Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu
SS Süleyman Soylu

Dinlediklerim

Sabahat Akkiraz | Bergüzar
Bergüzar

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Yorum

Dienstag, 6. Februar 2007

Kan sesi...

HİÇBİR şeye bu kadar çok heveslenmediler.

Ancak "Ogün Samast" olmaya heveslendiler. Maçlarda binlercesi "Hepimiz Ogün Samast’ız" diye bağırıyorlar.

Demokrasi mücadelelerini sevmediler.

Gericiliğe ve irticaya karşı tepki göstermeyi sevmediler.

Temiz toplum istemeyi sevmediler.

Soygunlarla-hırsızlıkla kavga etmeyi sevmediler.

Bir tek gün olsun yoksulluk için, açlık için ağızlarını açmadılar, güçsüz yoksullar adına haykırmayı sevmediler.

Ama "birer Ogün Samast olmaya" bayıldılar.

Hafta sonları tribünlerde "Hepimiz Ogun Samast’ız" diye bağırıyorlar avaz avaz.

Ogün Samast; katil...

"Hepimiz Ogün Samast’ız" diyorlar.

Ve ne kadar da çoklar.

Bin, iki bin, üç bin, on bin, yüz bin...

*

Biz geri zekálılar da "derin devlet"i, "katil kim"i, "dış mihraklar"ı, "gizli örgütler"i, "cinayetin arkasındaki sır"rı tartışıyoruz.

Oysa gerçek orada bağırıyor:

"Hepimiz Ogün Samast’ız..."

Kimisi katilin beyaz beresinden bulup kafasına dahi geçiriyor, daha da iyi benzemek ve daha da onun gibi olmak için...

Her taraf onlarla dolu, etrafınıza bakın.

Ben kimi zaman onlarla karşılaştığımda "birazdan bağıracak" diye beklerim. Zaten o da "bağırsam mı?" diye etrafına bakınır, anlarım.

Bu tribünlerde gördükleriniz bağırma olanağı bulanlar.

Birer "Ogün Samast" olduklarını haykırıyorlar.

Ogün Samast; katil...

Donanımlı, kültürlü, akıllı, bilinçli, birer iyi vatandaş olmak... Ülkelerinin ve ailelerinin gurur duyacağı birer kimlik sahibi olmak için hiçbir zaman tepkileri yok.

Adam olmak için bir gün olsun bağırmış değiller...

İnsan olmak umurlarında değil...

"Ogün Samast olmak" istiyorlar.

Ve bağırıyorlar hep birlikte:

"Hepimiz Ogün Samast’ız..."

İyi haltsınız...

Bu ülkeye barışın, sevginin hiçbir zaman gelmeyeceğinin gür sesidir o, dinleyin...

Kan sesi...

Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr

Mittwoch, 21. Juni 2006

Misafir defterimden bir cagri

Öncelikle selam ve sevgilerimi sunarım.Hemen hergün siteyi ziyaret ediyorum.Ciddi,takıntı gibi oldu.
Tereciye tere satmak gibi olsun istemem,ama,yine de bu siteyi ziyaret edenlerce okunabilir düşüncesiyle bir iki şey söylemek isterim.
Artık sağır sultanlar bile duydu,birlikte yaşamı savunalım kampanyası çığ gibi büyüyor.Pazar günü Kadıköy'de miting var.Şayet bu mitingi,son yılların en büyük anti-şovenist gösterisi haline getirmek istiyorsak,kendini devrimci,demokrat,hümanist,nasıl tanımlarsa tanımlasın tüm insanlarımızı,kendilerine vazife çıkartarak bu mitinge katılmalarını bekliyorum ve bekliyoruz.
Bu güzel siteyi oluşturan güzel insana ve ziyaret eden tüm güzel insanlara kucak dolusu selamlar.
FERUDUN ÖZKÖSE

Dienstag, 23. Mai 2006

Bu filmi gördük

Önce Cumhuriyet Gazetesi'nde arka arkaya patlayan bombalar, ardından Danıştay baskınında işlenen cinayet, bir gerilim döneminin kapısını araladı. Yıllardır aynı film durmaksızın vizyona sokuluyor. Danıştay'a yönelik kanlı baskının tetikçisi, daha önce yaşadığımız cinayetlerin tetikçileriyle benzer bir özgeçmişe sahip. Ülkücü, Hizbullah bulaşığı, emekli bir subayla ilişkili, Sedat Peker'in avukatının yanında staj görmüş vb. Öyle görünüyor ki; Mehmet Ali Ağca, Kartal Demirağ gibi benzer cinayet ya da suikast zanlılarıyla Alparslan Aslan aynı akıbeti paylaşacak. ABD ya da İran bağlantısı üzerine teoriler geliştirilecek; cinayetin arkasında El Kaide gibi örgütlerin, TİT gibi "kontrgerilla"yı çağrıştıran ne olduğu belirsiz yapıların olduğu üzerine tefrikalar yayınlanacak, bazı gizli servislerin adamı olduğu iddia edilecek ama biz hiçbir zaman gerçeği bilemeyeceğiz.

Belki de tek gerçek, yüzyıldır bu topraklarda boy vermiş olan siyasal kültürün Alparslan Aslan'lar yaratmaya uygun bir iklime sahip olmasıdır. Siyasal farklılıkların her zaman siyasal cinayetlere, insanlık dışı katliamlara dönüşme potansiyeli taşıdığı bir ülke burası. Her türlü toplumsal gerilimin çözümünü taraflardan birinin yok edilmesinde, bastırılmasında gören; demokrasiyi toplumsal hayatın temeli olarak değil, rejim düşmanlarının gelişmesine olanak tanıyan bir zaaf olarak algılayan bir "yönetme tarzı" hemen hemen her toplumsal hareketin üzerinde hemfikir olduğu tek uzlaşma noktası gibi.

"Katil Başbakan" diye bağıran kalabalıkların tepkisini sürekli kılmasından söz eden bir Genelkurmay Başkanı, cinayetten Başbakana sorumlu tutan bir ana muhalefet lideri, ana muhalefet partisi liderini bir "komplo"nun parçası olmakla suçlayan Başbakan herhalde dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde rastlanmayacak tuhaflıklardır. Bu sert üslupların tanıklık ettiği şey ise karşı karşıya olduğumuz krizin derinliğidir.

AKP hükümetinin, TBMM'de yeterli sayıya sahip olsa da, ülke genelinde bu "sayısal çoğunlukla" uyumlu bir siyasal çoğunluğa sahip olmadığı açık. Buna karşın bir iktidar açlığı içinde, devlet içindeki bütün önemli noktaları ele geçirmeye, bunu Cumhurbaşkanlığı makamıyla taçlandırmaya çalışması gerilimin ana kaynağını oluşturuyor. Türban çekişmesinin ardında yatan da esas olarak bu "güç savaşıdır".

Cumhuriyet rejiminin seçkinci elitleriyle, giderek onlara benzeyen siyasal İslamcıların güç savaşı çok açıktır ki geniş halk kitleleri açısından olumlu bir sonuç yaratmayacaktır.

Türkiye'nin modernleşme sürecine karşı çıkışın bir simgesi haline dönüştürülen "türban" aslında inançlarına göre yaşamak isteyen kadınların değil, Türkiye'nin temel sorunlarının örtüsü haline dönüşmüş durumdadır.

AKP iktidarı altında ülkenin hiçbir temel sorunu çözülmedi. IMF politikalarıyla ayakta tutulan ekonominin ne denli kırılgan bir dengede olduğu; AB'nin baskılarıyla gündeme alınan "reform paketlerinin" bir türlü uygulama alanına geçemediği apaçık ortada. Bir de buna dış politikada ABD'nin dümen suyundan gitme hevesi eklendiğinde, çok daha vahim bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz görülecektir.

Cinayetlerin gölgesinde yürütülen bir <>"iktidar oyununda" belki AKP hükümetinin devrilmesi mümkündür, ama tarih göstermektedir ki, bu şekilde bir gidişin her zaman bir geri gelişi olmaktadır. Türkiye'yi demokrasinin askıya alındığı bir rejime sürüklemek isteyenlerin hesaba katması gereken en önemli nokta, siyasal İslamın 12 Eylül ve 28 Şubat'ın toprağında büyüdüğü gerçeğidir. Aslında formül çok basit. Laikliğin tek güvencesi özgürlüklerin ve demokrasinin geliştirilmesi, siyasetin halkın karar alma süreçlerine katıldığı bir çerçeveye kavuşturulmasıdır.

Bülent Forta bulentforta@birgun.net

Montag, 25. Juli 2005

Terörü lanetlemek yetmez...

Tut elimi . Sımsıkı tut elimi. Sakın bırakma. Elimi sakın bırakma!
Eli avucumun içinde tir tir titriyordu. Eli avucumun içinde kayboluyordu. Eli avucumun içinde can çekişiyordu. Sıcaktı. Sıcak avuçlarımızı yakıyordu. Terden sırılsıklamdı avuçlarımız... Koşuyorduk. Deliler gibi koşuyorduk. Her yerden , gökten ve yerden üzerimize bombalar yağıyordu. Parçalanmış bedenler, parçalanmış yapılar, parçalanmış araçlar üzerimize yağıyordu. Ateş, toz ,duman, kan yağıyordu.

Daha hızlı,daha hızlı. Sakın bırakma elimi, sakın bırakma... Omuzu belime ya geliyor ya gelmiyordu. Bu yaşta çocuk okula gönderilir mi hiç! Kaç yaşında başlıyorlar ki bunlar okula gitmeye... Bu daha minicik...Öyle çelimsiz ve zayıftı ki, sımsıkı yakaladığım eliyle koşarken, ayakları yerden kesiliyordu. Ayakları, ayaklarımız kan içindeydi. Koşarken kanlı ayak izleri bırakıyorduk geriye. Onunkiler küçücük, benimkiler kocaman. Kocaman gözleri korku içindeydi . Gözleri , bedeni , elleri , her yeri korkuyu büyütüyordu. Korku büyüdükçe, daha hızlı koşuyorduk. Sığınağa doğru koşuyorduk...
Sığınağa... Hayııır! Sığınağa olmaz. Sakın! Sığına olmaz... Daha bu sabah gördüm sığınağı... Yani sığınaktan arda kalanı: Duvarlarında negatif resimler... Bacadan içeri ateş topunu attıklarından beri yalnızca negatif resimler var sığınakta. Yanmış, kül olmuş saçlar,etler, kemikler, yanmış kül olmuş analar ve çocuklar var sığınakta. Yüzlercesi, binlercesi...

Tut elimi , sakın bırakma elimi! ...Sığınağa olmaz ! Okula ! Tam aksi yöne koşmalıyız. Bir çırpıda çekiveriyorum kolunu. Kolunun peşi sıra sürükleniyor. Koku dolu gözlerinde şimdi de şaşkınlık... Okula koşmalıyız diyorum. Görürsün bak, okulu nasılsa bombalamazlar. Elimden kurtulmaya çalışıyor. Ateşi, dumanı, bedenleri ve kan göllerini yarmaya çalışırken, daha bir sıkı kavrıyorum minicik elini... Daha hızlı daha hızlı koşuyoruz. Okula, doğru okula... Nasılsa okulu bombalamazlar!

İşte okul göründü. Kapıdan içeri attık mı kendimizi, güvende sayılırız. Son bir gayretle, avucumdaki eli sıkıyorum. Tırnaklarım neredeyse etini kesecek. İşte kapıdayız. Eşikten geçerken,kurtulduk diye haykırıyorum.

Kurtulduk!
Hayııııııııııır!
Avucumda çırpınan bir el. Minicik bir el. Hala sımsıcak. Gerisi yok. Kol yok. Beden yok. Yüz yok. Gözler yok. Çocuk yok. Elimde kan içinde bir el... Çocuğun eli.

Tekrarlanan kabus
Kan ter içinde uyandım.
Bağdat’ta otel odamdaydım. Göz yaşlarıma söz geçiremiyordum... Tanrım kurtar beni bu kabustan diye yakarıyordum.
Gördüğüm rüyanın , kabusun , daha sonra yaşayacağımız, yaşanılan, yaşanan gerçekler yanında ne denli cılız kalacağını henüz bilmiyordum.

Henüz Irak işgal edilmemişti. Şimdilik işgal hazırlığı yapılıyordu. 2003 yılının Ocak ayıydı.
Bir cümle , o sabah duyduğum bir cümle bir daha asla beni terk etmemek üzere içime yerleşmişti.
‘’Anne bugün okula gitmesem olmaz mı ?’’ diye sormuştu kara saçlı, kara kaşlı, küçücük bir çocuk. Ve hemen ardından eklemişti: ‘’ Belki bugün okulum bombalanır...’’

Eğer anneyseniz, ‘’Anne, bugün okula gitmesem olmaz mı...’’ diye başlayan tümceyi kim bilir ne çok duydunuz.
Çocukların canları okula gitmek istemeyebilir. Doğaldır. Çocuğun canı özgürdür. Çocuğun canı her zaman haklıdır.
Ancak doğal olmayan, yaşama aykırı olan, ‘’... belki bugün okulum bombalanır’’ eki...
Son zamanlarda bu kabusu sık sık görür oldum... Çocuğun cümlesinde kimi sözcükler değişiyor, o kadar: ‘’Anne bugün okula gitmesem olmaz mı, belki metro bombalanır’’... ‘’Anne bugün okula gitmesem olmaz mı, belki İstiklal Caddesi bombalanır, belki Mecidiyeköy bombalanır, belki sokak bombalanır, kent bombalanır...’’
İngiltere, geçen hafta Londra’daki terör eylemini gerçekleştirenlerin doğma büyüme Britanyalı , Pakistan kökenli gençler olduğunu öğrendiğinden beri, şoktan kurtulamıyor. Bir yandan ‘’Masumlara yönelik bombaların gerisindeki gücün beyni ’’ aranırken, bir yandan da ABD’nin yanı sıra Irak işgalişne katılan Blair hükümetine en acımasız eleştiriler sürdürülüyor.
Bir diktatörü devirmek ya da Ortadoğu’ya demokrasi , özgürlük, medeniyet vs. kazandırmakla hiç ilgisi olmadığı çoktan kanıtlanmış; yeryüzü petrol rezervlerinin dörtte üçünü barındıran bir bölgenin talanı ve paylaşımı yolunda başlatılan savaşın dünyadaki terör eylemlerini tetikleyeceği sanki bilinmiyordu! Sanki bilinmiyordu da, şimdi öğreniverdik ve şaşıp duruyoruz! Bu hunharlığı vahşeti lanetlemeyecek tek insan yoktur yeryüzünde.
Lanetlemek en kolay iş! Ancak yetersiz. Kimi soruları sormak zamanı gelmedi mi?
Londra’daki saldırıların hemen ertesi günü ‘’Independent’’ gazetesinin deneyimli yazarı Robert Fisk, Irak’a saldırının, işgalin, ‘’terörist eylem’’; Irak’ta bombalanan, öldürülen masum insanların terör kurbanı olup olmadıklarını soruyordu. Hiç kuşkunuz olmasın Robert Fisk Türkiye’de yaşayan ve yazan bir gazeteci olsaydı çoktan ‘’vatan haini’’ diye damgalanıp, işinden kovulurdu!
Birkaç gün sonra ise İsviçre Uluslar arası Çalışma raporu Irak’ta 100 bin sivilin öldüğünü açıklıyordu. (Ayrıntılar 13 Temmuz tarihli Cumhuriyet’te.)
Yasaklanan ilan
Yaklaşık aynı günlerde Amerikan Hükümeti, MTV’de bir kez yayınlanan bir ilana yasak koyuyordu.
İlanda arka fonda New York siluetinde terör saldırısıyla tutuşan ikiz kuleler, önce ise yerde oturmuş ‘’HIV –lütfen yardım edin’’ panosu taşıyan bir Afrikalı görülüyordu. İkiz kulelerin yanında ‘’2 863 ölü’’; yerdeki adamın yanında ‘’40 milyon insanda HIV’’ yazıyordu. Alttaki sloganda ise ‘’Dünya teröre karşı birleşti .AİDS’e karşı da birleşmeli’’ deniyordu. Sonraki panoda, ikiz kulelerde yine ‘’2 863 ölü’’; ön plandaki çocuğun yanında ‘’ dünyada 824 milyon aç insan var’’ yazıyor ve ‘’Açlığa karşı birleşin’’ deniyordu. Üçüncü ve son panoda ise yine ikiz kulelerin yanında 2 863 ölü’’ öndeki yaşlı kadının yanında ‘’ Dünyada 630 milyon evsiz var’’ yazıyor; ‘’Dünya teröre karşı birleşti, Yoksulluğa karşı da birleşin’’ yazıyordu.
Keşke, keşke bu ilan yasaklanmasaydı da yeryüzünde yaşayan her insan görebilseydi. Bu sayılar bir daha hiç birimizi terk etmeseydi.
Belki o zaman , teröre karşı ırkçılığı beslemek yerine , doğru soruları sormaya ve yanıt aramaya başlayabilirdik...

Zeynep Oral
16 Temmuz 2005- Cumhuriyet

Freitag, 31. Dezember 2004

Yeni Yıla Girerken…

Ah! Bilmez değilim, yeni yıl geliyor diye insanın yüreği pır pır etmeye başlar… Sanki geride kalan, geçip giden bir yılla, üzüntüler, sıkıntılar, endişeler, yokluklar, kötülükler, haksızlıklar da geride kalacak…
Sanki bir şeyler değişecek… Sanki ufkumuzu daha ötelere taşıyacağız…Sanki denizlere, nehirlere yeni sular dolacak… Yeni sularda, yeni rüzgarları sırtlayıp, yeni hedeflere pupa yelken dümen kıracağız sanki… Yeni ışıklar… Yeni umutlar… Sanki…
Belki alışkanlıktan, belki umudu diri tutmaya sonsuz gereksinimiz olduğundan sürdüreceğiz “sanki”leri…
Oysa… Oysa biliyorsunuz, değişen bir şey yok, sayılardan ve takvim yapraklarından başka. Ancak biz değiştirirsek, değişecek olandan başka…
Yani yeni yılda da farklı dünyalar arasında parçalanıp duracağız, kırılan dağılan parçalarımızı bir araya toplamaya çalışacağız.

Sevgili Okurlar, hepinize sevdiklerinizle birlikte, mutlu, sağlıklı, keyifli, yaratıcı, üretken, çok sesli, çok renkli, her tür şiddetten, baskıdan, sömürüden, eşitsizlikten, bağnazlıktan, haksızlıktan arınmış bir yeni yıl diliyorum.
Zeynep Oral

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren