Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan , Barış Terkoğlu
Metastaz

Dinlediklerim

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Montag, 17. April 2006

Halk Sarmaşığını Programlaştıralım -

İddiamız ’11, tezimizde’ yani Marks’ın mealen söylediği üzere ‘artık dünyayı yorumlamak yetmiyor bunu değiştirmek lazım’ şeklindeki ‘tek yol devrim’ anlayışında yetmiyor mu?
ÖDP’nin hali hazırda yıl önce kaleme alınan bir programı var. Ama bana göre yeni program güncelleştirme ihtiyacının da ötesinde bir muhteva taşımalı, özellikle özgürlükçü sosyalizm denince muradamız nedir? İşte program bunu ikna edici biçimde, ‘sosyalizmi yeniden inanılır bir dava kılma’nın vesilesi haline getiren bir çabanın ürünü olabilecek mi? Mesela sorun tam da program ve özgürlükçü sosyalizm kavramları birlikte telefuz edildiğinde ortaya çıkıyor. Zira bunun karşısına hemen ‘kitlesel bir sol partiden vazgeçilecek mi’ şeklinde gayet meşru bir soru dikiliyor. Çünkü kendisine ‘özgürlükçü sosyalist’ demeyi tercih etmeyen solcularında böyle bir partide yer alması lazım. Ancak özgürlükçü sosyalizm tanım gereği kendisinden olmayanı yasaklamayan bir zihniyetin ürünü olacağından ‘biz’ ve ‘öteki’ çatışmasına meydan verilmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz.

Yasak Koymayı Yasaklamak

ÖDP’nin programı söz konusu olduğunda, bunu diğer siyasi partilerle aynı kulvarda ve onların bir seçeneği olarak tasavvur etmek, yada eski tür sol partilerin programlarını günümüz koşullarına uyarlamak denli yanlış bir tercih düşünülemez. Orta yere bir vaatler kataloğu konulduğunda, ‘biz iktidara gelirsek sorunlarınızı çözeriz’ anlayışına takılıp kalındığında, reel politikanın çıkmaz sokağına girilmiş demektir. Çünkü kanımca, özgürlükçü sosyalizmde çözümlere dair vaatler bulunamayacaktır; bunun yerine ‘kendi sorularımızı kendi cevaplarımızı birlikte bulacağız’, ‘çözümü birlikte kotaracağız’ şeklinde verilmiş bir SÖZ yer alacaktır. İddiamız ’11, tezimizde’ yani Marks’ın mealen söylediği üzere ‘artık dünyayı yorumlamak yetmiyor bunu değiştirmek lazım’ şeklindeki ‘tek yol devrim’ anlayışında yetmiyor mu? Cennet vaat etmemeliyiz, lakin cümlemize cinnet gitirten şu cehennem gezegenindeki en makul itirazlardan birisi olduğumuzu da yeterince dile getirebilmeliyiz. Bu anlamdaki özgürlükçülük ise (felsefi bakımdan anarşizmin çıkmazına girmeden) ‘yasak koymayı yasaklamak’ kuralında ifade edilirse, böylesi sanırım iyi bir başlangıç olabilir. Yasaklamak yerine bu kavrama konu olan fiileri ve zihniyetleri geçersizleştireceğimiz ve gereksizleştireceğimiz bir başka dünya tasavvurunu ete kemiğe büründürmek şartı ile elbetti.

