“Ilımlı laiklik olmaz mı?”
Başbakan ile Genelkurmay Başkanı arasında ideolojik ayrılık mı, yoksa yaklaşım farklılığı mı var? Ya da dünya görüşleri mi farklı? Aslında dünyayı kendi baktığımız gibi görmüyoruz. Dünyamızı bize dün din gösteriyordu; artık buna ilaveten medya da gösteriyor ve tasvir ediyor. İşte buna dünya görüşü diyorlar.
Medya dediğimiz bir kurumlar toplamıdır; gazetedir, radyodur, televizyondur. Netice itibariyle sahibinin sesidir. Sahibi de sermayedarlar. Ama devlet eliyle sermayedar yaratılan Türkiye'de 150 yıldır tepeden kapitalistleştirme ya da modernleştirme ile, bize tepeden bakanlar, dünyayı nasıl görmemizi de tanzim ediyorlar. Tepeden, yani devlet katından. Medya gibi devlet de bir kurumlar toplamı işte... Peki kurumsallaşmış bürokrasinin içinde en etkilisi hangisi? Evet, lafı nereye getirdiği anladınız. Türkiye'de üniformalı bürokrasi de, din ya da medya (sermaye) gibi, kendisini dünya görüşümüzü tanzim etmekle mükellef sayıyor. Ama onunla ideolojik mücadele pek akla yatkın bir iş değil. Bu ülkede, üniformalılar sivilleri eleştirebilir. Siviller üniformalıları eleştirince 59. madde devreye girer.
Öte yandan biz millet olarak sadece asker olmak isteyen çocuklarımızı değil, galiba "toplum mühendisi" (sosyolog, iktisatçı, siyaset bilimci, psikolog ve dahi cumhurbaşkanı) olmak isteyenleri Harbiye'ye gönderiyoruz. Genelkurmay Başkanı son konuşmasında, bütün bu mesleklerin fevkinde bir değerlendirme yapmamış mıydı? MGK toplantısında da, generaller sosyolojik bir rapor sunmuşlar; bunu da yeni öğrendim.
Milliyet gazetesi yazarları üç beş gün önce Başbakan ile kahvaltı etmişlerdi. Taha Akyol, Başbakan'ın hemen her soruna yaklaşımında "pragmatik akılcılık" sergilediğinin altını çizmişti. Ki bu Amerikan tarzı kapitalist bir zihniyettir. Ayrıca Başbakan, "bir belediye başkanının iç çamaşırlı manken fotoğraflarını sansürlediği" kendisine hatırlatıldığında şöyle cevap vermişti: "Nihat yapmaz öyle şey, kendisi de bornoz sektöründe çalışıyor." Peki siz söyleyin, burada dinin imanı mı, paranın ideolojisi mi söz konusu?
Genelkurmay Başkanı yine son konuşmasında: "Türk-Amerikan ilişkilerinin kötü bir dönemden geçtiği ve ilişkilerde bir kriz yaşandığı şeklindeki değerlendirme ve söylemler gerçekçi değildir" tespitini yapmıştı. Erdoğan da, işgalin ilk günlerinde, 31 Mart 2003'te Wall Street Journal'da aynen şöyle demişti: "Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum." 4 Ocak 2005 tarihinde Abdullah Gül "ABD ile ilişkiler her şeyin üzerindedir" sözüyle tarihe dipnot düşmüştü. Zaten yıllar öncesinde, 4 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde Fethullah Gülen bu dipnotun temelini atmıştı: "İnanmış bir insanın Batı karşısında, Amerika'yla entegrasyon karşısında olması katiyyen düşünülemez." IMF, serbest piyasa, ABD ve AB gibi temel memleket meselelerinde pek farklı düşünmeyenler arasında, demek ki, köklü ideolojik ayrılıktan ziyade bir yaklaşım farkından söz edilebilir. (AB'den bugüne dek Genelkurmay Başkanı'nın siyasete müdahalesi konusunda pek bir tepki gelmemiş olması da manidar değil mi?) Sanırım tek anlaşamadıkları konu, şu laiklik tanımı. Bir ortasını bulsalar da biz de rahat etsek. Bu kadar sertliğe ne lüzum var? "Ilımlı İslam" olmuyorsa, mesela "ılımlı laiklik" deseler... Neme lazım, aslında ortalığı karıştıran da zaten sevgili halkımızdan başkası değil. Seçimlerde AKP'yi iktidara getirir ve anketlerde en güvenilir kurumların başında da askeriyeyi sayar. Biz de işte böyle pirincin taşını ayıklarız.
Melih Pekdemir
2.5.2005
melihpekdemir@birgun.net
Medya dediğimiz bir kurumlar toplamıdır; gazetedir, radyodur, televizyondur. Netice itibariyle sahibinin sesidir. Sahibi de sermayedarlar. Ama devlet eliyle sermayedar yaratılan Türkiye'de 150 yıldır tepeden kapitalistleştirme ya da modernleştirme ile, bize tepeden bakanlar, dünyayı nasıl görmemizi de tanzim ediyorlar. Tepeden, yani devlet katından. Medya gibi devlet de bir kurumlar toplamı işte... Peki kurumsallaşmış bürokrasinin içinde en etkilisi hangisi? Evet, lafı nereye getirdiği anladınız. Türkiye'de üniformalı bürokrasi de, din ya da medya (sermaye) gibi, kendisini dünya görüşümüzü tanzim etmekle mükellef sayıyor. Ama onunla ideolojik mücadele pek akla yatkın bir iş değil. Bu ülkede, üniformalılar sivilleri eleştirebilir. Siviller üniformalıları eleştirince 59. madde devreye girer.
Öte yandan biz millet olarak sadece asker olmak isteyen çocuklarımızı değil, galiba "toplum mühendisi" (sosyolog, iktisatçı, siyaset bilimci, psikolog ve dahi cumhurbaşkanı) olmak isteyenleri Harbiye'ye gönderiyoruz. Genelkurmay Başkanı son konuşmasında, bütün bu mesleklerin fevkinde bir değerlendirme yapmamış mıydı? MGK toplantısında da, generaller sosyolojik bir rapor sunmuşlar; bunu da yeni öğrendim.
Milliyet gazetesi yazarları üç beş gün önce Başbakan ile kahvaltı etmişlerdi. Taha Akyol, Başbakan'ın hemen her soruna yaklaşımında "pragmatik akılcılık" sergilediğinin altını çizmişti. Ki bu Amerikan tarzı kapitalist bir zihniyettir. Ayrıca Başbakan, "bir belediye başkanının iç çamaşırlı manken fotoğraflarını sansürlediği" kendisine hatırlatıldığında şöyle cevap vermişti: "Nihat yapmaz öyle şey, kendisi de bornoz sektöründe çalışıyor." Peki siz söyleyin, burada dinin imanı mı, paranın ideolojisi mi söz konusu?
Genelkurmay Başkanı yine son konuşmasında: "Türk-Amerikan ilişkilerinin kötü bir dönemden geçtiği ve ilişkilerde bir kriz yaşandığı şeklindeki değerlendirme ve söylemler gerçekçi değildir" tespitini yapmıştı. Erdoğan da, işgalin ilk günlerinde, 31 Mart 2003'te Wall Street Journal'da aynen şöyle demişti: "Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum." 4 Ocak 2005 tarihinde Abdullah Gül "ABD ile ilişkiler her şeyin üzerindedir" sözüyle tarihe dipnot düşmüştü. Zaten yıllar öncesinde, 4 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde Fethullah Gülen bu dipnotun temelini atmıştı: "İnanmış bir insanın Batı karşısında, Amerika'yla entegrasyon karşısında olması katiyyen düşünülemez." IMF, serbest piyasa, ABD ve AB gibi temel memleket meselelerinde pek farklı düşünmeyenler arasında, demek ki, köklü ideolojik ayrılıktan ziyade bir yaklaşım farkından söz edilebilir. (AB'den bugüne dek Genelkurmay Başkanı'nın siyasete müdahalesi konusunda pek bir tepki gelmemiş olması da manidar değil mi?) Sanırım tek anlaşamadıkları konu, şu laiklik tanımı. Bir ortasını bulsalar da biz de rahat etsek. Bu kadar sertliğe ne lüzum var? "Ilımlı İslam" olmuyorsa, mesela "ılımlı laiklik" deseler... Neme lazım, aslında ortalığı karıştıran da zaten sevgili halkımızdan başkası değil. Seçimlerde AKP'yi iktidara getirir ve anketlerde en güvenilir kurumların başında da askeriyeyi sayar. Biz de işte böyle pirincin taşını ayıklarız.
Melih Pekdemir
2.5.2005
melihpekdemir@birgun.net
arasorbul - 3. Mai, 12:08
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/667175/modTrackback