Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan , Barış Terkoğlu
Metastaz

Dinlediklerim

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Dienstag, 5. September 2006

...

Muhterem babacığım,

Sıkıntılı bir yolculuktan sonra Lübnan'a nail olduk. Ata uçağı tirbülans yaptı, kustum. Hosteslere ziyadesiyle ayıp oldu, yerler kirlendi. Sen temizletirsin ama yerler biraz kokacak galiba.

Neyse Lübnan'a geldik. Beni Hariri ailesinden bir zevat karşıladı. Telekom'un imzalanması gereken evrakları varmış, onları getirmiş. Kurye ile yolluyorum. İlgilenirsen burada beni rahat ettirirler. Nitekim alıp beni doğruca Hil-ton'daki koğuşa götürdüler. Buralar sıcak baba, çok sıcak. Tamam, 'vatan sana canımız feda' ama Hilton'daki eğitim havuzumuz olmasa halimiz haraptı.

Şimdilik bana Hilton Oteli'nin 11. katındaki gözcü süitini ayırmışlar. Oradan bu İsraillilere dikiz atmamı istiyorlar. Ben de sadece İsrail tarafına doğru bakıyorum. Pek bir şey göremiyorum. Gözlerim bozulabilir baba, tamam, "vatan sana canım feda" ama baba bakıyorum bakıyorum gözlerim bozulacak diye korkuyorum.

Korku demişken, babacığım burada hiçbir şeyden korkmuyorum. Geçen gün karavanada falafel getirmişler. Hepsini yedim. Ne getirirlerse yiyorum. Hiç yemek ayrımı yapmıyorum. Arap mutfağı aynen bizimkine benziyor. Garsonlar biraz kirli ama ne gam! Memleket hizmetinde gözümüz hiçbir şey görmüyor.

Baba,

Aslında şu 'bedelli' işini bir kez daha düşünse miydik? Tamam, "vatan uğruna canım feda" ama orada da işler aksıyor. Yani, bir kanunluk işti. Buradan çok telefon parası yazıyor. Hariri Ailesi'ne de sitem ettim. Bakalım cep telefonu hediye edecekler mi?

Ha, aklıma gelmişken yepyeni bir proje geliştirdim: "Sponsorlu askerlik." Askere gidiyorsun, her türlü ihtiyacını sponsorlar karşılıyor. Donuna kadar. Nasıl ama! Okul harcamalarını tekstilci ağabeyimiz karşılamıştı. Askerliği de karşılayacak birilerini buluruz herhalde. Böylece cebinden hiç para çıkmadan 'bedelli' işini hallederiz. Nasıl ama!

Dün, İsrail'in bombaladığı bölgelere gittim. Bu mersedeslerin pencerelerini dar yapıyorlar, pek bir şey göremedim. Şoför, "anneniz tembih etti, başını belaya sokmayacakmışsınız" dedi. Camınım, Siirt usulü dolmalı biberini nasıl da özledim.

Tamam, "vatan uğruna canımız feda" ama babacığım burada yalnızım baba, çok yalnız. Bize İmam hatipte öğrettiklerinden bambaşka bir Arapça konuşuyorlar, hiçbir şey anlamıyorum. Allahtan garsonlardan biri Türk. Bizim oralı. Seni de çok seviyor. İmam hatibi bitirdikten sonra buralara gelmiş. Çok okumuş, sana sormadan "gel seni Zonguldak'a il kültür müdürü yaparız" dedim. Umarım kızmazsın.

Baba,

"Çıkarsa tezkere Bilal gitsin askere" diyenlere inat Lübnan'dayım. "İşte geldim buradayım, ben bu işte ustayım" diyorum. Ama Akif abi hâlâ beni arayıp bu işi basına duyurmadı. Aslına bakarsan geldiğimden komutanlarımın da haberi yok. Yoklamada kaçak çıkmış olabilirim.

Babacağım,

Benim için yapsana bir kıyak.

Yaparsan kıyak,

Bilal sana minnettar!

(Nasıl kafiye ama!)

Rıdvan Akar ridvanakar@birgun.net

Mehmet 21 yaşındaydı ve askere gidecekti...

Geceydi... Mehmet balkonda oturuyordu... Gökyüzünü, uykuya yatmış şehrini, ardında uzanan dağları belki de son kez seyrediyordu. Mehmet gece ışıklarını seviyordu. Önce gökyüzüne baktı. Yıldızlar gece ışığıdır, dedi. Yıldız ışıkları çapkındır, işte mütevazı mavi ışıkları her daim göz kırpıyor ve durduk yere insanı filozof ediyor. Sonra Mehmet uykuya dalan şehrine baktı. Çarşı tarafında neonlar vitrinlerde fingirdeşiyor, kocaman caddeleri gündüz gündüz şakıyordu. Titrek lambalar evlerin mahremiyetinden firar etmiş, pencere pencere sokaklarda geziniyordu. Şehir ışıkları, diye düşündü Mehmet, insanı kendine kul ettiğine göre, demek ki medeniyet tanrıçasıdır. Birkaç saat önce, aynı balkonda havai fişekleri de seyretmişti Mehmet: Harcı alemdiler, rengârenk, şımarık, gürültülü ve saniyelik ömürlerinde yıldızlara eşlik etmişlerdi. Nedense, Mehmet'in aklına kısacık ömrü geldi, hüzünlendi.

