Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan , Barış Terkoğlu
Metastaz

Dinlediklerim

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Dienstag, 10. Mai 2005

Hatırlıyor musun?

Elini tren penceresinden uzatıp sallarken gülümsüyordu güya.
İçine doğru ağladığını kim bilebilirdi? Ve sen yanaştın pencereye, tam da tren hareket ederken hatırlıyor musun?
"İstemiyorsan hemen in!" dedin bağırarak. Ötekiler farkında değildi, ama çocuk duydu.
Çok geçti lakin... Tren gidiyordu. Bir kez daha haykırdın sonra... Çocuk duydu.
"Mektup yaz bana gidince... İstemiyorsan hemen dön, hemen... Aldırırım seni! Bırakmam gurbetlerde!.."




Yarın sana geleceğim. Beyaz tülbendini indirip pamuk saçlarını okşarken soracağım:
"Hatırlıyor musun?" "Hatırla ne olur... Biliyorum bütün görüntüler silinip gitti ama o günü hatırla... Bir tek sen söyleyebilirdin, bir tek sen... Kalabalıkları kaale almadan, kendi yüreğimin sesini dinlememi bir tek sen söyleyebilirdin bana. Bir tek sen.. Gözlerim gülerken içimin ağladığını bir tek sen görebilirdin. Gördün de... Bir tek sen... Sen benim annemsin, hatırlıyor musun?"

Ali kirca nin Hatırlıyor musun? adli yazisindan

Çetin Altan da diyor ki:

"Diş ağrısı aslında dört ayak üstünde olmamakla ilgilidir.

Mesela diş ağrıları olmaz aslanda, kaplanda.

Biz insanlar ayağa kalkmışız. Enerji beynimize gitmeye başlamış ve ölüm bilinci oluşmaya başlamış."

Ne ilgisi mi var? Sizin hiç dişiniz ağrımadı mı?

Klavye ve uzaktan kumanda

Şu anda evde elektrikler kesik. Yıllar var ki bir yazıyı ilk kez el yazısıyla yazıyorum. Elim resme yatkın olduğundan eskiden yazım da güzeldi; yani öyle derlerdi. Oysa şimdi, bütün her şeyi bilgisayar başında hallettiğimden, valla elle yazmayı da unutmuşum! Sadece kısa notlar almak, bir kenara adres, telefon numarası kaydetmek gerektiğinde elime kalem alıp bir şeyler çiziktirdiğimden, el yazım da berbat hale geldi; bazen ben bile okuyamıyorum.

Bilgisayarda yazma kolaylığı, her işte olduğu gibi bu yazı mesleğinde de artıları ve eksileriyle hayatımıza girdi bir kere. Eskiden elde kalem yazarken, demek ki, şu anda yaptığım üzere, cümleyi bitiremediğim zaman, durup düşünürdüm. Düşünürken ya son yazdığım kelimedeki harflerin üzerinden gider, ya farkına bile varmadan kağıdın kenarına bir desen, bir resim çiziktirirdim. Ekran başındayken ise, işte yazıp gidiyorsun... Beğenmediğin yeri, tık, siliveriyorsun. Halbuki kağıt üzerinde karalama var; ve kendi düşünce kabızlığını yüzüne vuran siyah çizgiler... Ekran başında "kopyala-yapıştır" kolaylığıyla, yazının kurgusunu birkaç saniyede değiştirebiliyorsun. Lakin kağıt üzerinde, bir paragrafı alıp üç beş sayfa sonraki bir bölüme aktarmak için bir sürü işaret, uyarı filan koyacaksın kendine; bunu yerine, bazen yeniden yazmak daha makul geliyor. Yeniden yazınca da, mutlaka daha güzel yazıyorsun. Yani zahmetli olduğunda, yani daha fazla emek harcadığında ürün daha kaliteli oluyor... Mu? Acaba? .. Yazarken teknolojiden yararlanmak, insanın düşünce akışını, yazım tarzını, üslubunu hangi düzeyde ve nereye kadar etkiliyor ki? Belki de kendi "özgür" ideolojik formasyonumuzda teknolojinin son nimetlerinin de gizli izleri, çizgileri vardır. Bir yanda elimizde kara kalem ile hükmettiğimiz beyaz kağıt üzerine yazdığımız fikirler; diğer yanda klavye ile bilgisayara döktürdüğümüz cümleler. İkisinde de kendimiz yazıyoruz; ancak ikincisindeki teknolojik rehavet, imkanlar, daha az harcanan emek... Bize hep işin kolayını, kestirme yolunu empoze ediyor olmasın?! Şimdi burada teknolojinin nimetleri karşısında nankörlük ettiğimi sanmayın. Mesela şu anda dört bin vuruşluk köşe yazımın neresindeyim, kestirmem mümkün değil. El yazısıyla yazmayı özlemişim ama, yine de lafı toparlamalıyım: Elektrikler kesik olmasaydı aslında yine benzer bir tekno-ideolojik insan halinden söz edecektim. Yazar ve bilgisayar arasındaki ilişkinin bir benzerinden... Televizyondan ve bilhassa elimizden bırakmadığımız uzaktan kumanda cihazından. Ne müthiş bir icat! Elimizde uzaktan kumanda aleti, sanıyoruz ki, muktediriz ve özgürüz. İstediğimiz düğmesine bastığımızda, istediğimiz kanalı seçebiliyoruz. Hoşumuza gitmeyince zaplıyoruz, zıplıyoruz. Oturduğumuz yerden, TV aracılığıyla adeta dünyaya kumanda ediyoruz; sanıyoruz ki kanal değiştirdikçe, dünyayı da değiştirebiliyoruz.

Oysa elimizde uzaktan kumanda aletiyle aslında uzaktan kumanda edilen de bizden başkası değil. TV kanalı değiştirirken, sahip değiştiren bir köleden ne farkımız var? Zırt pırt kanal değiştirebilme hazzını tadıp kendimizi tatmin ederken esir düşen; bilgileniyorum işte derken bilgisizleştirilen birer reyting kurbanıyız. Ya da kurban kurbağalar... Bütün ömrünü kuyunun dibinde geçirip, dünyayı dibinden bakıp da görebildiği kuyunun ağzı kadar sanan kurbağalar misali; oturduğumuz koltuklardan seyrettiğimiz dünyayı karşımızdaki TV kutusunun içindeki kadar, onun gösterdiği kadar tanıyabiliyoruz işte... Üstelik tam da elimizdeki uzaktan kumanda aleti sayesinde uzaktan kumanda ediliyoruz. Çok uzaktan, gökyüzündeki uydulardan. "Gökyüzünde yalnız gezen uydular, yeryüzünde sizin kadar yalnızım" halindeyiz. Milyonlarca insan, birbirimizden sadece uzakta kumanda edildikçe haberdarız; bizi "haber" yaptıkları ölçüde. Uzaktan kumanda cihazı ile dünyayı değiştiremiyoruz, sadece TV kanalizasyonları arasında bir değişiklik yapıyoruz... Neyse, bu yazıyı okuyorsanız, demek ki elektrikler gelmiş ve klavyem kalemime el koymuş, ben de internetten yazımı göndermişim. Mutlaka, elimde uzaktan kumanda cihazı, "haber"leri izliyorumdur; dünyayı sabitleyip kanal "değiştire, değiştire"...

Melih Pekdemir

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren