Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan , Barış Terkoğlu
Metastaz

Dinlediklerim

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Samstag, 17. April 2004

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNE SAHİP ÇIKMALIYIZ

AKP tarafından uluslar arası sermaye güçlerinin çıkarları doğrultusunda yürütülen politikalara kararlılıkla karşı çıkan, sermayenin yeni sağ liberal ve milliyetçi politikaları karşısındaki en geniş çevreleri destekleyen, bu güçleri Türkiye’nin geleceğine devrimci bir anlayışla sahip çıkmak temelinde birleştirmeyi hedefleyen bir politik hat izlenmelidir.

Başka türlü bir Türkiye mümkün iddiasını somut ve ciddi bir iddia haline getirebilmek, başka türlü mümkün olamaz.

Ancak bu şekilde kazanma umudunu toplumun en geniş kesimleri içinde yeniden ateşleyerek umutsuzluk sarmalını kırabilir, hayatın içindeki çalışma ve örgütlenmelere ayağını sağlamca basabilen bir devrimci hareketi geliştirebiliriz.

Bunun için Türkiye’nin geleceğine sahip çıkmalıyız!

Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Türkiye’nin uluslar arası sermayenin yeni küresel yönelimleri doğrultusunda yapısal bir değişim sürecine girdiği dönemde, solun ve emek güçlerinin bu sürece madahil olma ihtiyacının da bir ifadesi olarak kurulmuştu. Bir yandan 12 Eylül yenilgisinin diğer yandan dünya sosyalist hareketinde yaşanan gerilemenin etkisiyle güçsüz ve dağınık durumdaki sol hareket açısından bu proje aynı zamanda bir yenilenme projesi olarak da kabul ediliyordu.

Aradan geçen on yılın sonunda karşımıza çıkan Türkiye tablosuna bakarak, o dönemde ülkenin politik hayatına yönelik böyle bir müdahale çabasının ne kadar erekle veya ereksiz olduğu ve ÖDP pratiğinin amaçlara ulaşmada ne kadar başarılı olduğunu, artıları ve eksileriyle birlikte tartışmak kuşkusuz mümkündür.

Ama bu, artık tarihçilerin işi sayılması gereken ayrı bir konudur. Bu gün siyaseten yapılması gereken şey, koşullarda meydana gelen değişimleri doğru olarak saptamak ve politik hedefleri yeniden belirlemektir. ÖDP’nin kuruluşundan bu yana, Türkiye büyük bir hızla, küresel emperyalist sistemin yeni düzenine entegrasyon doğrultusunda büyük bir mesafe almış durumda. Bu gün artık ülkemizin ekonomisinden idari yapısına, hukukundan siyasetine kadar her şey büyük ölçüde ABD’nin başını çektiği uluslar arası sermaye düzeninin gereklerine göre yapılanıyor.

Aralarındaki bazı nüanslara karşın, bugün, uluslar arası sermaye ile bütünleşmiş sermaye kesimleri ve oları temsil eden siyasi partiler tarafından esas olarak benimsenmiş olan bu politika, AKP hükümeti tarafından daha bir kararlılıkla sürdürülmektedir ve Türkiye’nin resmi devlet politikası haline gelmiş durumdadır.

Mevcut/eski düzenden ve devlet yapısından memnun olmayan geniş toplum kesimleri, ‘yenileşme’ adına sürdürülen bu sağ liberal değişim sürecine umut bağlıyor. Bu politikalara karşı oluşan toplumsal tepkiler de, milliyetçi muhafazakar eğitimlere yöneliyor.

Ülkenin siyaset zemini de bu yönelimler etrafında sağ liberal ve milliyetçilik temelindeki iki ana kampa ayrılmıştır. Devrimci siyaset de, aslında ikisi de kapitalist düzenin farklı almaşıklarından ibaret olan bu iki karşı dalga arasında sıkışıp kalmış durumdadır.

Geleneksel sol çevrede yer alan önemli bir kesim, devletin ve mevcut sistemin karakteri karşısında, (küreselleşmenin ve aynı doğrultudaki AB sürecinin eski bürokratik yapıları dönüştürmeyi hedefleyen) bir “demokratik gelişmeye” tekabül etmesi nedeniyle yeni sağ liberal değişim süreci doğrultusundaki politikaları benimseme eğilimindedir. Sosyalist hareketin son çeyrek yüz yılda yaşadığı yenilgi ve gerileme nedeniyle oluşan yaygın umutsuzluk da bu eğilimleri besliyor, bir ehveni şer mantığıyla olumluyor. Bu çerçeve içinde kalan solda, AKP’nin Türkiye’yi sermayenin yeni küresel düzenine eklemleme doğrultusundaki sağ liberal politikalarına, insan hakları ve demokratikleşme alanlarındaki nispi gelişmelere endekslenmiş, bazen açık, bazen dolaylı bir onay tavrı yaygın bir eğilimdir.