Mehmet bu kez dağlara baktı. Dağlarda tek tek yanan çoban ateşleri de gece ışığıdır, dedi. Hepsi münzevidir ve mutlaka birer şiir dizesidir. Ve illa ki ateş böcekleri, diye devam etti. Balkondan eğildi baktı, bahçedeydiler, tabiat ananın geceleri teftişe gönderdiği bekçileriydiler. Mehmet de vatanı bekleyecekti, sırası gelmişti, askere gönderilecekti. Aklına gazete haberleri geldi. Dağlardaki çatışmalarda, pusularda, pusulası olmayan Kürt ve Türk makineli tarakalarından fışkıran alazları hatırladı; ve bir de televizyondaki akşam haberlerinde, yani Ortadoğu savaş alanlarında gökyüzünü tutuşturan bombaları... Evet bunlar da gece ışıkları, diye düşündü Mehmet. Gece ışıklarını hakikaten sevdiğinden, yine hüzünlendi.

21 yaşında Mehmet, Mehmetçik adayı Mehmet, gece ışıklarını seviyordu. Biliyordu, gece ışıkları, sadece ışıdıkları yeri aydınlatabiliyordu. Gecenin tamamını aydınlatmaya asla güçleri yetmiyordu. Lakin en siyah bir karanlıkta olsa bile, Mehmet bu ışıkları görebiliyordu ve en siyah karanlıklarda üstelik, gece ışıklarını daha da berrak seçebiliyordu. Mehmet'in aklına geldi: Aydınlıkta yıldızları, çoban ateşlerini, sokak lambalarını değil, sadece yangın yerlerini fark edebiliyoruz ve sadece havan toplarından ve bombalardan fışkıran ölüm alevlerini... Demek ki bunlar gündüz de görülüyorlar ve gece ışıkları değildirler, dedi Mehmet ve sevindi.

Zaten, dedi Mehmet, ortalık aydınlıkken bir yıldız olmanın ne anlamı var ki? Yıldızları göremesem de, biliyorum, oradadırlar, vardırlar; ateş böcekleri aydınlıkta da yaşarlar. Gece ışıkları, diye düşünmeye devam etti Mehmet; sadece Güneş'e saygılıdırlar. Elbet kimi zaman Güneş de tutuluyordu; ama bu kozmik bir olay, anlık bir olay diye kendini ferahlattı Mehmet.

Peki ya akıl tutulursa? Mehmet 21 yaşındaydı ama yaşadığı memlekette tam bir akıl tutulması yaşanmakta olduğunu fark edecek denli de akıllıydı. Akıl tutulması, kozmik değil, toplumsal, siyasal, yani trajik bir olaydı. Mehmet kısa ömründe şunu çok açık görmüştü: Akıl tutulunca, gündüzler de hep karanlıktır; gündüzleri esir alan bu kahpe karanlık karşısında gece bile mahcup kalır. Mesela, dedi Mehmet, mesela bugünlerde Lübnan'da gündüzler bilhassa karanlıktır. Gündüz karanlıklarının savaş yangınlarıyla tutuşturulması, diye devam etti 21 yaşındaki henüz Mehmetçik olmamış gencecik Mehmet, lanetlenmiş bir aydınlıktır.

Vakit gece yarısını çoktan geçmişti ve Mehmet hâlâ balkondaydı. Yarın 5 Eylül diye hatırladı. Mehmet, evet, kısa süre sonra askere gönderilecekti ve yarın Meclis'ten de bir karar çıkacaktı. Ya akıl tutulacak, ya da insanlar akla tutunacaktı. Mehmet, yarın Meclis'ten karanlık bir karar çıkmasın diye, barış barış barış diyen gece ışıkları da sokaklara çıkacak, unutma; dedi kendine. Çünkü Mehmet biliyordu; aydınlıkta yıldızlık taslamak anlamsızdı; ama akıl tutulmasında, sadece ışıdığı yerde görülse bile, mutlaka yıldız olmak lazımdı. Yarın keşke herkes birer gece ışığı olsa, dedi Mehmet. Ama sakın ha, birer şarapnel alevi, makineli yalazı olmasa, hakiki birer gece ışığı olabilse... İster bir ateş böceği, ister bir çoban ateşi, ister bir yıldız. Ama asla kayan bir yıldız da olmamalı dedi Mehmet. Yıldız olmalı, ama artistlik yapma hevesinde olmayan şöhretsiz birer yıldız olabilmeli ve illaki yumruklarını sıkmalı. Bunları söylemeliyim herkese, dedikten sonra Mehmet, içine bir kurt düştü: Peki ama, ya beni romantik bulurlarsa? O zaman derim ki, diye cevabını buldu Mehmet; o zaman, düpedüz trafik lambası olmalı, ama hep kırmızı yanan, asker göndermeme kararı çıkana kadar ve dahi çıksa bile bu kararı iptal ettirene kadar hep kırmızı kırmızı yanan...

Mehmet 21 yaşındaydı, askere gitmeden önce, kırmızı yanmak için barış meydanına koşacaktı... Yazar, Mehmet'e hak verdi: "Kırmızı güzel renktir, bilirim ve yemin ederim!" dedi.

Melih Pekdemir

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren