Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu
SS Süleyman Soylu

Dinlediklerim

Sabahat Akkiraz | Bergüzar
Bergüzar

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Mittwoch, 26. Juli 2006

Yalvarıyorum

Ünlü tiyatro sanatçısı ve yazar Yılmaz Erdoğan, terörün neden olduğu ölümlerin durması için yazdığı feryat dolu mektubunu Türk halkına beyaz güvercinle yolladı.

BU bir mektup.Kuş, güvercin kanadına yazıldı.Kimin vicdanına konarsa o okusun diye.Ölüm üzerine...

Mayın üzerine...

Kürt meselesi... Türk meselesi üzerine.

Güzel kelimeler... Ve çirkin kelimeler üzerine.

Ölüme doğru yapılan bu korkusuz koşudan korkuyorum. Mayınlarla parçalanan kardeş cesetleri odamda, yanıbaşımda duruyorlar.

Yazdığım her kelimeye daha bir dikkatle bakıyorlar.

Onlar dün parçalandılar.

Yazıklar olsun diye başlıyor aklıma gelen her cümle şimdi.

Yazıklar oluyor zira, insanın biriktirdiği en güzel şeylere.

Yazıklar oluyor, bir çocuğun Kürtçe, Türkçe veya her ne hal ve her ne dilde ise gülümsemesine...

HER SİLAH ÖLDÜRÜR AMA MAYINDAN KAHPESİ YOKTUR

Sevgiliye hediye almaya, pazar alışverişine çıkmaya, bir bebek sahibi olmaya, sigarayı bırakmaya, piknik yapmaya, bir insanı her şeyden çok sevmeye.... Yazıklar oluyor...

Yazıklar oluyor hayatın bizzat kendisine.

Yapmayın!

Mayınlar döşemeyin geleceğinizin güzergáhına.

Bu kalleşin ne zaman patlayacağı belli olmaz.

Bazen yıllar sonra, bir küçük kız çocuğu çiçek toplarken denk gelir, bazen yirmi yaşındayken ve daha önce hiç görmediğin bir yerde, daha önce hiç tanımadığın insanların arasında hem anayasal hem siyasal hem mukaddes bir yolculuk sırasında....

İnsanoğlu her melaneti icat etti; ama mayından kahpesi yoktur.

Her silah öldürebilir, her zaman öldürme potansiyeli taşır; ama mayın MUTLAKA ÖLDÜRÜR.

Mayın ıskalamaz! O birini mutlaka öldürür!

Uğursuz bir pusuya yatar ve patlayana kadar, bir can üstüne basana kadar bekler.

İnsanın icat ettiği EN ÇİRKİN şey silahtır.

Ve silahların EN ÇİRKİNİ MAYINDIR!

Sebebini unuttum kavganın ve umurumda da değil siyasi tartışmalar. Bir tek şey için dua ediyorum her gece, her gündüz: Kimse genç ölmesin dağlarımızda.

EN GÜZEL KELİME ’BARIŞ’ ARTIK SOYTARI KELİME

Silahlar susmadan sebebi konuşmaya imkán da yok lüzum da.

Aklın sesi, akılsızlık susmadıkça duyulmuyor.

Ve o zaman akla sadece DURUN demek geliyor.

Hemen şimdi DURUN!

Hiçbir haber geçmiyor ajanslar artık, ölümsüz.

İçinde acı olmayan gecemiz yok..

Ne oldu diyorum yine, kim hangi korkunun, hangi uğursuz hesabın peşinde diye...

Barış artık soytarı bir kelime...

Her ağızda var; ama hiçbir yerde yok.

Nerede bu barış?

O, insanın icat ettiği EN GÜZEL kelime.

Ama kelimelerle ne isterseniz onu yaparsınız.

Barış dersiniz; ama savaş manasınadır. Hatta bütün savaşlar barış için yapılır. Ve herkes adil bir barış için savaşır. Ve akıl der ki, aslında savaşmıyorsanız barışmaya başlamışsınız demektir.

Bir barış için yapılması gereken ilk ve belki de tek şey savaşmamaktır.

Silahlar patlamaya başlamışsa orada insanın bulduğu güzel kelimeler orayı terk eder.

SEVDADAN GAYRISINA AĞIDIMIZ OLMASIN

Kelimeler de ölür bazen... Ve kelime cesetleriyle yaşanmaya başlar hayat.

O kelimelerin, o cesetlerin... Nece olduğu, yani bu ölülerin ölürken son nefeslerinde hangi dilde konuştukları artık akılsızlığın gölgesinde soğuyan HAYATIN, YAŞAMANIN ta kendisidir.

Ölen yirmisindedir.

Artık, ardından söylenen ağıtlar kalır.

Ve Anadolu’da ağıt sıkıntısı yoktur.

Kürtçe’de de, Türkçe’de de binlerce ağıt vardır.

Hatta aynı ağıtın hem Kürtçe’si hem Türkçe’si vardır.

Yürek yakmak iyi bir işse, ikisi de eşit derecede yürek yakmaktadır.

Ama yüreğimizde artık dağlanacak yer kalmamıştır.

Sevdadan gayrısına ağıdımız olmasın artık.

Şimdi hepinizin huzurunda yalvarmak istiyorum.

Gördüm anladım, yapacak hiçbir şey kalmadıysa yalvarıyorum işte.

Kendimi küçük düşürmek istiyorum.

Taviz vermek istiyorum.

Kimin elinde bu kanı durduracak bir güç varsa, ister şeytana tapsın ister puta, ister bir tek Allah’a...

DİZLERİMİN ÜSTÜNE ÇÖKTÜM YALVARIYORUM

Kimin dudaklarının ucundaysa bunca gencecik hayat, ben ona yalvarmak istiyorum.

Ne olur? Bu işi durdur.

Ben siyaset miyasetten bahsetmiyorum. Dizlerimin üstüne çöktüm, "Bu genç ölümleri durdur" diyorum.

Kimse ateş etmesin kimseye.

Hiçbir gerekçeyle.

Hatta kendini savunmak için bile...

Çünkü savunmaya başlayana kadar masumsun ve masum güzel bir kelime, masum kal...

Kim hangi mayının yerini biliyorsa yalvarırım söylesin.

Bir káğıda yazsın, bir şişeye koysun, suya salsın söylesin.

Kim hangi mayının yerini biliyorsa, kimin gücü yetiyorsa olası ölümlere engel olmaya, ona yalvarıyorum işte.

İster şeytana tapsın ister puta, ister oralı olsun ister bizim buralı. Gücü yetiyorsa eğer durdursun bu işi.

Ben, bir yurttaş, bir insan olarak kendimi küçük düşürüyorum.

İşte açık açık yalvarıyorum, durdursun durdurmaya gücü yeten.

Süresiz ve sonsuza kadar.

Yalvarıyorum.

Dizlerimin üstüne de çöktüm ve ağlıyorum işte.

YAZGI BİRİNİ KIŞLAYA BİRİNİ DAĞLARA GÖTÜRMÜŞ

Sonra sabahlara kadar tartışalım.

Ama şimdi durdur. Yalvarırım.

Gençler, çocuklar ölüyor, hepsi kardeş, hepsinde aynı muska, aynı yazgı, aynı televizyon, aynı futbol, aynı hayat...

Hepsinin gerisinde dualara bürünmüş paramparça bir sevdalı.

Hepsi genç, hepsi güzel... Hepsi Türk, Hepsi Kürt... Gençler... Yazgının biri kışlaya, diğeri dağlara götürmüş...

Kürtçe’de "cehel" derler.

Kulağa cahil gibi gelir; ama "henüz bilmez" manasındadır, henüz yolun başında manasında...

Yalvarırım ne olacak...

Benden ne eksiltecekse bu yakarış eksiltsin, maksat hayat çoğalsın bu dünya cennetinde.

Bir yangında hep güzel kelimeler yanarken, çirkinleri hayatta kalır...

Kınamak, sövmek, hangi haklı gerekçeyle olursa olsun yangına körükle gitmek.

Ben kimseyi kınamıyorum, ben kimseye sövmüyorum, ben bu işin tamamını SEVMİYORUM.

Kurtulalım istiyorum bu vebadan.

Kimseyi haklı bulmuyorum, kimseyi haksız bulmuyorum.

Küstüm.

’MIRIN’ DENİR KÜRTÇE’DE ’ÖLÜM’DÜR TÜRKÇE’DE

Konuşmuyorum bu konuyu...

Silahlar susana kadar "SİLAHLAR SUSSUN"dan başka konu konuşmak istemiyorum... İstemiyoruz.

Ölmenin, öldürmenin hiçbir türünü, çeşidini sevmiyorum.

Ben genç bir hayat kurtulsun istiyorum her tür kavgadan.

Hatta kavgayı öven şiirlerden bile uzak dursun istiyorum.

Her çocuk çirkin kelimelerden uzakta yaşasın istiyorum.

Eğer o kelime çirkinse, çirkinin hizmetindeyse, Kürtçe söylemişin, Türkçe söylemişin çıfayda...

Hiçbir dil çirkin bir kelimeyi güzelleştiremez.

Ölüm her dilde çirkin bir kelimedir.

"Mırın" denir Kürtçe’de.

Anadolu’da konuşulan bütün dillerde karşılığı vardır.

Bunların içinde resmi olan "ölüm"dür. Türkçe’dir.

Ve ölüm kelimesi, resmi ya da gayri resmi her dilde eşit derecede çirkindir.

"Yaşam"a gelince....

Kelimelerin en şahanelerinden.

İçi açık açık ve kelimenin her manasıyla "hayat" doludur...

Ve hayat, varlığından emin olduğumuz tek şeydir...

DİL, BİR OLUŞLAR ZİNCİRİNİN SONUCUDUR

Kürtçe’de "jiyan" denir.

Yaşam, her dildeki en güzel kelimedir.

Belki bir tek rakibi vardır, o da "aşk"tır elbette.

Aşk...

Kürtçe’de "evin" denir.

Bu kelimelerin içinde resmi olan "aşk"tır; ama aşk kelimesi her dilde eşit derecede güzeldir.

Anadolu’da en az iki kişinin birbiriyle konuşup anlaştığı bir dil varsa ben onu bile öğrenmek istiyorum.

Sadece iki kişi bir dil icat etsin, ben çok merak ederim onu.

Çünkü bu iş öyle kolay değildir.

Dil yani lenguiç, çok geniş ve karmaşık bir sesler organizasyonudur.

Ve bir dilin oluşması, hiç kimsenin tasarlamasına imkán bulunmayan ve yüzyıllar boyu süren bir olaylar, oluşlar zincirinin sonucudur.

Bazı insanlar başka seslerle, bazıları başka seslerle anlaşırlar...

O sesler onların bünyelerinden, yani hayatlarının, kuşaklar boyu yaşamışlıklarının içinden süzülerek akar.

Sonuç her zaman mükemmeldir.

Çünkü bir dilin yapımında milyon, milyar insanın katkısı vardır ve bu katkı o insanlar yaşadıkça devam eder.

’ACI’NIN YANINA ’ŞİFA’ ’İNTİKAM’A ’BAĞIŞLAMA’

İşte bu yüzden bütün diller, insanoğlunun en büyük, en mucizevi eserleridirler.

Ve dil akışkan bir şey, düpedüz bir nehirdir.

Bünyesine uyan her su içine akar.

Her dilde başka dilden göçmen kelimeler vardır.

Onlar o dilin yurttaşı olurlar sonra.

Buna bazısı yozlaşma der; ama "yozlaşma" zaten çirkin bir kelimedir.

Güzel dil ya da çirkin dil diye bir şey yoktur.

Hepsi şaşılası bir kolektif çabanın ürünü, birer insan harikasıdır.

Güzel kelimeler vardır, çirkin kelimeler vardır.

Ve bunlar bütün dillere eşit sayıda yayılmıştır.

Her çirkin kelimenin yanına bir tane iyisini eş edeceğiz.

"Acı"nın yanına "şifa", "zor"un yanına "çaba", "intikam"ın yanına "bağışlama"....

"Ölüm"ün yanına "hayat"!

Sivil olan, sivil hakların geliştirilmesini isteyen bir yurttaş, silaha hiçbir zaman elini sürmemelidir.

Haklılığını sivilliğinden alan kişi sivillikten vazgeçerse haklı olmaktan da vazgeçer...

RESMİ OLANI TÜRKÇE’DİR AMA HEPSİ ÖZGÜRDÜR

Artık sivil de değildir haklı da.

Bir dilde manası çirkin olan, yani çirkin bir şeye isim veya duruma sıfat olan kelime sayısı artmışsa işte o zaman o dil, evet "yozlaşıyor" demektir.

Dil yani lenguiç, iyi kullanılmazsa tehlikeli olur.

Çünkü dil, her türlü kullanıma müsait mükemmel bir ses organizasyonudur.

İnsanları başkalaştırır.

Ama "başka"dan korkmaya gerek yoktur.

"Başka" güzel bir kelimedir.

Çünkü aslında aynı dili konuşan, konuşmayan herkes "BAŞKA"dır.

Ve başka, başkalık güzeldir.

Başkasının başkalığıyla birleşiriz ve bu birleşme bazen AŞK diye patlar.

Ve aşk nerede olursa olsun kendisi dışındaki her şeyi önemsizleştirir.

Biz kendi bahçemizdeki dillerin hepsini bilek, öğrenek, bir de üstüne İngilizce, Fransızca filan çakıp dünyanın karşısına çıkak.

Diyek ki bizim bahçede insanoğlunun şu kadar senede imal ve muhafaza ettiği diller, hazineler var!

Süryanice var, Keldanice var, daha araştırsak bulacaklarımız var...

Bunların içinde resmi olanı Türkçe’dir.

Ama hepsi Türkçe kadar özgürdür diyelim.

KÜRTÇE’Yİ CENDEREDEN TÜRKÇE KURTARACAKTIR

(Hem belki diğer dişlerini de yaptırmasına yardım edebiliriz şu tek dişli, tek taşlı medeniyetin.... "BİZ"i düzeltirsek herkesi düzeltiriz.)

Hepimizin eşit derecede duyacağı bir gururla dünyaya diyelim ki:

Bizzat Türkçe’nin kendisi diğer dillerimizin güvencesidir.

Çünkü onları özgürleştiren şeyler Türkçe yazılacaktır.

Türkçe bizim ortak dilimizdir ve ortak kimliğimizi oluşturur.

Ve Türkçe, güzel kelimeleriyle her şeyi iyileştirebilir.

Kürtçe’yi bu cendereden çıkarabilir.

Alır bu Mezopotamyalı kardeşini, önce yaralarını iyileştirir.

Onu özgürleştirir...

Kürtçe’yi, korku salan, öfke çağrıştıran bir meselenin parçası olmaktan, bu hiç hak etmediği yankısından Türkçe kurtaracaktır.

Çünkü DİL güncel bir mesele değildir.

Güncel bir kavganın konusu olması, hiç hak etmediğimiz bir trajedidir.

Ve kavga da (ki Kürtçe şer denir), trajedi de (ki ona Kürtçe’de de trajedi denir) çirkin kelimelerdir.

Elbette bütün kelimelerle ilgili kullandığım "güzel" ve "çirkin" kelimeleri tırnak içindedir.

Bazı tırnak kalın, bazısı incedir; ama hepsi tırnak içindedir.

Çünkü asıl güzel olması gereken, kelimelere yön veren mekanizmadır ve bildiğim kadarıyla ona da akıl denir.

TAKATİMİN SONUNDAYIM ELİMDE SADE KELİMELER

Akıl dilin patronudur ve hiçbir zaman ve hiçbir koşulda yetkilerini akılsızlığa, öfkeye devretmemelidir.

Bu bir mektup.

Kanamalı bir güvercinin kanadına yazıldı.

Hangi yüreğe konarsa o okusun ve bu ölümcül gidişi durdurmak için yapabileceği bir şey varsa hemen şimdi yapsın diye yazıldı.

Ölüm üzerine...

Mayın üzerine yazıldı.

Kürtçe meselesi, Türkçe meselesi üzerine bir yakarış bu.

Ben... Yani kalemden başka silah, vicdanından başka pusula tanımayan, bilmeyen ben...

Ne elimde dünyayı kurtaracak bir bilgi var, ne düşleri aydınlatacak bir lamba...

Elimde sade kelimeler...

Dizlerimin üstüne çöktüm, ağlıyorum.

Takatimin sonundayım ve durun diyebiliyorum sadece.

Yalvarırım... Durun!

Durdurun!

Yılmaz ERDOĞAN

Dienstag, 25. Juli 2006

Fındığımıza Sahip Çıkalım

findik

Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP)Ordu il örgütü, fındıkta yaşanan son gelişmelere ilişkin 24 temmuz pazartesi günü saat:11.00'de “Fındığımıza Sahip Çıkalım” mitingi düzenliyor.

Gazeteci-yazar Reha Mağden öldü

reha_magden

Son olarak Birgün gazetesinde yazmakta olan gazeteci-yazar Reha Mağden ( 1955-25 temmuz 2006)yakalandığı ve tedavi görmekte olduğu hastalığı atlatamayarak gece 03.00'te yaşama gözlerini yumdu.

Reha Mağden’in, ‘Ah O Müstehcen Salınış’ adlı yapıtından bir alıntı:

Kendisi hakkında ne düşündüğünü sorma cesareti bulduğumu hatırlıyorum; dedim ki:
“Bu arkadaş sohbetinden hoşnut olup olmadığın, yüzünde değişmeyen şu gülümsemeyle ölçülebilir mi ki?”
“Hiç düşünmedim,” dedi.
“Yalnızken de gülümser misin ve bu daha mı içten olur, mesela? diye sordum bu defa.
Sustu ve somurttu.
Arkadaşları közde kebaplar, söğüş kokulu domatesler, söğüş beyaz soğanlar, buzlu cacıklar getirirken, birden konuştu:
“Bütün mesele, evet, haklısın ihtiyar, tırtıl ile kelebek arasındaki fark. Kelebekler korkar, tırtıllar bunu bilmez bile, kelebek olunca tırtıl olmayı sen özlemedin mi hiç? Hepimiz az ömürlüyüz. Kelebek olunca fark ediliyoruz ama, güvenli yer, kozanın içi. Ama fark edilmek?”
“Zorlu, ha,” dedim O’na.


REHA MAĞDEN'in BİRGÜN yazılarına erişmek için

http://www.birgun.net/index.php?sayfa=73&view_author=50

Mittwoch, 19. Juli 2006

işte bunu anlatmak istemiştim

Ünlü bir besteci, bir eserini küçük bir topluluk önünde çalmış. Orada bulunanlardan biri, besteciye, bu eseriyle ne anlatmak istediğini sormuş. Besteci, tekrar piyanonun başına geçip, aynı eseri bir daha çalmış ve sonra soruyu soran beyefendiye dönerek "İşte" diye cevap vermiş, "işte bunu anlatmak istemiştim!"

Montag, 17. Juli 2006

Ofli Hoca

Ofli Hoca birgün dağılan pazaryerinde meyve çürüklerini toplayan bir dilenci görmüş. Adam meyveleri yıkayıp,kurulayıp bi güzel yemiş. Sonrada Allah'a şükretmiş.
Hoca demiş: Ne şükredeysün! Senin gibi kanaatkâr kulu bulmuş, O şükretsün!

Montag, 3. Juli 2006

Sarhoş imam

Osmanlının işlerin iyice kötülediği son dönemlerinde bir "sarhoş imam" varmış. İşler kötüye gittikçe dönemin yetkililerine haber salar, eğer kendisini Yeni Camiye vaiz yaparlarsa işleri düzelteceğini ileri sürermiş. Tabi kimse onun bu isteğine aldırış etmemiş.

Fakat işler de bir türlü düzelmez, her geçen gün daha da kötüye gidermiş. Bir gün nasıl olmuşsa olmuş, belki çaresiz kalan yetkililer bir de bunu deneyelim demişler ve sarhoş imamı Yeni Cami'ye vaiz tayin etmişler. O gün bir cenaze kaldırılacakmış. Cenaze namazı kılındıktan sonra bizim imam tabutun başucu-na eğilerek bir şeyler fısıldamış. Cenazeden sonra meraklılar ne söyledin merhuma diye sormuşlar imama. İmam efendi şöyle demiş, "Merhuma, 'şimdi sen öbür tarafa gidince sana dünyanın halini sorarlar, sen onlara 'sarhoş imam Yeni Cami'ye vaiz oldu'de, onlar dünyanın ne hale geldiğini anlarlar ".

Montag, 26. Juni 2006

...

"İki adam hapishane penceresinden dışarıya baktı. Biri çamuru gördü, diğeri yıldızları."01

Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,

Türkiye'nin saygınlığı, başarısı ve gönenci için hizmet veren tüm insanlarımızı saygı ile anarken...



Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler,
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler.
Beyhude inat etme, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını.

Bir yolsuzluk görünce köpürme, isyan etme,
Bir hak için kendine, dik başlıdır dedirtme,
Doğru yolu dostuna göster ama, sen gitme.
Ne derlerse huuu... diye salla hemen başını,
Dilini tut, uslu dur, al gitsin maaşını.

Unutma bu ocağın adı aşıyaptır,
Sen de bir dolap çevir, apartmanlar yaptır.
Hakikat nene gerek o memnu bir kitaptır.
Sana lazım olan şey, sallayarak başını,
El öpüp, etek öpüp almaktır maaşını.

Bu güvercin eder mi atmacalarla yarış,
Öğrenmeden dünyayı gezdim de karış karış,
Vazgeç hak sevdasından sen de kervana karış,
Ne derlerse huuu diye, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını


Abdullah Çağlayan
Yazıldığı yıl 1943

Bilmem Seçim Ne Zaman

Adamın biri yolda giderken, birden ayağı kayıp düşmüş.
Arkasından gelen adam, kalkmasına yardım etmiş.
Düşen adam teşekkür ettikten sonra "sizin bu iyiliğinize
nasıl karşılık verebilirim?" demiş.

- Vallahi ben iktidar partisinin bir üyesiyim.
İlk seçimlerde bizim partiye oy verirseniz, ödeşmiş oluruz...

Adam ters ters bakmış karşısındakine:
- Beyefendi, beyefendi, demiş.
Ben düşünce kıçımı yere vurdum, kafamı değil...

Donnerstag, 22. Juni 2006

Kazım'ı anıyoruz...

kazimkoyuncusiyahbeyaz

Laz kültürünün tanıtılmasında müziği ile önemli rol oynayan ve geçen yıl çernobil faciası yüzünden kanser olarak yaşamını yitiren şarkıcı Kazım Koyuncu ölümünün birinci yılında çeşitli etkinliklerle anılacak.
Karadenizli şarkıcı Kazım Koyuncu ölümünün birinci yılında düzenlenen etkinliklerle anılacak. Geçen yıl yakalandığı akciğer kanseri nedeniyle hayata veda eden Karadenizli şarkıcı Kazım Koyuncu, düzenlenen etkinlikle anılacak. Etkinliklerden ilki yarın saat 18.00'de İstanbul Taksim'de bulunan Mis Sokak'ta gerçekleştirilecek. Kazım Koyuncu'nun resimlerinin taşındığı etkinlik, Mis Sokak'tan başlayarak, Galatasaray Lisesi'ne kadar sürecek. Ayrıca sanatçının ölüm günü olan 25 Haziran'da da Türkiye'den ve dünyadan gelen hayranları Koyuncu'nun mezarının bulunduğu Hopa ilçesinde bir araya gelecek. İlçede, sanatçı mezarı başında şarkıları ile anılacak. (çeşitli ajanslar)

Mittwoch, 21. Juni 2006

Misafir defterimden bir cagri

Öncelikle selam ve sevgilerimi sunarım.Hemen hergün siteyi ziyaret ediyorum.Ciddi,takıntı gibi oldu.
Tereciye tere satmak gibi olsun istemem,ama,yine de bu siteyi ziyaret edenlerce okunabilir düşüncesiyle bir iki şey söylemek isterim.
Artık sağır sultanlar bile duydu,birlikte yaşamı savunalım kampanyası çığ gibi büyüyor.Pazar günü Kadıköy'de miting var.Şayet bu mitingi,son yılların en büyük anti-şovenist gösterisi haline getirmek istiyorsak,kendini devrimci,demokrat,hümanist,nasıl tanımlarsa tanımlasın tüm insanlarımızı,kendilerine vazife çıkartarak bu mitinge katılmalarını bekliyorum ve bekliyoruz.
Bu güzel siteyi oluşturan güzel insana ve ziyaret eden tüm güzel insanlara kucak dolusu selamlar.
FERUDUN ÖZKÖSE

..

biraradabanner2

Dienstag, 20. Juni 2006

....

ey
ömrünü
destan gibi yürüyenler
yaşayan kimdir gerçekte
ölen kim
yaşarken bile tükenenler mi
yılgın yılgın düşenler mi
yoksa çekilip tarihin burçlarına
bayrak bayrak ölümsüzleşenler mi


(...??)

Montag, 19. Juni 2006

Biz bize mecburuz!

Sonunda çeteleri de kanıksadık. Sıradanlaştılar. Giderek, çetelerin
icraatlarını da mı kanıksayacağız? Elbette böyle bir şey asla
olmamalı.. Son gelişmeler, birbirine karşıt gibi görünen Büyük
Ortadoğu Projesine, Ergenekon tüzüğüne, Şeriatçılık özlemine, PKK
stratejisine aynı anda denk düşmüş oluyorsa, bu durumda bize düşen,
tek tek olayları kimin yaptığının dedektifliğine soyunmak değil,
bütün bunlardan tümüyle farklı başka bir dava ve çözüm peşinde
koşmak. Çünkü bütün bunların karşısında ya birlikte yaşamı
savunacağız ya da teker teker ölüme razı olacağız. Çünkü bu noktada
ölüme karşı direnmek, sadece bir arada yaşamı savunmak ile mümkün.
Birlikte yaşamak, ama, başkasının kafasına inmek üzere sıkılı bir
yumruk olarak değil...
Birlikte yaşamak, yan yana kol kola bir arada yaşayabilmektir.
Birbirimize sırtımızı dönmeden, birbirimizin gözlerinin içine
bakarak.. Ve bu şekilde ölüme karşı birlikte mücadele etmek... Bu
mücadelenin anlamı, şu memlekette farklı olana, farklılığını ifade
edene dair yıkılan hoşgörüyü diriltmektir.Jürkiye'yi içine
çektikleri etnik milliyetçilik ve linç kültürü sarmalındaki
şiddetten kurtarmaktır. Demokrasiyi, hakikaten, sorunlar çözülünce
varılacak bir yer değil, sorunları çözmek için başvurulacak bir
yaşam tarzı olarak içselleştirmektir. Bugün çözümsüzlüğü aşacak
barışçıl, demokratik çözümün olanaklarının yaratılması ihtiyacını
aklı başına hiç kimse görmezden gelemez. Bu ihtiyaç ise ancak
yaşadığımız - çalıştığımız her yerde bize dayatılan çözümsüzlükten
beslenen ve kışkırtılan gerilimler karşısında; tahammülü, anlamayı,
konuşabilmeyi, tartışabilmeyi hakim kılacak müdahalelerle
karşılanabilir. ABD'yi, Ergenekon tüzüğünü, Devletin Terörle
Mücadele Yasası cenderesini,
Şeriatçılığı, PKK'yi devreden çıkarmak, sadece bizim ellerimizdedir.
Hatırlarsınız, Şemdinli'den Ankara'daki Danıştay saldırısına
çekilen çizgide, hep bir şehrin, Mersin'in de adı
geçerdi. "Mersin'de Türk bayrağının yakılma girişimi ve sonrasında
geliştirilen linç psikolojisi..." benzeri bir ifade bugüne dek pek
çok kimse tarafından kullanıldı. Bu cümle Dersim Gül adındaki bir
genç tarafından da sık sık söylenmişti.
Dersim, 20'li yaşlarda genç bir arkadaşım; asi, devrimci ve
yaşlarından kocaman akıllarıyla beni gençleştiren vazgeçemediğim
arkadaşlarımdan... Geçtiğimiz haftalarda Mersin'i karıştırmak
isteyen karanlık güçlere dair, Birgün gazetesi için bir yazı dizisi
hazırlamıştı. Kendisini en son ÖDP'nin "Bir arada Yaşamı Savunalım"
kampanyası için düzenlenen bir toplantıda Cuma günü görmüştüm."Karşı
Düşler" adıyla hazırladıkları bir gençlik dergisinin son sayısını
matbaadan henüz almıştı. Cumartesi günü ise, Mersin'in en işlek
caddelerinden birinde, kafasında yine aykırı düşler, yani teker
teker öldürmeyi marifet sayanlara inat bir arada yaşamı savunmak
için sevimli hınzırlıklar üreterek yürürken... Gümmm! Bir bomba
patladı. Yaralanan 13 yurttaş arasında, bizim Dersim de vardı.
Dersim, işte o anda, Birgün gazetesi için kendi elleriyle
hazırladığı yazı dizisine ve bildirilerini dağıttığı "Bir arada
Yaşamı Savunalım" kampanyasına bir kez daha dahil oldu; bu kez
gencecik bedenine
saplanan şarapnel parçalarıyla, hayata yine gülerek bakıyor.
Eğer bu işi Kürt örgütleri yapmışsa, sevinç çığlıkları
atabilirler; çünkü Dersim'i bombaladılar! Eğer bunu devlet endeksli
gizli çetelerden biri yaptıysa, kına yakabilirler, çünkü Dersim'i
bombalamaya devam etmiş oldular. Ama biz kendi kınamızı avucumuza
süreceğiz; bu bombayı dahi bir arada yaşamak adına Kürt, Türk, Laik,
Alevi, Sünni kimliklerimizle ve emekten yana düşlerimizle
yazacağımız toplumsal bir sözleşmenin nişanesi kılacağız.
Cenazelere son vermeye yeminliysek eğer, kardeşliğin ve barışın
düğününü mutlaka yapacağız!

Melih Pekdemir

5 Haziran 2006 - BIRGUN

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren