Asker göndermek
Lübnan'a asker gönderme konusu dış politikanın en önemli sorularından biri haline gelmiş durumda. Aslında "asker gönderme" konusu bizim hiç de yabancısı olmadığımız bir konu. Bütün tarihimiz başka topraklara asker göndermek, ardından da "Yemen Yemen kanlı Yemen" diye ağıtlar yakmakla geçmiş. Kore'ye, Afganistan'a, Somali'ye, Bosna'ya "davet" üzerine, Kıbrıs'a, Kuzey Irak'a "dış politikamız" gereğince asker göndermeye devam etmişiz, şimdi de Lübnan'a asker gönderip göndermemeyi tartışıyoruz.
Türkiye, jeo-stratejik anlamda dünyanın en kritik bölgelerinden birinde yer alıyor. Temel çatışma alanı haline gelen Ortadoğu'yla sınır komşusu, şimdi kısmen durulmuş olan Bal-kanlar'la ve eski Sovyet topraklarıyla da sınır komşusu. Üstelik bu bölge dünya enerji kaynaklarının önemli alanlarından, dolayısıyla emperyal çıkarların sıcak çatışmaları kışkırttığı bir "yangın yeri" görünümünde. Sorun Lübnan'a asker göndererek bu "yangın"a dahil olup olmama sorunu, basit ve sembolik bir "barış gücü" sorunu değil.
1 Mart teskeresinin reddedilmesiyle Ortadoğu'da sürüp giden savaşın kıyısında durmayı başaran Türkiye'nin ne kadar doğru bir tutum takındığı ortadayken, yeniden batağa sürüklenmesi, etkileri yıllarca sürecek bir hata olacaktır. Bush yönetiminin Irak işgali öncesinde ileri sürdüğü her şey, öngördüğü her senaryo yalanlanmış durumdadır. ABD, Irak'ta bir batağa saplanmış ve bölgesel düzeyde bütün hesapları yanlış çıkmıştır. Bugün Ortadoğu demokratik rejimlerin egemen olduğu, barışın hüküm sürdüğü bir bölge değildir. Tam tersine İran-Suriye-Hizbullah ekseninde gelişen Amerikan karşıtı Şii İslamcılık giderek güç kazanmaktadır. Irak hızla bir iç savaşa sürüklenirken, İsrail bütün militer gücünü devreye sokmasına karşın "başarısız'Mık batağına batmış durumdadır. ABD yanlısı Arap rejimleri ise bırakın "demokratikleşmeyi", giderek kendi içlerinde gelişen radikal akımlar karşısında iktidarlarını sürdürmekte zorlanmaktadırlar.
Türkiye'nin vereceği karar bu açıdan önemlidir. Tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğumun egemen olduğu bölgede önemli bir "güç" olmak için, her çatışma alanında askeri olarak var olmaya çalışmanın dış politikanın temeli yapılmasını öneren "neo-Osmanlıcı-lık" hem bir hayal hem sonu tehlikeli bir maceradır. Kendi içinde Kürt sorununu çözememiş bir ülkenin Kuzey Irak'ta çözüm araması, kendi içinde ekonomik, sosyal ve siyasal istikrarı yakalayamayan bir ülkenin bölgeye "istikrar" getireceğini iddia etmesi hayaldir.
Kişi başına 3.500 dolar milli gelirle, dünya ticaretinden binde 3 pay alarak, son derece köklü ekonomik ve sosyal sorunlara sahip bir ülkenin bölge gücü olabilmesi mümkün değildir. Dış politika, ulusal gücün ne kadarsa uluslararası gücün de o kadardır katılığının hâkim olduğu bir alandır. Ulusal gücünün üstünde "askeri" üstünlüğe bağlı bir güç arayışı, sonuçta militer bir toplum haline dönüşmeyi ve daha büyük bir askeri güç karşısında ya yenilgiyi ya da teslimiyeti getirir.
Bütün bu nedenlerle Türkiye, Lübnan'a asker gönderme gibi maceralardan uzak durarak 1 Mart tezkeresiyle elde ettiği pozisyonu de-ğiştirmemelidir. Bölgede güç kazanmanın daha etkili yolları vardır.
Örneğin kendi içinde Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözmek, ekonomisini stratejik bir politikayla düzenlemek, demokrasisini derinleştirmek, birtakım boş böbürlenmelerle değil, gerçekten güç sahibi bir ülke haline gelmek... Ve aynı zamanda savaştan değil barıştan medet uman, bunun için çaba gösteren onurlu bir ülke olarak tarihte yerini almak. Yapılması gereken budur
Bülent Forta
bulentforta@birgun.net 20/08/06
Türkiye, jeo-stratejik anlamda dünyanın en kritik bölgelerinden birinde yer alıyor. Temel çatışma alanı haline gelen Ortadoğu'yla sınır komşusu, şimdi kısmen durulmuş olan Bal-kanlar'la ve eski Sovyet topraklarıyla da sınır komşusu. Üstelik bu bölge dünya enerji kaynaklarının önemli alanlarından, dolayısıyla emperyal çıkarların sıcak çatışmaları kışkırttığı bir "yangın yeri" görünümünde. Sorun Lübnan'a asker göndererek bu "yangın"a dahil olup olmama sorunu, basit ve sembolik bir "barış gücü" sorunu değil.
1 Mart teskeresinin reddedilmesiyle Ortadoğu'da sürüp giden savaşın kıyısında durmayı başaran Türkiye'nin ne kadar doğru bir tutum takındığı ortadayken, yeniden batağa sürüklenmesi, etkileri yıllarca sürecek bir hata olacaktır. Bush yönetiminin Irak işgali öncesinde ileri sürdüğü her şey, öngördüğü her senaryo yalanlanmış durumdadır. ABD, Irak'ta bir batağa saplanmış ve bölgesel düzeyde bütün hesapları yanlış çıkmıştır. Bugün Ortadoğu demokratik rejimlerin egemen olduğu, barışın hüküm sürdüğü bir bölge değildir. Tam tersine İran-Suriye-Hizbullah ekseninde gelişen Amerikan karşıtı Şii İslamcılık giderek güç kazanmaktadır. Irak hızla bir iç savaşa sürüklenirken, İsrail bütün militer gücünü devreye sokmasına karşın "başarısız'Mık batağına batmış durumdadır. ABD yanlısı Arap rejimleri ise bırakın "demokratikleşmeyi", giderek kendi içlerinde gelişen radikal akımlar karşısında iktidarlarını sürdürmekte zorlanmaktadırlar.
Türkiye'nin vereceği karar bu açıdan önemlidir. Tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğumun egemen olduğu bölgede önemli bir "güç" olmak için, her çatışma alanında askeri olarak var olmaya çalışmanın dış politikanın temeli yapılmasını öneren "neo-Osmanlıcı-lık" hem bir hayal hem sonu tehlikeli bir maceradır. Kendi içinde Kürt sorununu çözememiş bir ülkenin Kuzey Irak'ta çözüm araması, kendi içinde ekonomik, sosyal ve siyasal istikrarı yakalayamayan bir ülkenin bölgeye "istikrar" getireceğini iddia etmesi hayaldir.
Kişi başına 3.500 dolar milli gelirle, dünya ticaretinden binde 3 pay alarak, son derece köklü ekonomik ve sosyal sorunlara sahip bir ülkenin bölge gücü olabilmesi mümkün değildir. Dış politika, ulusal gücün ne kadarsa uluslararası gücün de o kadardır katılığının hâkim olduğu bir alandır. Ulusal gücünün üstünde "askeri" üstünlüğe bağlı bir güç arayışı, sonuçta militer bir toplum haline dönüşmeyi ve daha büyük bir askeri güç karşısında ya yenilgiyi ya da teslimiyeti getirir.
Bütün bu nedenlerle Türkiye, Lübnan'a asker gönderme gibi maceralardan uzak durarak 1 Mart tezkeresiyle elde ettiği pozisyonu de-ğiştirmemelidir. Bölgede güç kazanmanın daha etkili yolları vardır.
Örneğin kendi içinde Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözmek, ekonomisini stratejik bir politikayla düzenlemek, demokrasisini derinleştirmek, birtakım boş böbürlenmelerle değil, gerçekten güç sahibi bir ülke haline gelmek... Ve aynı zamanda savaştan değil barıştan medet uman, bunun için çaba gösteren onurlu bir ülke olarak tarihte yerini almak. Yapılması gereken budur
Bülent Forta
bulentforta@birgun.net 20/08/06
arasorbul - 21. Aug, 12:52
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/2557310/modTrackback