Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan , Barış Terkoğlu
Metastaz

Dinlediklerim

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Donnerstag, 30. August 2007

Yeni bir yol haritası gerekli

Türkiye sosyalist hareketinin önderlerinden biri olan Bülent Forta ile, alırlıkla seçim sonrası oluşan politik tabloyu konuştuk. Merkez sağın göbeğine AKP'nin oturduğunu söyleyen Forta, sosyalist solun önünde de yeni olanakların açıldığını belirtiyor.

»Öncelikle bir seçim değerlendirmesi yapmakta fayda var. Bu seçimin en önemli üç sonucu nedir?
AKP'nin elde etmiş olduğu meşruiyet ve merkez sağın göbeğine oturması en önemli sonuç. Bunun bir ordu muhtırasının arkasından olması, kısmen demokratikleşme açısından önemli. İkincisi, CHP'nin muhalefet tarzının, yani sadece cumhuriyeti kollama üzerinden yapılan muhalefetin sonuna gelinmesi. Üçüncüsü, toplumda çok yükseldiği iddia edilen milliyetçiliğin beklenen padamayı yapamaması. Yani o kadar itibar edilen bir düşünce haline gelmemesi...

»AKP'nin bugünkü ideolojik duruşu geleneksel merkez sağla örtüşüyor mu, farklılıklar var mı?
Merkez sağ genellikle devletle çok iç içe bir siyasi oluşumdu. Şimdi yaşanan, biraz daha aşağıdan, yani kıyıda kalmış bir kesimin sağın merkezine oturması. Yukarıdan aşağı bir merkez sağ iktidar yerine, modernleşmenin başka bir kolu olarak AKP'nin Türkiye'nin mevcut yapısıyla daha uyumlu bir merkez sağ olduğu kanısındayım. AKP hakikaten Türkiye'nin li-berizasyon politikasının taşıyıcısı. Bunun siyasal islam orijinli bir partide olması bir bakıma pozitif bir şey. Türkiye'de islam liberalleşmeden demokrasi imkânı çok azdı. Hizbullah'ı, Hamas'ı düşünün... Bu tür bir İslamcılığın merkez sağın içinde erimesi gibi bir sonuç yaratacağı için, pozitif. Ama başka bir açıdan negatif. Bütünüyle dünyadaki küresel sisteme entegre edilen bir ülke manasına geliyor bu.

» Seçimler sol açısından ne tür sonuçlar üretti?
Sol açısından tek sonucu 'bir musibet bin nasihattan iyidir' durumu... Halkın yüzde 47'si ülkeyi küreselleşme sürecine entegre eden partiye, yüzde 15'i milliyetçi tepkiye oy vermiş. Kalanı da cumhuriyeti kollama adına, MHP'lileşmiş, sosyal demokrat denemeyecek bir partiye... Solun yükselebileceği zeminin boyutları da yüzde ı'lerde. Matematik bu. Ama, CHP'de somutlaşan milliyetçi, devletçi, seçkinci muhalefet anlayışının sol kabul edilmesinin de sınırları ortaya çıktı. Süreç, sola zemin yaratacak bir boşluğu getirecek. Bu boşluğu kim doldurabilir, önümüzdeki dönemin sorusu bu.

Şimdi AKP'yi sadece cumhuriyet rejimiyle çekişmesi etrafından eleştirmeyecek, küreselleşme mağdurları üzerinden muhalefet edecek bir sol zemin var. Bu zemin büyük oranda CHP'ye oy verenlerden de çözülerek gelenleri, hatta AKP'ye konjonktürel olarak oy vermiş ama bu parti küreselleşme yönünde yürüdükçe oradan kopacak olanları da kapsayacak bir durum ortaya çıkardı. Bu musibet, bugüne kadarki teorik nasi-hatlardan daha reel bir durum yaratacak.

»Bu seçim sonuçları ortaya çıkmadan önce, yani yüzde ı'lik dramatik tablonun öncesinde, sol bunu öngöremiyor mu? Nerede hata yapılıyor?
Hata birkaç noktada... Tabii bunların bir kısmı hata, bir kısmı siyasal konjonktürün yarattığı şeyler. Biri şu; yıllardır Kürt hareketinin var olan çekim alanı özellikle batıda sol için olumlu yankılar yaratmıyordu. Konjonktür, sola çok alan bırakmıyordu. Ne söylersen söyle, Kürt hareketiyle aynılaşmış bir sol görüntüsü vardı. Bir toplumsal hareket sonuçta çeşitli konjonktürlerin bileşkesinde ya güç kazanıyor ya da güç kaybediyor. Bugüne kadar o bileşkeler solun aleyhine işledi. Şimdi durum biraz daha farklı. Türkiye'nin küreselleşmeye entegrasyonu sadece politik bir mevzu değil, bütün toplumsal hayatı etkiliyor. AKP, hegoman-yasını 'bu entegrasyon hepinize yarayacak' diyen bir politikanın üzerinden kuruyor. Ama biz biliyoruz ki, küreselleşmeye entegrasyon hiçbir ülkede toplumun bütününe refah getirmez. Bazı sektörler çöküyor, bazı işkolları ortadan kalkıyor, eski alışkanlıklarını sürdürmeye çalışan birçok insan üzerinde yıkıcı etialer yapıyor. Burada sola bir alan var, bu alan merkez solla doldurulamaz.

»Bunlar biraz da bizim dışımızdaki etkenler... Ya içimizdeki edcenler?
Solun iç nedenleri çok daha farklı. Yüzde ı'lik bir topluluk içinde bile çok keskin bir kavga sürüyor; devrimcisin, liberalsin falan... O kadar defansif bir noktadaki sol, kendi içerisinde hiçbir yenilenmeyi hayata geçirecek durumda değil. Her yenilenme bir tür ihanetle özdeşleşiyor.

Toplumsal bağlarını bir türlü kuramamış olması da var. Aslında sol potansiyelin, verilen oylarla özdeşleştirilmesi de doğru değil. Solun hareket zemini hiçbir siyasal sol partinin potasına aktarılamıyor. Diyelim ki yüzde 3'lük, 4'lük bir zemin olsa, sol kendi yenilgisini bitirebilir belki, bir moral güçle donanabilir. Ama temel teorik problem şu: Küresel kapitalizmin eleştirisi üzerinden yükselen bir sol yok.

» Son seçimlerde bağımsız aday kampanyasıyla birlikte ortaya çıkan potansiyelin kişiler etrafında örülmesi, uzun vadede Türkiye'de solun mücadelesi açısından sorun teşkil etmiyor mu?
Bağımsız aday süreci diye ifade edilen şeyin kilit açıcı bir kavram olarak kurgulanmasını doğru bulmuyorum. Altı üstü 1.5-2 aylık bir pratikte çok güzel işler yapıldı. Değişik nedenlerle seçilmiş bir taktikti; barajı aşmak için filan... Aslında bağımsız adaylıkla ilgili taktiği sadece sol kullanmadı. Muhsin Yazıcıoğlu da barajı aşamayacak bir parti lideri olarak girdi ve bağımsız oldu. Mesut Yılmaz ve Kamer Genç de... Ama buradan hareket ederek bir örgütle ilişkili olmayı reddetmek düşünülemez. Mesela Ufuk Uras'ı bir tek kişi olarak görebilir miyiz? 11 yıllık ÖDP mücadelesinin ortaya çıkarttığı bir kişilik. Seçime girdiği sırada ÖDP genel başkanıydı.

Şimdi bunu böyle teorileştirmeye çalışan yazılar yazılmaya başlandı. Hatta Baskın Oran kampanyası sırasında sanki hiçbir örgüte girmemiş olmanın bir erdem olarak sunulduğu bir bireysel hal de ortaya çıktı. Hiç abartmaya gerek yok. Seçim taktiği olarak barajı aşmak için bir bağımsız aday çıkarttın ve bu bağımsız aday seni temsilen parlementoya girdi. Onun ötesinde herşey, olup biteni kavramamaktır bence.

»Partili mücadeleyi gölgede bırakma tehlikesi yok mu? Bundan sonraki süreç, "partiyle olmuyor bu iş" gibi bir sonuca götürmez mi insanları?
Eğer bir parti, bu ÖDP olur veya başka bir parti olur, bunu bir partili mücadele olarak kurgulamayı başarırsa, bu fikrin itibar göreceği kanısında değilim. Baskın Oranla Ufuk Uras'ın kampanyalarını analiz edersek; Kürt hareketiyle Türkiye'deki sosyalist hareketin, pratikte problemleri olsa bile, ilk defa eşit koşullarda temas ettikleri bir girişim görürüz. Hatta Baskın Oran kampanyasında temas da edemedi ama bir diyalog sürdü. Bunları pozitif görüyorum.

Şu olsaydı, -ki oraya çekmek isteyen, süreci öyle okuyan arkadaşlar da var- DTP'nin desteklenmesiyle sınırlı bir siyasal programı olan birinin aday gösterilmesi şeklinde olsaydı, bu, hayatın gerçeği tarafından reddedilirdi. Kadıköy bölgesini alalım. Çok farklı sınıfsal kümelenmeler var. Kartal, Maltepe tarafı Alevi ağırlıklı. Sarıgazi, Ümraniye'de Kürt ağırlığı var. Kadıköy'de üst ve orta sınıf diyebileceğimiz bir kesim var. Türkiye gibi; bütün etnik, dinsel çelişkiler var, sınıf farklılıkları var. Bir sosyalist adayın bu farklılıklar içinde solcu, devrimci kesimleri kapsayabilecek bir program ortaya koyabilmesi ve böyle bir kampanya yürütmesi, şans. Bu temasın kendisinde bir güven tazelenmesi ihtimali var, bir ortak pratik ihtimali var, karşılıklı geçişkenlik ihtimali var. Peki bu sürdürülebilir mi? Her konjonktür böyle denk gelmeyebilir ve sürdü-rülemeyebilir ama eğer solu büyütmeyi düşünüyorsak, bu, hesaba katılması gereken bir şeydir.

»Bağımsız aday meselesi ÖDP içerisinde önemli tartışmalara yol açtı. Bir parça ÖDP'nin yaralandığından sözetmek bile mümkün. Bu nasıl aşılacak?
Bence, ÖDP'yi yöneten kurullar, bu seçimde siyasal öngörü açısından eksi not aldılar. Bağımsız adaylık imkânı ve bunun yaratacağı politik hareketlenme öngörülebilirdi. ÖDP bunun üzerinden taktik geliştirebilir, bağımsız aday çıkmasını isteyen sol çevreler içinde güç oluşturabilirdi. Gidip DTP'ye, "Siz de bağımsız aday çıkartıyorsunuz, biz de... Kesişme alanlarında ortak hareket edelim" diyebilirdi. Kendi genel başkanları dışında birçok toplumsal örgütün başkanını da sürece dahil edebilirdi ve süreçten güçlenerek çıkardı. Parti kurulları daha önceki bağımsız aday deneyimleriyle bu konjonktürü karıştırdı.

Taktiksel hadiseler üzerinden gelen sorunları ideolojik ayrılığa dönüştürmemek lazım. Parti hukuğu üzerinden yapılan tartışmalarla bir ayrışma yaşamanın da manası yok. Uras'ın seçilmiş olması pozitif bir şeydir, bir manivela olarak kullanılabilir. Bunu avantajlı hale getirmenin yolu, önümüzdeki üç dört yıla ilişkin politik bir yol haritasının ortaya çıkartılmasından geçer. Buradan ayrışma olursa da, şeriatın kestiği parmak acımaz. Ama şu koşullarda yaşanacak ayrışmanın kimseye faydası yok.

»İki kişiden birinin AKP'ye oy verdiği Türkiye'de ayrışma için daha hakiki nedenlere ihtiyaç var galiba...
Evet, ayrışılacaksa da bu gerçeğin karşısında oluşturulacak politikalar üzerinden ayrışılmak. O onu dedi, bu bunu dedi üzerinden bir tartışmanın manası yok. Bu, hiç kimsenin hesabını veremeyeceği sonuçlar yaratır. Biliyoruz ki, bütün ayrılıklar böyledir. Yani önce böyle spekülatif zeminde mayalanır, sonra ona ideolojik, teorik kılıflar uydurulur. Solun artık bu dersi öğrenmiş olduğunu varsaymak istiyorum.

ÖDP, görünen gücünün ötesinde önemli bir parti. Solda yaratmış olduğu kültürle, toplumsal hareketlerin içinde yer alış tarzıyla... 11-12 yıllık pratiğin biriktirdikleri küçümsenecek şeyler değil. Hiç kimsenin bundan kuşku duymasına da gerek yok. Parti, hayatını normalleştirmek zorunda. Sonra da önümüzdeki dört beş yıla ilişkin bir yol haritası çıkarmalı. Bu yol haritasının ideolojik köşe taşları, taktik adımları üzerine ayrışma olacaksa da, bir taraf partinin içinde iktidar olur, bir taraf muhalif kalır ve parti hayatı bu çoğulculuk içerisinde yürür. Kimin payına ne düşüyorsa bunu sindirmeyi göze almak zorunda.

»Solun birliği bir zaruret mi? Solun önünde aşılması gereken böyle bir sorun var mı?
Bugün sosyalist solun 'birlik' diye bir problemi olmadığı kanısındayım. Belki ÖDP kurulduğu zaman bir problemdi ama bugün itibariyle sosyalist solun birliği, eski sosyalist yapılardan bugüne evrilmiş olanların bir araya gelmesi gibi şeyler üzerinden yapılan politikanın hiçbir manası yok. Bugün, program sorunu, birlik sorunundan çok daha önemli.

* * *
Soğuk savaş döneminin dili terkedilmeli

»Halk uzun zamandır sola neden rıza göstermiyor?
Bu çok köklü ve zor bir soru. Hakikaten, bunu bilsen politikanın anahtarını rahatlıkla kullanabilirsin. Ama biliyoruz ki geçmişte böyle değildi. Öte yandan geçmişin koşullarıyla bugün arasında doğrudan bir çizgi olduğu kanısında da değilim. Ciddi bir soğuk savaş solculuğu, silahlı çatışma ortamı üzerinden gelişmiş bir sol vardı. Yeni döneme geçildiği zaman, sol bunun üstesinden gelemedi. Bizim dönemimizin üç hareketine bakalım: Milli Görüşçülük vardı biz üniversitedeyken, bizden daha güçsüz bir hareketti. Ya da bize yakın bir toplumsal gücü vardı diyelim; Akıncılar teşkilatı! Şimdi o insanlar o damarı dönüştüre dönüştüre, toplumsal ilişkileri kura kura, iktidarın merkez partisi haline geldiler. Ülkücülük vardı; şimdi yüzde 14-15'e varan bir MHP... Bir de, CHP tarafından temsil edilen değil, hakikaten devrimci sol bir birikim vardı. Azala azala bugün geldiği noktaya bakarsak; toplumla bağı son derece zayıflamış.

Yani halen "gün gelecek ve biz solun asr-ı sa-adetindeki yöntemlerle, mücadele araçlarıyla yürüyüp gideceğiz"i bekleyen, bekledikçe de hayattan soyutlanan, toplumsal köklerini ortadan kaldıran bir sol... Solun bu soğuk savaş dönemi solculuğundaki argümanlarının sorgulanması gerekiyor. Sol, bugünün küresel kapitalizminin nasıl eleştirileceğini bilmek zorunda. Ama sol genelde ideolojik tartışmaları üç beş kavram üzerinden yapıyor. Üstelik bunlar ciddi şekilde sorgulanmış değil; kadroları oluşmuş değil. Her mücadele kendine özgü kadrolarla yapılabilir. Bunlar ÖDP için bağımsız aday süreçlerinden çok daha önemli.

* * *
Etno-kimlik politikası tükeniyor

»Büyük ölçüde DTP oylarına yaslanarak da olsa parlamentoya birini gönderelim, onun yarattığı rüzgârla toplumsal muhalefete ulaşalım gibi bir düşünce vardı. Bir de, yapmamız gereken esasen kendi adayımızı Meclis'e gönderecek bir toplumsal muhalefeti inşaa etmektir türü bir yaklaşım var. Ne dersiniz? DTP'nin, yani Kürt etno-kimliği üzerinden yükselmiş olan hareketin bu kadar monolitik değerlendirilmemesi gerekir. Bunun bütün göstergeleri bu seçimde çıktı. Yani etno-kimli-ğe vurgu yapan DTP, sonuç olarak AKP'ye de büyük oy kaybetti. Bu aslında DTP'nin o etno-kimlik üzerinden yaptığı politikanın da sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Her iki kampanyada da, esas olarak DTP'nin oylarına yaslanarak bir sonuç ortaya çıktığı düşüncesi gerçekçi değil. Elimizde oyların analizi var. DTP adayının 45 bin oyu var, Baskın Oran'ın 33 bin. Uras'ın Kadıköy'de 20 bine yakın, E-5'in üstünde 20 bine yakın oy var, bunun içerisinde Alevi oyu var...

»DTP oyu yok mu?
DTP oyu Diyarbakır'da ne kadar kaydıysa birinci bölgede de o kadar kaymıştır. Birinci bölgede daha önce 98 bin DTP oyu vardı, şimdi 82 bin Ufuk Uras oyu var. Ufuk Uras'ın, en azından bu oyların yarısını Aleviler'den ve sol cenahtan aldığı kanısındayım. DTP oylarında yarıya yakın bir azalma var. Bu aslında ciddi bir sınıf mücadelesi. Yani DTP'nin oradaki kampanyasında AKP'ye gitmesi muhtemel 45 bin oyu, bağımsız adaya gitmiş. Bunlar aynı zamanda Kürt hareketinin en şehirleşmiş, sosyal taleplere eğilimli olan kesimini oluşturuyor. Bu bana göre hayırlı bir geçişkenlik. Kürt hareketinin biriktirdiği bir toplumsal kümeyle, sol hareketin biriktirdiği bir toplumsal kümenin bir araya geliş hali. Siyasal partilerin iradesine rağmen olmuş bir şey değil tabii. Ama "O bizim öz gücümüz değil" gibi bir sonuç çıkarılması da doğru olmaz.

»Yani Ufuk'un Meclis'e gitmesinin gerisinde toplumsal muhalefet yok demek yanlış olur.
Kesinlikle toplumsal muhalefet var. Türkiye'de milli bakiye sistemi olsa ÖDP genel başkanının Meclis'e gitmesi anasının ak sütü gibi helal değil mi? 300 bin kişi bile olsa bu ülkede, iyi bir seçim sistemiyle bunun temsiliyeti parlementoya yansısa, bunu haketmiyor mu sol hareket? Tarihiyle hakediyor, birikimiyle hake-diyor, 12 Eylül'den sonraki direngenliğiyle hale ediyor. Burada herkesin emeği var.

Bülent Forta

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren