AB bayramı mı? Avrupa seyranı mı?
18 Aralık Cumartesi akşamı haberlerde siz de izlemişsinizdir: "Başbakan Erdoğan'ın da katılımıyla Ankara Kızılay'da AB şöleni düzenlendi. Erdoğan, 'Bayramınız kutlu olsun' diyerek konuşmasına başladı."
Ortalıkta bir bayram seyran muhabbeti... Şimdilik tuzu kurular, yani sermaye için bayram olduğu kesin. Nereden mi belli? AB doruğu borsayı uçurdu. Sermayesizler, yani çulsuzlar için ise şimdilik seyran, yani seyirlik, bakıp görme.. "Seyran"ın bir diğer anlamı da, bilirsiniz, dolaşmadır. Ama serbest dolaşım konusunda derogasyon var; ve hazindir Avrupa'yı iş ve aş kapısı olarak dolaşacak bir yer olarak görenler henüz bunun manasını bilmiyor ya da bununla ilgilenmiyorlar. Nereden mi belli? Ulusal kaynana Semra'nımın izlenme oranları AB haberlerini yerlere serdi. Süreç bir süre daha AB'deki şarkiyatçılık ve TC'yi yönetenlerdeki şark kurnazlığı arasındaki bilek güreşi olarak devam edecek gibi...
AB'ye tam üye olunur ya da olunmaz, bu şimdiden bilinmiyor. Bugün bu gelişmelerin somut anlamı, Türkiye'de siyasi rejimin değişmekte oluşudur. Tepeden ve dışarıdan burjuva devriminin bir sonucu, burjuvazi kendi rejimini şimdi tepeden ve dışarıdan yeniden kurmaya girişiyor. Ancak bu tür bir siyasi rejim şu gezegende herkesi memnun edebilseydi, bütün insanlık kapitalizm yanlısı olurdu. Oysa başta AB ülkelerinde kapitalizm karşıtı bir rüzgar, emek rüzgarı şükür ki esmeyi sürdürüyor.
Türkiye bakımından "de jure" (yasalara göre) burjuva demokrasisi ortamı oluşuyor; "de facto" (fiili düzeyde) bir demokrasi ise zihniyetlerdeki demokrasi, yani toplumun farkına vardığı ve peşinde koştuğu haklar düzleminde gerçekleşebilecek. Fiili demokrasi bakımından bugün hayati önem taşıyan konu şudur: Türkiye'deki demokratikleşme asıl olarak iç dinamiklerle mi, dış dinamiklerle mi gelişecek? Malum, her derde deva olarak AB'yi gösteren liberallerimiz, TV'lerdeki açık oturumlarda filan her fırsatta "ne edelim, iç dinamik yok ki" diyorlar. Peki iç dinamiği olmayan kim? Elbette ki hakim sınıflar! Bunun kanıtı, kendi başlarına bir burjuva devrimini yapamayışları, yetersiz sermaye birikimi değil mi? Bu yüzden AB konusunda iştahı kabartan en büyük beklentileri de, daha fazla "yabancı sermayenin" gelecek olmasıdır.
İsmet Berkan, Cumartesi günü şöyle yazmıştı: "Son 200 yıldır ama az ama çok geçerliğini koruyan bir motor daha vardı: Dış dinamik. Türkiye son 25 yıldır 'ilerleme'sini büyük ölçüde dış dinamiğin sağladığı itmeyle yürütüyor. O dış dinamiğin adı Avrupa Birliği." "Tepeden ve dışarıdan modernleşme" deyimini, sürecin nesnel gidişatını tahlil bakımından ben de kullanmaktayım. Ancak bizim kuşak şu nüansa dikkat ederdi: Türkiye geri kalmış bir ülke midir, geri bıraktırılmış bir ülke midir? İkinci seçenek vurgulandığında, emperyalizm faktörü, yani iç dinamiği iğdiş eden dış dinamik öne çıkarılmış olurdu. Vurgu hem iktisadi bakımdan, hem siyasi bakımdan yani demokratikleşme bakımından geçerliydi. Şimdi küreselleşme geldi, emperyalizm zail oldu demenin bir alemi yok ki. Zira oryantalist bakış açısı, Türkiye'de elbette iç dinamik istemez. Yani bu ülkenin aydını olsanız bile, Türkiye'ye oryantalist bir Avrupalı gözüyle baktığınızda, bunu siz de göremezsiniz. Peki şimdi hangi Avrupalı'nın gözüyle bakıldığında iç dinamik görülüyor?
Yunanlı şair Kavafis'in, "Barbarları beklerken" adında ünlü bir şiiri var. Şair, barbarları bekleyen bir şehirdeki soyluların, bir gün aslında barbarların olmadığını ve asla gelmeyeceğini anladıklarını ve gerçekle yüzleştiklerinde uğradıkları hayal kırıklığını dile getirir. Her an bir barbar saldırısı korkusuyla yıllarca teyakkuzda yaşamış soyluların ağzından, şöyle seslenir şair: "Barbarlar olmazsa ne yaparız biz, nasıl yaşarız?"
Avrupa kapitalizmi ve bu anlamda Avrupa sağı şimdi "barbarlarını" bekliyor! Peki barbarlar gelecek diye mi, yoksa gelmeyecek diye mi ödleri kopuyor? Ama bir de Avrupa solu var; emeğin Avrupa'sı.. Bunlar emekçi kardeşlerine barbar gözüyle bakmayanlar; zira bir başka Avrupa'yı birlikte yaratmak için bir başka Türkiye'nin iç dinamiklerini yanlarında görmek istiyorlar. AB'ye üye olmak, bu anlamda elbette olmamaktan yeğdir, ama nasıl Romano Parodi 6 Ekim'de "qualified yes" yani şartlı evet dediyse, bu ülkenin iç dinamikleri de "evet" derken kendi şartlarını dayatacaklardır.
Ama iç dinamik yokmuş! Yahu iç dinamik ne zaman kafasını kaldırdıysa, balyozu yedi. Bu ülkeyi yönetenler, iç dinamik korkusuyla ve dış dinamikler marifetiyle her on yılda bir, 12 Mart'ta ve 12 Eylül'de tepemize darbe vurdular. İç dinamikleri her düzeyde iğdiş edeceksin, iğdiş edenlerle işbirliği yapacaksın, sonra da "yok efendim bize dış dinamik lazım" diyeceksin... Aşağıdan ve içeriden olandan korkan, işte böyle tepeden ve dışarıdan olana mahkum olur.
Şayet "bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime" deyip işi seyrana bırakmak istemiyorsak, bundan böyle bu ülkenin iç dinamikleri olarak, bütün müzakerelerin tartışmasını meydanlarda yapmak zorundayız. Tepemize dışarının marifetiyle yeni türden darbeler yememek için... Bayram diye, seyran diye öpülmemek için...
19/12/04 Melih Pekdemir
Ortalıkta bir bayram seyran muhabbeti... Şimdilik tuzu kurular, yani sermaye için bayram olduğu kesin. Nereden mi belli? AB doruğu borsayı uçurdu. Sermayesizler, yani çulsuzlar için ise şimdilik seyran, yani seyirlik, bakıp görme.. "Seyran"ın bir diğer anlamı da, bilirsiniz, dolaşmadır. Ama serbest dolaşım konusunda derogasyon var; ve hazindir Avrupa'yı iş ve aş kapısı olarak dolaşacak bir yer olarak görenler henüz bunun manasını bilmiyor ya da bununla ilgilenmiyorlar. Nereden mi belli? Ulusal kaynana Semra'nımın izlenme oranları AB haberlerini yerlere serdi. Süreç bir süre daha AB'deki şarkiyatçılık ve TC'yi yönetenlerdeki şark kurnazlığı arasındaki bilek güreşi olarak devam edecek gibi...
AB'ye tam üye olunur ya da olunmaz, bu şimdiden bilinmiyor. Bugün bu gelişmelerin somut anlamı, Türkiye'de siyasi rejimin değişmekte oluşudur. Tepeden ve dışarıdan burjuva devriminin bir sonucu, burjuvazi kendi rejimini şimdi tepeden ve dışarıdan yeniden kurmaya girişiyor. Ancak bu tür bir siyasi rejim şu gezegende herkesi memnun edebilseydi, bütün insanlık kapitalizm yanlısı olurdu. Oysa başta AB ülkelerinde kapitalizm karşıtı bir rüzgar, emek rüzgarı şükür ki esmeyi sürdürüyor.
Türkiye bakımından "de jure" (yasalara göre) burjuva demokrasisi ortamı oluşuyor; "de facto" (fiili düzeyde) bir demokrasi ise zihniyetlerdeki demokrasi, yani toplumun farkına vardığı ve peşinde koştuğu haklar düzleminde gerçekleşebilecek. Fiili demokrasi bakımından bugün hayati önem taşıyan konu şudur: Türkiye'deki demokratikleşme asıl olarak iç dinamiklerle mi, dış dinamiklerle mi gelişecek? Malum, her derde deva olarak AB'yi gösteren liberallerimiz, TV'lerdeki açık oturumlarda filan her fırsatta "ne edelim, iç dinamik yok ki" diyorlar. Peki iç dinamiği olmayan kim? Elbette ki hakim sınıflar! Bunun kanıtı, kendi başlarına bir burjuva devrimini yapamayışları, yetersiz sermaye birikimi değil mi? Bu yüzden AB konusunda iştahı kabartan en büyük beklentileri de, daha fazla "yabancı sermayenin" gelecek olmasıdır.
İsmet Berkan, Cumartesi günü şöyle yazmıştı: "Son 200 yıldır ama az ama çok geçerliğini koruyan bir motor daha vardı: Dış dinamik. Türkiye son 25 yıldır 'ilerleme'sini büyük ölçüde dış dinamiğin sağladığı itmeyle yürütüyor. O dış dinamiğin adı Avrupa Birliği." "Tepeden ve dışarıdan modernleşme" deyimini, sürecin nesnel gidişatını tahlil bakımından ben de kullanmaktayım. Ancak bizim kuşak şu nüansa dikkat ederdi: Türkiye geri kalmış bir ülke midir, geri bıraktırılmış bir ülke midir? İkinci seçenek vurgulandığında, emperyalizm faktörü, yani iç dinamiği iğdiş eden dış dinamik öne çıkarılmış olurdu. Vurgu hem iktisadi bakımdan, hem siyasi bakımdan yani demokratikleşme bakımından geçerliydi. Şimdi küreselleşme geldi, emperyalizm zail oldu demenin bir alemi yok ki. Zira oryantalist bakış açısı, Türkiye'de elbette iç dinamik istemez. Yani bu ülkenin aydını olsanız bile, Türkiye'ye oryantalist bir Avrupalı gözüyle baktığınızda, bunu siz de göremezsiniz. Peki şimdi hangi Avrupalı'nın gözüyle bakıldığında iç dinamik görülüyor?
Yunanlı şair Kavafis'in, "Barbarları beklerken" adında ünlü bir şiiri var. Şair, barbarları bekleyen bir şehirdeki soyluların, bir gün aslında barbarların olmadığını ve asla gelmeyeceğini anladıklarını ve gerçekle yüzleştiklerinde uğradıkları hayal kırıklığını dile getirir. Her an bir barbar saldırısı korkusuyla yıllarca teyakkuzda yaşamış soyluların ağzından, şöyle seslenir şair: "Barbarlar olmazsa ne yaparız biz, nasıl yaşarız?"
Avrupa kapitalizmi ve bu anlamda Avrupa sağı şimdi "barbarlarını" bekliyor! Peki barbarlar gelecek diye mi, yoksa gelmeyecek diye mi ödleri kopuyor? Ama bir de Avrupa solu var; emeğin Avrupa'sı.. Bunlar emekçi kardeşlerine barbar gözüyle bakmayanlar; zira bir başka Avrupa'yı birlikte yaratmak için bir başka Türkiye'nin iç dinamiklerini yanlarında görmek istiyorlar. AB'ye üye olmak, bu anlamda elbette olmamaktan yeğdir, ama nasıl Romano Parodi 6 Ekim'de "qualified yes" yani şartlı evet dediyse, bu ülkenin iç dinamikleri de "evet" derken kendi şartlarını dayatacaklardır.
Ama iç dinamik yokmuş! Yahu iç dinamik ne zaman kafasını kaldırdıysa, balyozu yedi. Bu ülkeyi yönetenler, iç dinamik korkusuyla ve dış dinamikler marifetiyle her on yılda bir, 12 Mart'ta ve 12 Eylül'de tepemize darbe vurdular. İç dinamikleri her düzeyde iğdiş edeceksin, iğdiş edenlerle işbirliği yapacaksın, sonra da "yok efendim bize dış dinamik lazım" diyeceksin... Aşağıdan ve içeriden olandan korkan, işte böyle tepeden ve dışarıdan olana mahkum olur.
Şayet "bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime" deyip işi seyrana bırakmak istemiyorsak, bundan böyle bu ülkenin iç dinamikleri olarak, bütün müzakerelerin tartışmasını meydanlarda yapmak zorundayız. Tepemize dışarının marifetiyle yeni türden darbeler yememek için... Bayram diye, seyran diye öpülmemek için...
19/12/04 Melih Pekdemir
arasorbul - 23. Dez, 18:25
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/451324/modTrackback