpekçi,
Ne 16 Mart yaşanırdı, ne 12 Eylül…
Değil mi?
Hakikaten, gül Allah gül!
Bir hikâye vardı, ama hikayesini unuttum, sadece sonunda bir Osmanlı sadrazamına atfedilen şu sözler kaldı aklımda:
“Yarabbim, şu budalanın aklını bir gece için bana verseydin de, bir kere olsun rahat bir uyku uyuyabilseydim”
•••
Ergenekon davası, Demokratik açılım derken, şimdi de başbakan yardımcısına suikast iddiasıyla başlayıp, kozmik oda baskınıyla devam eden hadiseler çıktı.
Hırsız polis oyunu gibi, polisler sokaklarda asker kovalıyor!
Kendi iddialarına göre, “Karargâhtan haber sızdırdığından şüphelenilen bir albayı takip ettiklerini iddia eden Seferberlik Tetkik Kurulu görevlisi bir albayla bir binbaşı, bir başbakan yardımcısına suikast tertipledikleri şüphesiyle polis tarafından gözaltına alınıyor.
Gözaltına alınan subaylar da kendilerini ihbar ederek arabalarının plakalarını bildiren ihbarcının ABD olduğunu açıklıyor.
Bütün ifadeler resmi devlet görevlilerine ait.
( Hakikâten biz bunlara mı yenildik?)
•••
Şimdi “Kozmik oda”nın sırları dillere düştü.
Ekranları dolduran muşmula suratlı yorumcular sanki yeni keşfedilmiş bir gerçeği anlatıp duruyorlar. Meğer “örgüt” fi tarihinde ABD tarafından Sovyetlere karşı mücadele amacıyla kurulmuş. Bunun için ABD’ye götürüp eğittikleri adamların maaşlarını da ABD vermiş. Bunlar eğer Sovyetler ülkemizi işgal ederse vatanı komünistlerin işgalinden kurtarmak amacıyla sivilleri örgütleyip eğitiyorlarmış. (Muşmula suratlı yorumcuların hiçbiri ülkemizi bu hayali işgalden kurtarmak için ne kadar devrimci öldürüldüğünden, ne kadar katliam düzenlendiğinden, bunları kimin yaptığından elbette hiç söz etmiyor.)
Ama şimdi, artık komünizm tehlikesi kalmadığı için, zaten demokrasiye hiç yakışmayan bu örgütlerin tasfiye edilme zamanının geldiği, bu şekilde Silahlı Kuvvetler’in de bu karanlık güç odaklarından temizlenerek, ABD’nin yeni politikaları doğrultusunda ülkemizin üslendiği Orta Asya’ya doğru uzanan yeni misyonunun yerine getirilmesinde üstüne düşeni daha iyi yerine getirilebileceği anlatılıyor.
Her şey bu kadar açık ve yalın.
•••
Gelişmelerin Ergenekon sürecinin bir devamı olduğu ortadadır. İddia edildiği gibi bazı devlet adamlarına yönelik suikast ve darbe planlarına dair kozmik sırların bulunup bulunmayacağını elbette bilemeyiz. Ama bulunsa da bulunmasa da bu ülkede böyle planların olmasına hiç şaşırmamak gerekir. Böyle planlar olsa bile, bunların gerçekleşme olasılığının (şimdi artık “Amerikalıların çocuklarının” kimlik değiştirmiş olması nedeniyle ) çok zayıf olduğunu da. Bunların durmadan yakalanmasına şaşırmış göründüklerine bakmayın, Ahmet Beygiller de bunu bilmeyecek kadar salak değil aslında, Amerika’nın çocuklarının kendi taraflarında olduğunu bildiklerindendir gülmeleri.
•••
Şimdi acaba bu kozmik odalardaki incelemelerden tarihimizin bütün karanlık melanetlerine ait sırlar ortaya dökülür de bu yalnız ve mahzun ülkemiz nihayet özlediği barış ve demokrasiye kavuşabilir mi?
Zaten, suikasta muhatap olduğu iddia edilen Başbakan yardımcısının hatırlattığı gibi, İtalya’da da Aldo Moro suikastı vesilesiyle Gladio tasfiye edilmemiş miydi?
Bu tür laflar karşısında her zaman sevgili hocamız Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın “konuş tatar ağası konuş, yalan da olsa hoşuma gidiyor” deyişini hatırlarım.
Sahi İtalya’da Gladio tasfiye edilmiş de kaç tane Gladio’cu örneğin 12 Eylül’de pankart asan bir çocuğun aldığı kadar ceza almış, bilen var mı?
Bütün bu Ergenekon davalarından, kozmik odalardan, bir tane gerçek katliam suçlusunun, bir tane gerçek darbe suçlusunun cezalandırılacağına sahiden inanan var mı?
Sadece zamanın ruhunu temizledikleri bu kadar ortada duruyorken…
•••
Heveslilerine bakacak olursanız ülkemiz sanki renkli bir devrin şafağında sanırsınız.
Ama bir tek ahali yok meydanlarda. Meydanda olanlar zaten Abdi İpekçi’nin havuzunda!
Ömür boyu inandığım bir tek şey var: eğer gerçekten barış ve gerçekten demokrasi istiyorsanız, şekilde görüldüğü gibi, bütün bir halk, çoluğuyla çocuğuyla örgütlenecek ve mücadele edeceksiniz, illa ki Amerika’nın, onun bunun çocuklarından medet ummadan ve de illa ki bu ülkenin gerçek devrimci çocuklarına sırtınızı dönmeden…
•••
Ekranları dolduran (ve şimdi bazılarının yanı başında oturarak fotoğraf çektirmektan nasıl utanmadığını hiç anlayamadığım) o muşmula suratlılardan biri geçenlerde ülkemizin 12 Eylül’e nasıl getirildiğini anlatıyordu. “12 Eylül’den önceki günlerde Genelkurmay Devrimci Yol merkez komitesiyle temasa geçerek, darbe ortamının hazırlanması için eylemlerin hızlandırılmasını istemiş. Devrimci Yol merkez komitesinden iki kişi bu karara itiraz etmiş, galiba biri öldürülmüş,” diye bir şeyler geveleyerek… Bunları eline birilerinin tutuşturduğu bir kağıttan okumaya çalışırken, arada bizim isimlerimiz de geçince, hakikaten utanmazlığın bu kadarına ben de şaşırdım.
12 Eylül’den bir yıl kadar önce Türkiye’nin yeniden bir askeri darbe sürecine sürüklendiğini tespit eden, bu tespitini yüz elli bine yaklaşan tirajlı aylık dergisiyle, yüz bin civarında basılan günlük Demokrat gazetesindeki manşetlerde anlatmaya çalışarak bütün devrimcileri bir faşist darbe ortamına hizmet edecek eylemlerden sakınmaya çağıran, bunları yaptığı için devrimci arkadaşları tarafından pasifistlikle suçlanan bizim Devrimci Yol’umuzdan söz ediyordu, bizim tarihimizden…
•••
Evet, ben de biliyorum, “Şimdilerde çöle konuşuyoruz, ama haklı olduğumuz, hep en doğru şeyleri söylediğimiz gün gibi ortada. Gel gör ki, zamanın ruhu maalesef bize karşı, rüzgâr hep tersinden esiyor.”
Şu yenilme meselesine gelince.
Sen de biliyorsun çocuk, gerçekte bunlar değildi, bizim yenildiklerimiz.
Hem ne demiş usta, biliyorsun.
“Yenil, yine yenil, daha iyi yenil…”
Ve daha ne kadar yenileceğiz diye de sormadan fırlatmaya devam et, çakma marka pabuçlarını, bütün muşmulaların suratlarına.
oguzhanmuftuoglu@birgun.net / 16:54 03 Ocak 2010
arasorbul - 4. Jan, 15:37
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/6120589/modTrackback