Buna karşı gene azımsanamayacak bir kesim, emperyalist devletlerin yönlendiriciliği ve baskısı altında gelişmekte olmasının da etkisiyle bu liberal değişim sürecine karşı milliyetçi ve devletçi bir çizgiye savrulmuş durumdadır.

Genel olarak solun ve devrimci siyasi faaliyetlerin ülkede ciddi bir devrimci siyasi güç haline dönüşememesinde, bu ideolojik temelden kaynaklanan güç kaymalarının, tereddütlü eğilimlerin belirleyici rolü vardır.

Bu koşulların bir sonucu olarak sol, ülkenin geleceğine ilişkin herhangi bir iddia sahibi olmaktan uzaklaşmıştır. Genel olarak sol yapılara hakim olan tarz, kendi içine dönük (kendisi için) siyaset yapmaya ve kendi gücünü konsolide etmeye endekslenmiş siyaset tarzıdır. Bu anlayışların egemen olduğu bir ortamdan yeniden devrimci bir siyasetin geliştirilmesi mümkün olmayacaktır.

Aslında bütün dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de özelleştirmeler yoluyla kamusal alanı ortadan kaldıran, sosyal hakları tasfiye eden, işsizliği ve gelir dağılımındaki adaletsizliği toplumdaki eşitsizlikleri daha da arttıran neo liberal politikalar karşısındaki tepkiler büyük bir potansiyel güç oluşturmaktadır.

Zaman zaman bu tepkiler değişik alanlarda güçlü direniş hareketlerine de dönüşmektedir.

Ancak bu direnişler mevzii savunma anlayışı içerisinde kendi alanlarıyla sınırlı ve etkisiz kalmakta ve süreci tersine çevirebilecek siyasi kanallara akmamakta, dolayısıyla sonuç alıcı politikalara yönelememektedir. Toplumdaki çaresizlik ve umutsuzluk ortamını besleyen bu durum, sonuçta neo liberal politikalardan yaşamları olumsuz etkilenen ve gidişattan hoşnutsuz olan kesimlerin ve milliyetçi veya dinsel tepki kanallarına savrulmasına, ya da siyaset dışı bir pasiflik ve teslimiyet çizgisine çekilmesine sonuç olarak toplumda sağın daha da güç kazanmasına yol açmaktadır.

Bu koşullar altında, milliyetçi ve sağ liberal politikalar karşısında ülkenin geleceğine, ÖDP’nin savunduğu emekten yana özgürlükçü sol düşünceler temelinde sahip çıkan bir politika daha büyük bir kararlılıkla ve iddiayla hayata geçirilmelidir.

AKP tarafından uluslar arası sermaye güçlerinin çıkarları doğrultusunda yürütülen politikalara kararlılıkla karşı çıkan, sermayenin yeni sağ liberal ve milliyetçi politikaları karşısındaki en geniş çevreleri destekleyen, bu güçleri Türkiye’nin geleceğine devrimci bir anlayışla sahip çıkmak temelinde birleştirmeyi hedefleyen bir politik hat izlenmelidir.

Başka türlü bir Türkiye mümkün iddiasını somut ve ciddi bir iddia haline getirebilmek, başka türlü mümkün olamaz.

Ancak bu şekilde kazanma umudunu toplumun en geniş kesimleri içinde yeniden ateşleyerek umutsuzluk sarmalını kırabilir, hayatın içindeki çalışma ve örgütlenmelere ayağını sağlamca basabilen bir devrimci hareketi geliştirebiliriz.

Bunun için Türkiye’nin geleceğine sahip çıkmalıyız! ÖDP’nin kuruluş gerekçesinin özü de kısaca budur.
Oğuzhan MÜFTÜOĞLU

Küreselleşme ve Ulus Devlet

Solun parçalanmışlığından söz ediyoruz. Burada her şeyden önce düşünsel planda bir parçalanma söz konusudur. Son 15-20 yıldır bütün dünyada bir çağ değişimi yaşanıyor. Bu değişim sürecinin dünyada ve ülkede yarattığı sorunlara farklı bakış açıları var.

Bunlar hemen her konuda derin görüş ayrılıklarına dayanan saflaşmalara yol açıyor. Solun ülkede yaşanan gelişmelere karşı bütünsel bir etkinlik geliştirememesi biraz da bu değişim krizinin yarattığı ideolojik saflaşma ve parçalanmadan kaynaklanıyor. Tartışmanın odağında da küreselleşme ve ulus devlet kavramları yer alıyor.

Küreselleşme sürecine ilişkin farklı kavramsallaştırmalar var. Küreselleşme sürecinin ulus devletler üzerindeki etkileri de farklı siyasi tavırlara yol açıyor.

Yaşadığımız dönemde ulus-devletler artık önemini yitirmiş, ulus devlet ile birlikte ulusal planda verilen iktidar mücadelelerinin önemi de ortadan kalkmış mıdır; ulus-devlet küreselleşmeye karşı geliştirilecek mücadele açısından savunulması gereken bir mevzi midir?

DAHA ADİL BİR DÜNYA

Bu çerçevedeki sorulara verilecek yanıtlar, küreselleşmeyle birlikte gündeme gelen bütün gelişmeler karşısındaki farklı tavır alışları da ifade ediyor. Malların ve sermayenin dünyadaki serbest dolaşımı olarak tanımlanan küreselleşme olgusu, solun bazı kesimleri tarafından, ulus devleti ortadan kaldırarak solun uzun yıllardır savunduğu enternasyonalizmi gerçekleştirmesi bağlamında olumlanmaktadır. Bir bakışa göre, karşı konulmaz bir gelişmeye tekabül eden küreselleşmeyi dönüştürmek olanaksızdır, onun aksayan yönlerini düzenlemek, küreselleşmeyi daha adaletli hale getirmek mümkündür ve sol bunun için mücadele etmelidir.

Alternatif küreselleşme kavramı, malların ve sermayenin serbest dolaşımını kapsayan mevcut küreselleşme karşısında hak ve özgürlüklerle, sosyal-iktisadi güvencelerin tüm toplumlar, insanlar için geçerli olmasını talep eden bir yaklaşımı ifade ediyor.

Son dönemlerde yaygınlaşan bir küreselleşme çözümlemesi, onun 'emperyalizmi' aşan yeni dünya sistemi olduğu iddiasına dayanıyor. M.Hard ve A.Negri'nin "İmparatorluk"daki yaklaşımlarına göre, günümüzde ulus devletlerin ortadan kalkmasıyla birlikte emperyalizm de ortadan kalkmıştır.

EMEĞİN DURUMU

Bence, küreselleşme sürecinin ulus-devletleri ortadan kaldırdığı iddiası gerçeği yansıtmıyor. Söz konusu olan şey, eski ulus devletlerin egemenlik alanlarının sermaye ve malların serbest dolaşımına olanak sağlayacak ve küreselleşme sürecinin ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda yeniden düzenlenmesidir. Bu amaçla, merkezi ulusal devletin gücü (yerelleri, etnik ve dinsel cemaat oluşumları da güçlendirilerek) zayıflatılmaktadır. Ancak bugün farklı ulus devlet sınırları içerisinde emeğin farklı değerlere sahip olması bugünkü küresel kapitalizmin işleyişinde (ucuz emeğe sahip olma bakımından) önemli unsurlardan biridir. Bu nedenle bugünkü küreselleşme süreci emeğin serbest dolaşımını kapsamıyor. Bu ve benzeri nedenlerle ulus devletler uzun dönemli olarak zayıflama eğilimi içerisinde olmakla birlikte varlığını sürdürmeye devam ediyor. Keza, AB sürecinin ulusal devletlerin ortadan kalkmakta olmasının bir örneği olarak gösterilmesi de (Almanya –Fransa, İngiltere gibi ulus devletlerin merkezinde oturduğu) bir ulus devletler topluluğu olarak AB sürecinin bugünkü gerçekleriyle bağdaşmıyor.

Bu nedenlerle ulus-devletlerin tamamen ortadan kalkmakta olduğunu varsayan değerlendirmeler sürecin kavranmasını zorlaştırmakta ve ulusal planda yürütülmesi gereken politik- iktidar mücadelesi hedeflerini bulanıklaştırmakta, dünya çapında yol açtığı savaşlarla, bölgesel eşitsizliklerle, açlık ve yoksullukla kol gezen emperyalizmi gizlemektedir.

Öte yandan, küreselleşme sürecinin şimdi kendine göre yeniden düzenlemekte olduğu ulus devletlerin eski yeni-sömürge yapılarını, işbirlikçi imtiyazlı konumlarını kaybetme telaşı içindeki eski egemenlerle birlikte koruyarak küreselleşmeyi önleme mücadelesi yürüten "ulusal solculuğun" şaşkınlıkları ise ayrı bir yazı konusu.


Oğuzhan Müftüoğlu
oguzhanmuftuoglu@birgun.net

Birgün Gazetesi

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren