Soldan sağa
Son günlerde siyasal hayatımız iyice renklendi. Geçenlerde Doğu Perinçek'in Hazreti Muhammed'in peygamberliğini kabul ettiğini ilan etmesi herkesin ezberini bir kere daha bozdu. Kitleleri etrafında toplamak için Mao bayrağının artık yetmediğini nihayet anlayan Doğu, herhalde bu şekilde artık kendisini kesin zafere götürecek en büyük manevrayı gerçekleştirdiğini düşünüyor olmalıdır.
D.Perinçek bu tür manevralarla gündeme geldikçe, bana onun CIA veya MİT ilişkileri konusunda ne düşündüğümü soranlar oluyor. Biz hep farklı ve zıt kulvarlarda yürüdüğümüz için ben bu konuda bir şey bilmiyorum. Doğrusu bu gibi soruları Doğu'yla uzun süre birlikte olan Oral gibi arkadaşlar daha iyi yanıtlayabilir. İlginçtir, Doğu'yla uzun süre çok yakın mesai sürdüren arkadaşlara bu tür soruları aktardığımda hiçbiri bana "yok böyle şey" gibi net bir yanıt vermedi. Bana bu hep ilginç gelmiştir. Bu konudaki en açık yanıtı Gün Zileli vermişti. Gün, örgüt anılarını yazdığı "Yarılma" isimli kitapta bu tür soruların kendisine de sorulduğunu anlatarak, 'aslında öyle resmi bir ilişki içinde olmaya da gerek yoktu, çünkü bizim kafamız zaten öyle çalışıyordu' diye yazmıştı.
Belki "artık onu kimse solcu olarak kabul etmiyor" denebilir ama her şeye rağmen Doğu'un birçok çevre üzerinde kafa karıştırıcı bir etki yaptığı da görmezden gelinemez.
Bu çevrelerden biri de EMEP çevresindeki arkadaşlar. Bu arkadaşlar bunca olup bitene karşın Doğu'nun ideolojik atmosferinden bir türlü tam olarak kurtulamıyorlar, siyasi çizgilerini saptarken adeta Doğu'yu yan gözle izleyerek hareket ediyor, onu birkaç adım gerisinden takip etmekten hiç vazgeçmiyorlar. En son Evrensel gazetesinde yayınlanan sahte Nasrullah röportajı rezaleti de basit bir istihbarat hatası değildi. Bu uyduruk röportajda güya Hizbullah liderlerinin Deniz Gezmiş'lere ve Türkiyeli devrimcilere nasıl sempatiyle baktığı hikâyesi anlatılmaya çalışılmıştı. Siyasal İslam'la flört hevesi içinde solun sempatisini doğuracak bir malzeme bulduk diye düşünmüş olmalılar. Bunu Selçuk Candansayar, Birgün gazetesindeki yazısında psiko politik yönleriyle birlikte çok güzel yorumlamıştı. Zaten sevgili Aydın Çubukçu da "Siyasal İslam'la çalışmaya alışmalıyız" mealindeki görüşleriyle bu konuda herhangi bir tereddüt bırakmadı.
Bu gibi tutumlar "düşmanımın düşmanı dostumdur" gibi bir zihniyetten de kaynaklanıyor. Oysa bugünün Türkiye koşullarında emperyalizmine karşı mücadeleyi gericiliğe karşı mücadeleden ayırmak çok büyük bir yanılgıdır.
Bu arada sağ cenahtan da bazı enteresan sesler duyuluyor. Yıllardır ABD emperyalizme karşı mücadele eden devrimcilere "Amerika gitsin de Rusya mı gelsin" diye savaş açan milliyetçi cepheden "meğer devrimciler haklıymış" diye sesler duyulmaya başladı. En son Yeni Çağ gazetesinde Hazan Demir imzalı yazıda, Efraim Elrom'un kaçırılmasından sonra yayınlanan THKP bildirisinden ABD ve İsrail karşıtı pasajlar aktarılarak "ne dersiniz, bu ifadeler bizim bugün söylediklerimizden çok mu farklı?" diye soruluyor. Bunca zaman sonra anlamışlar ki, "bugün Türkiye solunun o zaman karşı çıktığı ABD'nin çiftliği halindeymiş" ve meğer devrimciler ABD'ye karşı çıkarken gerçekten haklıymışlar!
Hani bir de devrimcilerin özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya için verdikleri mücadelenin de aslında haklı olduğunun anlaşılabilmesi için, kim bilir daha kaç zaman geçmesi ve daha kaç can verilmesi gerekecek?
***
Son zamanlarda sağdan soldan bu tür hidayete ermeler, yolunu şaşırmalar, bir de otuz yıllık tarih üstüne köşe kapmaca oynamalar zuhur ettikçe Osman Nuri Hoca'nın bir hikâyesini hatırlamadan geçemiyorum.
Türkiye'de sol hareketin yeni gelişmeye başladığı altmışlı yılarda üniversitelerde oldukça yoğun bir fikir mücadelesi ortamı vardı. Kendi görüşlerimizi yaygınlaştırmak için antiemper-yalist, demokrat, ilerici fikir adamlarına konferanslar verdirirdik. Bunlardan biri de özellikle kültür emperyalizmi üzerinde fikirler savunan Osman Nuri Koçtürk idi.
Osman Nuri Hoca özellikle beslenme sorunları üzerinde durur, bu arada tek yanlı ve tahıllara bağlı beslenmenin zararlarını anlatırken görüşlerini küçüklüğünde yaşadığı köyündeki mandaların intikal yeteneği üzerine örnekler vererek pekiştirirdi.
Hoca'nın köyünde bir akarsu varmış. Üzerinde bir köprü olmadığı için akarsu içindeki taşlara basa basa karşıya geçerlermiş.
Hoca bazen oyun olsun diye akarsuyun içinde yatan mandaların sırtına basa basa karşıya geçtiklerini anlatır, mandaların tek yanlı olarak sadece otla beslendikleri için üzerlerine birilerinin bastığını ancak kendileri karşıya geçtikten sonra fark edebildiklerini, ancak ondan sonra başlarını yavaşça çevirerek arkalarından baktıklarını anlatırdı. Aslı Frenkçe olan bir laf var; Türkçe "öğleden sonra sabahı şerifleriniz hayırlı olsun" manasında; öyle bir durum işte.
Oğuzhan Müftüoğlu
oguzhanmuftuoglu@birgun.net
Diger yazilar icin
http://www.birgun.net/index.php?sayfa=73&view_author=49
D.Perinçek bu tür manevralarla gündeme geldikçe, bana onun CIA veya MİT ilişkileri konusunda ne düşündüğümü soranlar oluyor. Biz hep farklı ve zıt kulvarlarda yürüdüğümüz için ben bu konuda bir şey bilmiyorum. Doğrusu bu gibi soruları Doğu'yla uzun süre birlikte olan Oral gibi arkadaşlar daha iyi yanıtlayabilir. İlginçtir, Doğu'yla uzun süre çok yakın mesai sürdüren arkadaşlara bu tür soruları aktardığımda hiçbiri bana "yok böyle şey" gibi net bir yanıt vermedi. Bana bu hep ilginç gelmiştir. Bu konudaki en açık yanıtı Gün Zileli vermişti. Gün, örgüt anılarını yazdığı "Yarılma" isimli kitapta bu tür soruların kendisine de sorulduğunu anlatarak, 'aslında öyle resmi bir ilişki içinde olmaya da gerek yoktu, çünkü bizim kafamız zaten öyle çalışıyordu' diye yazmıştı.
Belki "artık onu kimse solcu olarak kabul etmiyor" denebilir ama her şeye rağmen Doğu'un birçok çevre üzerinde kafa karıştırıcı bir etki yaptığı da görmezden gelinemez.
Bu çevrelerden biri de EMEP çevresindeki arkadaşlar. Bu arkadaşlar bunca olup bitene karşın Doğu'nun ideolojik atmosferinden bir türlü tam olarak kurtulamıyorlar, siyasi çizgilerini saptarken adeta Doğu'yu yan gözle izleyerek hareket ediyor, onu birkaç adım gerisinden takip etmekten hiç vazgeçmiyorlar. En son Evrensel gazetesinde yayınlanan sahte Nasrullah röportajı rezaleti de basit bir istihbarat hatası değildi. Bu uyduruk röportajda güya Hizbullah liderlerinin Deniz Gezmiş'lere ve Türkiyeli devrimcilere nasıl sempatiyle baktığı hikâyesi anlatılmaya çalışılmıştı. Siyasal İslam'la flört hevesi içinde solun sempatisini doğuracak bir malzeme bulduk diye düşünmüş olmalılar. Bunu Selçuk Candansayar, Birgün gazetesindeki yazısında psiko politik yönleriyle birlikte çok güzel yorumlamıştı. Zaten sevgili Aydın Çubukçu da "Siyasal İslam'la çalışmaya alışmalıyız" mealindeki görüşleriyle bu konuda herhangi bir tereddüt bırakmadı.
Bu gibi tutumlar "düşmanımın düşmanı dostumdur" gibi bir zihniyetten de kaynaklanıyor. Oysa bugünün Türkiye koşullarında emperyalizmine karşı mücadeleyi gericiliğe karşı mücadeleden ayırmak çok büyük bir yanılgıdır.
Bu arada sağ cenahtan da bazı enteresan sesler duyuluyor. Yıllardır ABD emperyalizme karşı mücadele eden devrimcilere "Amerika gitsin de Rusya mı gelsin" diye savaş açan milliyetçi cepheden "meğer devrimciler haklıymış" diye sesler duyulmaya başladı. En son Yeni Çağ gazetesinde Hazan Demir imzalı yazıda, Efraim Elrom'un kaçırılmasından sonra yayınlanan THKP bildirisinden ABD ve İsrail karşıtı pasajlar aktarılarak "ne dersiniz, bu ifadeler bizim bugün söylediklerimizden çok mu farklı?" diye soruluyor. Bunca zaman sonra anlamışlar ki, "bugün Türkiye solunun o zaman karşı çıktığı ABD'nin çiftliği halindeymiş" ve meğer devrimciler ABD'ye karşı çıkarken gerçekten haklıymışlar!
Hani bir de devrimcilerin özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya için verdikleri mücadelenin de aslında haklı olduğunun anlaşılabilmesi için, kim bilir daha kaç zaman geçmesi ve daha kaç can verilmesi gerekecek?
***
Son zamanlarda sağdan soldan bu tür hidayete ermeler, yolunu şaşırmalar, bir de otuz yıllık tarih üstüne köşe kapmaca oynamalar zuhur ettikçe Osman Nuri Hoca'nın bir hikâyesini hatırlamadan geçemiyorum.
Türkiye'de sol hareketin yeni gelişmeye başladığı altmışlı yılarda üniversitelerde oldukça yoğun bir fikir mücadelesi ortamı vardı. Kendi görüşlerimizi yaygınlaştırmak için antiemper-yalist, demokrat, ilerici fikir adamlarına konferanslar verdirirdik. Bunlardan biri de özellikle kültür emperyalizmi üzerinde fikirler savunan Osman Nuri Koçtürk idi.
Osman Nuri Hoca özellikle beslenme sorunları üzerinde durur, bu arada tek yanlı ve tahıllara bağlı beslenmenin zararlarını anlatırken görüşlerini küçüklüğünde yaşadığı köyündeki mandaların intikal yeteneği üzerine örnekler vererek pekiştirirdi.
Hoca'nın köyünde bir akarsu varmış. Üzerinde bir köprü olmadığı için akarsu içindeki taşlara basa basa karşıya geçerlermiş.
Hoca bazen oyun olsun diye akarsuyun içinde yatan mandaların sırtına basa basa karşıya geçtiklerini anlatır, mandaların tek yanlı olarak sadece otla beslendikleri için üzerlerine birilerinin bastığını ancak kendileri karşıya geçtikten sonra fark edebildiklerini, ancak ondan sonra başlarını yavaşça çevirerek arkalarından baktıklarını anlatırdı. Aslı Frenkçe olan bir laf var; Türkçe "öğleden sonra sabahı şerifleriniz hayırlı olsun" manasında; öyle bir durum işte.
Oğuzhan Müftüoğlu
oguzhanmuftuoglu@birgun.net
Diger yazilar icin
http://www.birgun.net/index.php?sayfa=73&view_author=49
arasorbul - 19. Sep, 19:44
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/2693455/modTrackback