Kendi içine dönmek
Türkiye halkın politik angajmanlarının güçlü olduğu; ancak tartışmaktan düşünce açıklamaktan daha çok "taraf" olma güdüsünün galebe çaldığı bir ülke. İslamcısından, radikal cumhuriyetçisine; milliyetçisinden sosyalistine uzanan politik kümeler esas olarak kendi toplumsal etkinliklerini artırmak için ülkenin genel ve son derece önemli sorunları karşısında düşünce geliştirmek yerine ayırdedici fikirlerine vurgu yapmakla yetiniyorlar.
Bu durumun sürüp gitmesi ise bitmek bilmeyen bir politik çekişme sürecine yol açıyor. Kürtler için "kimlik sorunu", islamcılar ve radikal cumhuriyetçiler için "laiklik sorunu"; milliyetçiler için "bölücülük", sosyalistler için "sermaye-emek çelişkisi" liberaller için "sermaye" en önemli konu. Kuşkusuz her politik düşüncenin dünyayı algılamaya ilişkin temel kavramlara sahip olması bu kavramlar ışığında politik mücadelesini kurgulaması anlaşılabilir bir durumdur. Yadırgatıcı olan ülkenin politik arenasında önemli aktörler olarak yer alan bu kümelerin politikayı sadece ve sadece bu temelde yürütmeleridir.
Örneğin "ulusların kaderini tayin hakkı" konusunda önemli bir tarihsel deneyime ve teorik mirasa sahip olan sosyalistler Kürt sorunu konusunda konuşmayı Kürt hareketlerine bırakmayı tercih ederler, laiklik konusundaki tartışmalara dahil olmak ise adeta bir "ayıp" gibidir; bu konu radikal cumhuriyetçilerle islamcılara aittir. Benzer bir bakış açısıyla "sermaye birikim rejimi" esas olarak liberallerin kafa yorması gereken bir durumdur.
Diğer taraftan örneğin islamcıların "sermaye birikim rejimi" hakkında ne düşündükleri, Kürt sorununu nasıl ele aldıkları ya da emek-sermaye ilişkileri hakkında nasıl bir yorum getirdikleri son derece meçhuldür. Bu durum diğer düşünce kümeleri içinde aynen geçerli sayılmalıdır.
Oysa bu ülkenin son derece köklü sorunlarına çözüm üretmeden sadece kendi ilişkilerini mobilize ederek herhangi bir politik hareketin toplumsal etkisini derinleştirip yaygın-laştırabilmesi mümkün değildir. O nedenle de 70 milyonluk bir ülkede bir siyasi parti ıo milyon kişinin oyunu almasına karşın muazzam bir parlamento gücü elde edebilmekte, ancak bir türlü gerçek manada iktidar olamamaktadır.
Gelir eşitsizliğinin üst boyutlarda olduğu, yeterli enerji kaynaklarına sahip olmayan, sermaye birikimi açısından tarihsel olarak gecikmiş; nüfusu hızla artan bir ülkede hangi sanayileşme stratejisiyle, kişi başına düşen milli gelirin artırılması ve gelişmiş ülkeler seviyesine çıkartılması mümkündür? Bölgeler arası eşitsizlikler, gelir dağılımındaki bozukluklar nasıl ve hangi yolla ortadan kaldırılacaktır? Türkiye'nin öncelikli sektörleri hangisidir? Bu sektörlerin "katma değer" yaratabilmesi için ne tür kaynaklar sağlanacaktır? Sorular çoğaltılabilir.
Bu soruların tek bir yanıtının olmadığı ortada, ancak ülkenin kaderinde söz sahibi olmak için politik arenada yer alan hiçbir siyasal kümenin bu temel sorunlara yanıt aradığına ilişkin bir belirti ortada görünmüyor. Genel olarak "aktüel politik" çekişmelerin içinde üretilen siyaset ise geniş halk kitleleri açısından inandırıcı olamıyor.
Mevcut düzenin sürmesinden yana olan diğerlerinin yaptıkları bir yana solun kendi içine dönen düşünsel dünyasının kabuğunu kırması gerekiyor. Sol kendini ülkenin ve dünyanın sorunları üzerinden değil de; kendi iç polemikleri üzerinden kurmaya devam ettikçe yeni yeni bölünmeler ve giderek geniş kitlelerden kopan bir "tarikat" görüntüsü varlığını sürdürmeye devam edecek. Solun toplumsal güçsüzlüğü ise sadece ona inananlar açısından değil bu ülke açısından da büyük bir handikap. Değişimin öncüsü olan bir siyasal akımın, etkili bir güç olmaktan çıkması değişimin de ertelenmesi demek; oysa şu anda en çok buna ihtiyacımız var.
Bülent Forta bulentforta@birgun.net 2006-04-17 - 12:18:00
Bu durumun sürüp gitmesi ise bitmek bilmeyen bir politik çekişme sürecine yol açıyor. Kürtler için "kimlik sorunu", islamcılar ve radikal cumhuriyetçiler için "laiklik sorunu"; milliyetçiler için "bölücülük", sosyalistler için "sermaye-emek çelişkisi" liberaller için "sermaye" en önemli konu. Kuşkusuz her politik düşüncenin dünyayı algılamaya ilişkin temel kavramlara sahip olması bu kavramlar ışığında politik mücadelesini kurgulaması anlaşılabilir bir durumdur. Yadırgatıcı olan ülkenin politik arenasında önemli aktörler olarak yer alan bu kümelerin politikayı sadece ve sadece bu temelde yürütmeleridir.
Örneğin "ulusların kaderini tayin hakkı" konusunda önemli bir tarihsel deneyime ve teorik mirasa sahip olan sosyalistler Kürt sorunu konusunda konuşmayı Kürt hareketlerine bırakmayı tercih ederler, laiklik konusundaki tartışmalara dahil olmak ise adeta bir "ayıp" gibidir; bu konu radikal cumhuriyetçilerle islamcılara aittir. Benzer bir bakış açısıyla "sermaye birikim rejimi" esas olarak liberallerin kafa yorması gereken bir durumdur.
Diğer taraftan örneğin islamcıların "sermaye birikim rejimi" hakkında ne düşündükleri, Kürt sorununu nasıl ele aldıkları ya da emek-sermaye ilişkileri hakkında nasıl bir yorum getirdikleri son derece meçhuldür. Bu durum diğer düşünce kümeleri içinde aynen geçerli sayılmalıdır.
Oysa bu ülkenin son derece köklü sorunlarına çözüm üretmeden sadece kendi ilişkilerini mobilize ederek herhangi bir politik hareketin toplumsal etkisini derinleştirip yaygın-laştırabilmesi mümkün değildir. O nedenle de 70 milyonluk bir ülkede bir siyasi parti ıo milyon kişinin oyunu almasına karşın muazzam bir parlamento gücü elde edebilmekte, ancak bir türlü gerçek manada iktidar olamamaktadır.
Gelir eşitsizliğinin üst boyutlarda olduğu, yeterli enerji kaynaklarına sahip olmayan, sermaye birikimi açısından tarihsel olarak gecikmiş; nüfusu hızla artan bir ülkede hangi sanayileşme stratejisiyle, kişi başına düşen milli gelirin artırılması ve gelişmiş ülkeler seviyesine çıkartılması mümkündür? Bölgeler arası eşitsizlikler, gelir dağılımındaki bozukluklar nasıl ve hangi yolla ortadan kaldırılacaktır? Türkiye'nin öncelikli sektörleri hangisidir? Bu sektörlerin "katma değer" yaratabilmesi için ne tür kaynaklar sağlanacaktır? Sorular çoğaltılabilir.
Bu soruların tek bir yanıtının olmadığı ortada, ancak ülkenin kaderinde söz sahibi olmak için politik arenada yer alan hiçbir siyasal kümenin bu temel sorunlara yanıt aradığına ilişkin bir belirti ortada görünmüyor. Genel olarak "aktüel politik" çekişmelerin içinde üretilen siyaset ise geniş halk kitleleri açısından inandırıcı olamıyor.
Mevcut düzenin sürmesinden yana olan diğerlerinin yaptıkları bir yana solun kendi içine dönen düşünsel dünyasının kabuğunu kırması gerekiyor. Sol kendini ülkenin ve dünyanın sorunları üzerinden değil de; kendi iç polemikleri üzerinden kurmaya devam ettikçe yeni yeni bölünmeler ve giderek geniş kitlelerden kopan bir "tarikat" görüntüsü varlığını sürdürmeye devam edecek. Solun toplumsal güçsüzlüğü ise sadece ona inananlar açısından değil bu ülke açısından da büyük bir handikap. Değişimin öncüsü olan bir siyasal akımın, etkili bir güç olmaktan çıkması değişimin de ertelenmesi demek; oysa şu anda en çok buna ihtiyacımız var.
Bülent Forta bulentforta@birgun.net 2006-04-17 - 12:18:00
arasorbul - 23. Apr, 20:19