Özgürlüğümüzü yeniden üretebileceğimiz gezegen, mekanik zihniyet üzerine yükselen, sanayi devrimi ve onun evladı olan kapitalizm karşısındaki itirazların da yeniden üretilmesinin zorunlu hale geldiği farklı bir iklime büründü. Dolayısıyla, özgürlükçü sosyalizm programına, mekanik kapitalizm yerine geçen digital kapitalizm karşısında bilişim devriminin nimetlerinden yararlanabilen yeni bir devrimci zihniyetin ‘paradigmanın’ damgasını vurması kaçınılmaz. Kuşkusuz bu bağlamdaki derdimizi ifade edebilmek için, yeni bir ‘dil’ lazımdır; yani yeni kavramlar icat etmek anlamında değil, kimi yerde yeni gramer kurallarıyla kimi yerde vurguları daha belirgin hale getirecek yeni bir aksanla, derdimizi eğip bükmeden anlatabileceğimiz, yeni bir ‘söylem’… Mesela, sosyalizmin tarihsel bir dönemini yıllar önce geride bırakmış olmamıza rağmen yeni bir tarihsel dönemi hakikaten başlatabilmek için ‘devletçi sosyalizm’ töhmetinden kurtulabilmek nasıl mümkün olacak. Devlet vurgusunun olduğu yerde, kaçınılmaz şekilde ‘millet’ vurgusu da yapılıyor ve siyaset sahnesinde ‘ulusal solcular’ at koşturmaya başlıyor.

ÖDP’nin programı, özgürlükçü sosyalizm tahayyülü nasıl inanılır kılınacak sorununun çözümü düzleminde de ele alınabilir. Bu düzlemde zihniyet ya da ideolojik bakımdan modernite-postmodernite ikilemini aşmak zorunlu. Modernist paradigmanın, solun bir önceki tarihsel dönemine damgasını vurduğu aşikar; kuşkusuz solun da moderniteye yönelik eleştirileri oldu ve bu şekilde sol da moderniteyi kimi zaman etkiledi. Peki günümüzde modernite ile kurulan ilişkinin tamamen kopartılıp bu kez postmodernite ile benzer bir ilişkinin kurulması mı gerekiyor? Kimi zaman feminist, ekolojist, anti-militarist sıfatları taşıyan ‘yeni toplumsal hareketler’ toplumsal sınıf yerine toplumsal kimlikler yapılan vurgular postmodern bir paradigma çerçevesinde değerlendiriyor. Açıkça konuşmak gerekirse özgürlükçü sosyalizmi savunanlarda bir ayağı modernitede diğer ayağı postmodernitede bir görünüm sergileyebiliyor. Sınıf mücadelesine atıfta bulunurken, ezilen sınıfların sorunlarını ela alırken, kimlikler dünyasına giden yeni yollar da keşfedilebiliyor. Toplumu kimliklere göre sınıflandırıp, toplumsal sınıfları (devre dışı bırakmaz söz konusu olmasa da) ‘alt kimlik’ düzeyinde ele almak gerekir mi? Ya da özgürlükçü sosyalizm bakımından bir ‘üst kimlik’ ihtiyacı var mıdır?

Özgürlük ve Eşitlik

Modernite döneminin de bir ürünü sayılabilen ‘devletçi sosyalizm’ töhmetinden kurtulabilmenin ilk şartı, özgürlükçü sosyalizmi, toplumsal muhalefet bileşenlerini birleştiren bir ‘aidiyet’ haline getirebilmektir. Günümüzde toplumsal muhalefetin bileşenleri kendilerini kimlikleri ile sınırlayarak, solculuğa ikame ettikleri başka davalar güdüyor. Öyle ki her bileşen kendi aslına, ‘kimliğine’ vücu edebiliyor. Bu kimi zaman din-mezhep davası, kimi zaman milliyet davası olabilirken, toplumsal sınıf bazında ‘alan ideolojisi’ ile sınırlı bir muhtevada tezahür edebiliyor. Alan ideolojisi ise feminist, ekolojist vb. ‘yeni toplumsal hareketlere’ özgü tercihlerin ötesinde, emek ekseninde de muhalif öğretmen için öğretmen davası, işçi için işi davası şekline kendini dayatabiliyor. Demek ki, dünyayı değiştirmeye ve bunun içinde yaşadığı ülkedeki sömürü düzenini değiştirmeye ahdetmiş bir solculuk noksan olduğu ölçüde bu bileşenleri ‘birleştiren’ başka tür bir aidiyet öne çıkabiliyor…O halde sorun toplumsal muhalefetin nasılı olup da kendini yeniden solculuğa ve sosyalizme ait hissedebileceği ise, burada, solculuğun ‘bilinen’ bütün tanımlarını şimdilik bir kenara bırakıp onun ‘hakkaniyet’ anlayışının ‘olmazsa olmaz’ı olan iki parametrenin altını çizmekte yarar vardır: özgürlük ve eşitlik.

Bir: özgürlükler bir bütündür; birisi olmayınca diğerleri de var sayılmaz. İki: özgürlükler izafidir; kendi dışındakilerin köle olmasına zemin hazırlayan bir özgürlük kabul edilemez. Üç: özgürlük böyle bir çerçevede, eşitliğe tabi olmalıdır. İnsanlara ve topluluklara eşit haklar ve imkanlar tanımayan bir özgürlük anlayışı, biri eli kolu bağlı, diğeri serbest iki kişinin yemek yemekte özgür bırakılmasındaki sonucu doğurur. Dört: özgürlük, bütüncül ve izafi ve eşitliğe tabi bir zihniyetin ürünü olabildiği ölçüde çoğulcu olabilir. Böyle bir çerçevede her birey özgürce kendi geleceğini tasarlayabilir; sınıfsal, dinsel, ulusal her topluluk kendi çıkarlarını özgürce savunarak kendi kaderlerini özgürce tayin edebilir.

Partimizin niteliğini ifade ettiğimiz ‘dayanışma’ iddiamız da işte böyle bir özgürlük ve eşitlik zemininde hayata geçirilebilir. Sol cenah, oldum olası, savunuculuğunu yüklendiği emekçilere ‘doğru’nun ne olduğunu göstermekle kendini yükümlü kılmıştır. Oysa, mesela, siyasal İslamcılar neyin doğru olduğuna inanıyorsa, bunu önce hayat tarzı haline getiriyor ve ‘yoksullara’ bu hayat tarzını tebliğ ediyor. Yani biz de onlara önerdiğimiz bir hayat tarzını ‘paylaşmaya’ davet etsek, daha doğru olmaz m? Elbet, önce paylaşılacak türden bir ‘kendi’ hayatımızın olması lazım ve üstelik buna da imrenilmesi lazım. Aksi halde, yani paylaşmanın, dayanışmanın olmadığı bir halde, solcuların ‘dışardan’ seslendiği yoksullar, mazlumlar kendileri sürekli ‘yardıma muhtaç olma’ pozisyonunda hissedecektir. Solculuk ve halkımız arasındaki eşitsiz ilişki ve yabancılaşma ise sürgit devam edecektir.

Zaten ‘komünist’ ne demektir ki? ‘Komün’-ist, yani komüncü olma değil mi? Komünist en kısa tarifiyle eşit ve özgür ilişkiler kurarak ortaklaşarak, dayanışarak yaşamak… Demem şu ki, mesela öncelikle iktisadi sorunların (geçim derdini!) beraber çözebilenler, diğer sosyal ve kültürel dayanışmanın çeşitli biçimlerine de dört elle sarılma alışkanlığını edinirler. Bu komüncü alışkanlıkla mahalledeki cenaze, düğün, şenlik gibi her topluluksal olayın içinde de en önde yer alabilirler. Siyaset yaptıklarında da inandırıcı olurlar. Çünkü durdukları yerde sosyalleşmişlerdir; benciliklerini törpülemişlerdir. Bu yüzden ÖDP’nin en önemli kongre kararlarından birisi olan ‘halk sarmaşığı’ politikası, ÖDP programının ekseni ve mutlaka yol gösterici bir anlayışı olarak yeniden formüle edilmelidir.

Melih Pekdemir

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren