Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan , Barış Terkoğlu
Metastaz

Dinlediklerim

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Freitag, 14. Januar 2005

rahip Desmond Tutu

Güney Afrikalı, Nobel ödüllü rahip Desmond Tutu'nun şu sözleri ünlüdür:

"Misyonerler Güney Afrika'ya geldiklerinde toprak bizde, İncil onlardaydı. Sonra bize 'Gözlerimizi kapatalım, dua edelim' dediler.

Gözlerimizi açtığımızda gördük ki İncil bizde, toprak onlardaydı."

Sorular, yanıtlar, tartışmalar

Geçen yıl en çok tartışılan konu AB meselesi oldu. Öyle görünüyor ki bu nafile tartışma önümüzdeki yıl da sürecek. "Nafile" diyorum, çünkü geçen yılın tartışmalarında görülen o ki, kimse kimseyi ikna edemiyor. Herkes kendi düşüncesinde ısrarlı.
Gazetemizin değerli yazarlarından Rıdvan Akar geçenlerde benim bu konudaki düşüncelerimle ilgili (ve oldukça hoş şarkı sözleriyle bezediği) tartışma yazısını şöyle bitiriyordu: "Türkiye sosyalistlerinden henüz 'Biz de AB'ye üyeliği destekliyoruz çünkü...' diye meydanlara çıkan yok. Geçtiğimiz sefer bir şarkı yazıp, Müftüoğlu'nu güldürmüştük. Bu defa -Çiğdem Anat'ın- bir roman adıyla bitirelim: Hayat geçiyor, sen neredesin?"
Madem bu konu önümüzdeki yıl da gündemde kalmaya devam edecek, yeni yılın bu ilk yazısında, Rıdvan'ın eleştirileri vesilesiyle, düşüncelerimi bir kere daha kısaca özetlemeye çalışayım.
AB konusunda karşımıza çıkan en yaygın ve ilk bakışta son derece makul görülen soru ya da düşünce tarzı şu: "Kardeşim sen Türkiye'nin AB'ye üye olmasına evet mi diyorsun, hayır mı diyorsun?" Rıdvan da herkes gibi bu sorunun yanıtını istiyor, evet veya hayır dışında politik bir tutumun olamayacağını düşünüyor. Bence bu hatalı bir düşünce.
Ben önce Rıdvan'ın önerdiği gibi, neden Türkiye sosyalistlerinin "Biz de AB üyeliğini destekliyoruz" diye meydanlara çıkmasını doğru bulmadığımı anlatmaya çalışayım. Her şeyden önce bugün Türkiye'nin egemen sınıfları, uluslararası tekelci sermayeyle bütünleşmiş sermaye kesimleri ve onların denetimindeki devlet bürokrasisi, AB'ye üyelik konusunda tercihlerini çoktan yapmış, kararlarını çoktan vermiş durumdalar. Hemen bütün egemen sınıf partileri de bu politikanın uygulayıcısı konumundalar. Zaten AB sürecinin en önemli parçalarından biri olan "Avrupa Gümrük Birliği Anlaşması" imzalanalı on yılı geçiyor. Bu anlaşmayla Türkiye, AB ile ilişkilerinde vereceği ekonomik tavizlerin çoğunu kabul etmiş oldu. Bu noktadan sonra tartışma konusu olan şey Türkiye'nin AB'ye tam üyelik koşullarının, zamanının, şeklinin, şemalinin AB hükümranlarınca belirlenmesinden ibarettir...
Bu koşullarda solun "AB'den yanayım" şeklinde bir politika yürütmesinin, bu egemen sınıf siyasetinin pasifçe desteklenmesinden başka bir manası da yoktur. Daha önceki bir yazımda da söylediğim gibi, böyle bir politika -sonucu değiştirme açısından- belirli bir yöne doğru giden bir trende oturduğun koltuğu ileri doğru iteklemekten başka bir anlam taşımaz. İkincisi ve daha önemlisi, AB sürecinin niteliği açısından, ona angaje olma anlamına gelecek bir politik tutumun yanlışlığıdır. AB süreci bugün küreselleşmenin bütün özelliklerini sergileyen bir yapıya dönüşmüştür. Onun son dönemlerde özelleştirmelere ve sosyal hakların tasfiyesine hız veren, neo-liberal, serbest piyasa esasına dayalı ekonomik kriterleri, İMF, DTÖ, DB gibi uluslararası sermaye kuruluşlarının yürüttüğü ekonomi politikalarıyla birebir örtüşür bir özellik göstermektedir. Keza bugünkü AB tümüyle sermaye egemenliğine dayalı, temel karar mekanizmalarına Avrupa oligarşisinin hakim olduğu bir yönetim yapısına sahiptir. Zaten bu özelliklere sahip olan AB egemenleri, Türkiye'nin eşit koşullardaki bir üyeliğini benimsememekle birlikte, yürüttükleri dünya politikası açısından Türkiye'yi dışarıda tutmayı da uygun görmemektedirler. Keza çeşitli Avrupa devletleri de AB sürecinin alt başlıkları arkasına gizlenmiş şekilde farklı siyasetler yürütüyorlar.

Bu nedenlerle Türkiye sosyalistlerinin sokaklara çıkıp, "Biz AB üyeliğine evet diyoruz" diye mitingler düzenlemesinin, çok doğru ve gerekli bir politika olduğu söylenebilir mi? Bize göre bu koşullarda bu soruya olumlu yanıt vermek mümkün değil. Bu yaklaşımın en özet ifadesi de kısaca "AB'ye evet demeye hayır!"dan ibaret.

Bu noktada, "Madem böyle düşünüyorsunuz, o zaman neden 'hayır' diye ortaya çıkmıyorsunuz" denebilir. Bize göre bu sorunun yanıtı da oldukça açık. Bugün sermaye kesimleri arasında AB yanlısı olanlarla karşı olanlar arasında bir mücadele ve tartışma var. Sermayenin uluslararası sermaye ile görece bütünleşememiş kesimleri, statüko yanlısı bürokratik milliyetçi güçlerle birlikte AB sürecine karşı bir muhalefet sürdürüyor. AB süreci, küreselleşme sürecinin de bir parçası ve gereği olarak, bu eski tutucu yapıyı bozan, taşları yerinden oynatan "ilerici" bir işlev de yerine getiriyor. Bu süreci gerçekten demokratik ve ilerici bir gelişme olarak sahiplenmek ne kadar yanlışsa, ona karşı eski yapıyı savunanların safında yer almak da o kadar yanlış bir tutum. Bu nedenle ve bu koşullar altında solun AB sürecine karşı olan statüko yanlısı milliyetçi güçlerle (bazılarının yaptığı gibi) birleşerek ortak bir mücadele yürütmeye kalkmasının saçmalığı ortada. Böyle bir tutumu haklı göstermek için ileri sürülen sözde anti-emperyalist söylemlerin de tutarlı bir yanı yok. Türkiye'nin AB üyeliği, AB emperyalizmiyle bir sömürü ilişkisi kurulması olarak görülecek bir ilişki değil, sömürü ilişkisi şimdi zaten var.
Bütün bu nedenlerle sol açısından bu konu üzerine yürütülen tartışmayı bir "evet-hayır" çerçevesine sıkıştırmak pek anlamlı bir şey olarak görünmüyor. Bu yaklaşımın, bugün yaşanan gelişmeler karşısında politikasızlık ve tavırsızlık olarak görülmesi veya öyle anlaşılması da doğru değil.
Türkiye AB'ye tam üye olacaksa olacak, şimdi daha muhtemel olarak göründüğü gibi özel bir statü ile sınırlandırılmış bir üyelik verilecekse, Türkiye egemenleri onunla yetinecek. Her ne olursa olsun, Türkiye'de solculuk ve devrimcilik, bugün başka türlü olmasına solun gücünün yetmediği bu verili koşullar altında yürütülecek.
Yani demem o ki, sosyalist dünya görüşü bu verili (AB sürecine endekslenmiş ) koşullar altında ve bu verili düzene karşı mücadele içinde ve de eskimiş düzeni savunma hatasına da düşmeden kendisini yeniden var edebilecek. Her neyse, bu konuyu, ve bu konuya kenardan müdahil olan "emeğin Avrupası" bağlamındaki konuları, önümüzdeki yıl boyunca da arkadaşça tartışmaya devam edeceğiz.

Bu tartışmada hiç değilse bir konuda zayıf kaldığımı kabul etmek zorundayım: Rıdvan'ın şarkı sözleri! Bu konuda ona yanıt vermekte zorlandığımı itiraf etmek durumundayım. Gene de, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.
İşte benim yanıtım da sevgili Can Yücel'in bir şiirinden, aklımda kalan iki dize:

"Başka türlü bir şey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne de buluta benzer..."


Oğuzhan Müftüoğlu 07/01/05 (Bir gün Gazetesinden alinmistir)

oguzhanmuftuoglu@birgun.net

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren