İdeoloji ve politika
Türkiye solunun ciddi bir yenilenme ve yeniden yapılanma sorunuyla yüz yüze olduğu ortada. Bu gerçek, yaşadığımız her önemli olayda, her seçim yenilgisinde tekrar tekrar önümüze geliyor. Fikri yenilenme deyince de elbette fazla bir şey söylenmiş olmuyor. Gündemde olan sorunlar üzerine somut fikirler, tartışmalar üretmeden bu alanda ciddi bir yenilenme de söz konusu olamaz. Solda yaygın olarak karşılaştığımız politik mücadele süreçlerine olan yabancılık, aynı zamanda fikri tartışma ve üretim süreçlerinde de karşımıza çıkıyor. Bu durumda da, ya kişiler etrafındaki basit tartışmalara ya da gündem dışı eskimiş sorunlara takılıp kalınıyor. Solun krizine çözüm bulma veya yeniden yapılanma adına zaman zaman çeşitli arayışlar gündeme geliyor. Yeni partiler kuruluyor, ittifak çabaları, güç birliği denemeleri yaşanıyor. Bu girişimler kuşkusuz gerekli, ama, bunlardan ciddi sonuçlar çıkmamış olması da doğal karşılanmalı. Çünkü, ciddi bir fikri yeniden yapılanma olmadan oluşturulmuş (çoğu zaman en temel meselelerde bile ortaklaşılamamış) yapılar, inandırıcı olamazlar ve kitleleri peşinden sürükleyebilecek bir hegemonik güç haline dönüşemezler.
SOLUN ZOR YOLLARI
Solun fikri düzeyde ortaya çıkan sorunları, genelde küreselleşme süreciyle birlikte gelişen neo-liberalizmin ideolojik hegemonyasıyla da ilgili bir sorun. Sermayenin yeni yönelimleri doğrultusunda geliştirilen hakim fikirler, sol içinde de kaçınılmaz olarak yeni yönelimler yaratıyor. "Solun değişimin öncülüğünü sağa kaptırdığından" söz ediyoruz. Bu aslında basit bir durum saptaması. Gündemde olan "değişim" gerçekte uluslararası sermayenin yeni stratejileri doğrultundaki bir "değişim". Bu sürecin öncülüğünün neo-liberal politikaları benimseyen sağ bir parti tarafından üstlenilmesi de doğal. Son iki seçimde kitlelerin, küreselleşme mağdurlarının çıkarlarını savunan "küreselleşme karşıtı" sol partileri değil de, neo-liberal politikaları savunan "küreselleşme yanlısı" AKP'yi tercih etmesi bu açıdan ilginçtir. Burada solun açmazı, kitlelerin eskisi gibi yaşamak istemedikleri bu tür durumlarda olduğu gibi, bu krizi devrimci bir değişim sürecine yönlendirmede hiçbir inandırıcı program ortaya çıkaramamış olmasında görülmeli. Sol bu süreçte ya "küreselleşme karşıtı" bir görünüm altında milliyetçi - muhafazakar bir konumda, ya da neo-liberal "değişim" politikalarının silik (sol-liberal) bir takipçisi pozisyonunda kalarak, hiçbir etkinlik gösteremiyor. En iyi yapılan iş, liberallerin milliyetçilere, milliyetçilerin liberallere her fırsatta dehşetli ve parlak eleştiriler yönelterek kendilerini haklı çıkarmalarından ibaret. Bu ikilemin her ikisine de karşı olanlar ise, "iki arada bir derede"... AB konusundan, Yerel Yönetim ve Kamu Personel Yasasına kadar, hemen her konuda ... Kıbrıs sorunu konusundaki tartışmalarda da bunu izledik. Bir tarafta "Kıbrıs halklarının -nasıl olursa olsun- barış içerisinde birlikte yaşama iradesine" saygı duyulmasını söyleyen herkesi "vatan haini" ilan eden ve (ne zaman kendilerinin olmuşsa!) "Kıbrıs'ı vermeyiz" diye diretenler... Diğer yanda ise, Kıbrıs'ta barışa ve birlikte yaşamaya 'evet'ten çıkarak, neredeyse bu konuda farklı düşünen herkesi 'faşist' ilan etmeye kalkanlar... Bu düzeylerde sol açısından bir fikri açılım ve çözüm bulunamayacağı açık.
BİRGÜN » Oğuzhan Müftüoğlu - İdeoloji ve politika - 27/04/2004
SOLUN ZOR YOLLARI
Solun fikri düzeyde ortaya çıkan sorunları, genelde küreselleşme süreciyle birlikte gelişen neo-liberalizmin ideolojik hegemonyasıyla da ilgili bir sorun. Sermayenin yeni yönelimleri doğrultusunda geliştirilen hakim fikirler, sol içinde de kaçınılmaz olarak yeni yönelimler yaratıyor. "Solun değişimin öncülüğünü sağa kaptırdığından" söz ediyoruz. Bu aslında basit bir durum saptaması. Gündemde olan "değişim" gerçekte uluslararası sermayenin yeni stratejileri doğrultundaki bir "değişim". Bu sürecin öncülüğünün neo-liberal politikaları benimseyen sağ bir parti tarafından üstlenilmesi de doğal. Son iki seçimde kitlelerin, küreselleşme mağdurlarının çıkarlarını savunan "küreselleşme karşıtı" sol partileri değil de, neo-liberal politikaları savunan "küreselleşme yanlısı" AKP'yi tercih etmesi bu açıdan ilginçtir. Burada solun açmazı, kitlelerin eskisi gibi yaşamak istemedikleri bu tür durumlarda olduğu gibi, bu krizi devrimci bir değişim sürecine yönlendirmede hiçbir inandırıcı program ortaya çıkaramamış olmasında görülmeli. Sol bu süreçte ya "küreselleşme karşıtı" bir görünüm altında milliyetçi - muhafazakar bir konumda, ya da neo-liberal "değişim" politikalarının silik (sol-liberal) bir takipçisi pozisyonunda kalarak, hiçbir etkinlik gösteremiyor. En iyi yapılan iş, liberallerin milliyetçilere, milliyetçilerin liberallere her fırsatta dehşetli ve parlak eleştiriler yönelterek kendilerini haklı çıkarmalarından ibaret. Bu ikilemin her ikisine de karşı olanlar ise, "iki arada bir derede"... AB konusundan, Yerel Yönetim ve Kamu Personel Yasasına kadar, hemen her konuda ... Kıbrıs sorunu konusundaki tartışmalarda da bunu izledik. Bir tarafta "Kıbrıs halklarının -nasıl olursa olsun- barış içerisinde birlikte yaşama iradesine" saygı duyulmasını söyleyen herkesi "vatan haini" ilan eden ve (ne zaman kendilerinin olmuşsa!) "Kıbrıs'ı vermeyiz" diye diretenler... Diğer yanda ise, Kıbrıs'ta barışa ve birlikte yaşamaya 'evet'ten çıkarak, neredeyse bu konuda farklı düşünen herkesi 'faşist' ilan etmeye kalkanlar... Bu düzeylerde sol açısından bir fikri açılım ve çözüm bulunamayacağı açık.
BİRGÜN » Oğuzhan Müftüoğlu - İdeoloji ve politika - 27/04/2004
arasorbul - 23. Dez, 18:11
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/451311/modTrackback