Türküler ve türkü söyleyenler.
Türkü söylemenin kolay görünmesi, türkülerin erişilmez sadeliğinden ve sağlamlığından gelir. Bundan dolayı da nasıl söylenirse söylensin, yine de bir şeyler kalır türkülerden.
Bu hal bir umursamazlığa, sanki aslında da türkülerin böyle söylendiği ve böyle söylenmesi gerektiği gibi yanlış bir yargıya götürebilir insanı.
Yorum ve üslup ancak entellektüel bir faaliyet olan sanata, sanat müziğine hasmış gibi gelirse de, bunun bir kuruntudan ve bir kendini beğenmişlikten geldiğini sanıyorum.
İlkel çağlara gittikçe türkülerin sihir ve kehanete karışması, ozanların vecde gelip kendinden geçmesi, herşeyden önce yorumla, karşısındakini etkileme çabasıyla ilgili görünüyor.
Türküler de operalar ve "lied" ler gibi çeşitli konularda ve değişik biçimlerde olduğundan onlar gibi renkli ve değişik icrayı zorunlu kılar. Bunun da bir yetki bir hüner işi oldugu açıktır. İnsan sesi çalgıların en soylusudur. Hiç bir çalgı insan sesinin anlatma gücüne sahip değildir. Fakat insan sesi de dahil, kullandığı çalgının yeteneklerinden yoksun olan kişi, hem kullandığı enstrumanı hem de o enstrumanla yaptığı işi yozlaştırır.
Şarkı söylemeyi meslek olarak seçen bir insan için, bu ( en azından ) bir klasik eğitim, bir ses eğitimi, bir müzik eğitimi, sözün kurallarına göre şarkı söyleme egitimi ve sonsuz bir insan sevgisi demektir.
Türkü söyleyen sanatçı ise, bununla beraber halkını ve türküleri meydana getiren kosulları iyi bilmeli. Bunların olmadığı yerde, iş herkesin kolayca yapabilecegi bir klişe icraya yönelir ki, bizim memleketimizde şarkı söyleme sanatı böyle olagelmiştir.
Bazılarının " halk gibi söyleyiş " dedişi de budur. Eger bir sanatçı bu yeteneklere sahipse, halk gibi söyleyecegim diye bu insanlara özenmesi ya da özendirilmesi bilgiye ve hünere karşı bir saygısızlıktır.
Acaba Sümmani halk gibi söylermiydi? Söylese "Sümmani tavrı" diye bir sey kalırmıydı? Acaba Veysel halk gibi söylermi? Bunları iyi biliyormusunuz? "Halk gibi" diye gösterilebilecek örnek bir tip yoktur. Sümmani, Veysel, Ayşe, Fatma, Mahzuni, Ruhi vardır.
Biz hepimiz halkız. Hepimiz kendi görgümüz bilgimiz içinde bir takım katkılar ve ayrıntılarla süsleriz bu türküleri. Türküler yaşayan bir varlık gibi iyisine ya da kötüsüne, bu kişisel katkılarla her an bozulup yeniden doğar.
Bu bizim elimizde olan bir şey degil. İmzalı bir sanat eseri gibi donduramaıyız biz türküleri. İyiki elimizde olan bir şey degil. Çünkü türküler o zaman yeniye karsı daima açık olan aslını ve otantik gücünü yitirirdi.... Bana " sen bu türkülerini nasıl söylediğini anlat " dedikleri zaman, bunlardan başka bir sey gelmiyor aklıma. Kısacası "Bu benim terbiyem icabıdır " diyemiyorum..
Ruhi SU
Bu hal bir umursamazlığa, sanki aslında da türkülerin böyle söylendiği ve böyle söylenmesi gerektiği gibi yanlış bir yargıya götürebilir insanı.
Yorum ve üslup ancak entellektüel bir faaliyet olan sanata, sanat müziğine hasmış gibi gelirse de, bunun bir kuruntudan ve bir kendini beğenmişlikten geldiğini sanıyorum.
İlkel çağlara gittikçe türkülerin sihir ve kehanete karışması, ozanların vecde gelip kendinden geçmesi, herşeyden önce yorumla, karşısındakini etkileme çabasıyla ilgili görünüyor.
Türküler de operalar ve "lied" ler gibi çeşitli konularda ve değişik biçimlerde olduğundan onlar gibi renkli ve değişik icrayı zorunlu kılar. Bunun da bir yetki bir hüner işi oldugu açıktır. İnsan sesi çalgıların en soylusudur. Hiç bir çalgı insan sesinin anlatma gücüne sahip değildir. Fakat insan sesi de dahil, kullandığı çalgının yeteneklerinden yoksun olan kişi, hem kullandığı enstrumanı hem de o enstrumanla yaptığı işi yozlaştırır.
Şarkı söylemeyi meslek olarak seçen bir insan için, bu ( en azından ) bir klasik eğitim, bir ses eğitimi, bir müzik eğitimi, sözün kurallarına göre şarkı söyleme egitimi ve sonsuz bir insan sevgisi demektir.
Türkü söyleyen sanatçı ise, bununla beraber halkını ve türküleri meydana getiren kosulları iyi bilmeli. Bunların olmadığı yerde, iş herkesin kolayca yapabilecegi bir klişe icraya yönelir ki, bizim memleketimizde şarkı söyleme sanatı böyle olagelmiştir.
Bazılarının " halk gibi söyleyiş " dedişi de budur. Eger bir sanatçı bu yeteneklere sahipse, halk gibi söyleyecegim diye bu insanlara özenmesi ya da özendirilmesi bilgiye ve hünere karşı bir saygısızlıktır.
Acaba Sümmani halk gibi söylermiydi? Söylese "Sümmani tavrı" diye bir sey kalırmıydı? Acaba Veysel halk gibi söylermi? Bunları iyi biliyormusunuz? "Halk gibi" diye gösterilebilecek örnek bir tip yoktur. Sümmani, Veysel, Ayşe, Fatma, Mahzuni, Ruhi vardır.
Biz hepimiz halkız. Hepimiz kendi görgümüz bilgimiz içinde bir takım katkılar ve ayrıntılarla süsleriz bu türküleri. Türküler yaşayan bir varlık gibi iyisine ya da kötüsüne, bu kişisel katkılarla her an bozulup yeniden doğar.
Bu bizim elimizde olan bir şey degil. İmzalı bir sanat eseri gibi donduramaıyız biz türküleri. İyiki elimizde olan bir şey degil. Çünkü türküler o zaman yeniye karsı daima açık olan aslını ve otantik gücünü yitirirdi.... Bana " sen bu türkülerini nasıl söylediğini anlat " dedikleri zaman, bunlardan başka bir sey gelmiyor aklıma. Kısacası "Bu benim terbiyem icabıdır " diyemiyorum..
Ruhi SU
arasorbul - 19. Feb, 01:20
Trackback URL:
https://akpinar.twoday.net/stories/529626/modTrackback