Sitem hakkinda

Bu sitede diger sitelerden sectigim yada gazetelerden buldugum ve sizlerle paylasmak istedigim yazi,siir,resim vs seyleri bulacaksiniz.Umarim begenirsiniz.

Okuduklarim


Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu
SS Süleyman Soylu

Dinlediklerim

Sabahat Akkiraz | Bergüzar
Bergüzar

Seyrettigim filmler

MISAFIR DEFTERI

Montag, 12. November 2007

Nazım Hikmet



Memleket şairi Nazım Hikmet hakkında hazırlanan bu site sayesinde Nazım Usta hakkında bir çok bilgiye sahip olabilecek, şiirlerini kendi sesinden dinleyebilecek, diğer Nazım Hikmet Ran dostlarıyla bilgi ve görüşlerinizi paylaşabileceksiniz.

Mittwoch, 7. November 2007

Ruhi Su sitesi



Ruhi Su

"Sanatçı da, tıpkı bir çiftçi gibi, demirci gibi işini anlatabilmelidir. Hem diliyle, hem de hüneriyle. Bir başka deyişle, kendi toplumu içinde sanatıyla ekmek yiyebilmelidir. 'Beni bu halk anlamaz' demek, en azından, boş bir kendini beğenmişliktir. İnsan kendini beğenmede bile yalnız kalmamalı. Halkın sanattta anlamadığı bir yer olabilir, sanatçı bunu umursamazlık edemez. Çünkü tüketicisi olmayan bir üretim yaşamaz. Hani hükümet zoruyla da yaşamaz demek istiyorum. Elli yıllık değil, yüz elli yıllık deney var önümüzde. Bazı sanat kurumlarının gittikçe yozlaşması, kuruyup gitmesi bundandır. Halktan kopuk hiçbir işten, hiçbir insandan hayır gelmez."

- Ruhi Su

Donnerstag, 1. November 2007

Bilim ve siyasetin güler yüzüydü

aslan
Siyasetin güleç ve mütevazı yüzü Erdal İnönü 81 yaşında kanser tedavisi gördüğü ABD'deki hastanede yaşama veda etti. Erdal İnönü'nün dün TSİ 05.00 sıralarında vefat ettiği öğrenildi. Geçen yıl Houston'da bulunan M.D. Anderson Kanser Merkezi'ndeki tedavi gördükten sonra yurda dönen Erdal İnönü, hastalığının nüksetmesi üzerine 27 Ağustos'ta yeniden ABD'ye gitmişti. İnönü'nün yanında eşi Sevinç İnönü bulunuyordu. İnönü yaklaşık bir yıldır kan kanseri tedavisi görüyordu.
ERDAL INONU KİMDİR
Bilim ve siyasetin güler yüzüydü
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Başbakanı İsmet İnönü'nün oğlu Erdal İnönü 6 Haziran 1926 Ankara'da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da yaptı, 1947'de Fen Fakültesi'nden fizik lisansı diploması aldıktan sonra ABD'ye gitti, Kaliforniya Teknoloji Ens-titüsü'nde lisans üstü öğrenimi yaptı, yüksek lisans ve doktora derecelerini aldı, teorik fizik alanında araştırmalar yaptı, Yurda dönünce Ankara Üniversitesi'nde fizik asistanı olarak göreve başladı. Askerlik görevini yaptıktan sonra üniversite doçentlik sınavını verdi, 1957-1960 yılları arasında tekrar Amerika'ya giderek "Atom Enerjisinden Yararlanma" programı içinde çeşitli üniversite ve araştırma enstitülerinde araştırmalar yaptı.

1964-1974 tarihleri arasında Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde fizik profesörü olarak çalıştı, ODTÜ'de öğretim üyeliği görevinin yanı sıra araştırma ve yönetim görevleri de yaptı, Teorik Fizik Bölümü Başkanlığı, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı, Üniversite Rektörlüğünde bulundu. 1974'te İstanbul Boğaziçi Üniversitesine geçti, 1974-1983 yılları arasında fizik profesörlüğünün yanı sıra 6 yıl kadar da Temel Bilimler Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun kuruluşuna katkıda bulundu ve TÜBİTAK Temel Araştırmalar Enstitüsü'nde kurucu müdürlük görevini yürüttü.

SODEP'İN KURUCU GENEL BAŞKANI
Aynı zamanda NATO Fen Komitesi'nde çalıştı ve UNESCO Yürütme Kurulunda görev aldı. 1983 yılında siyasete atılan Erdal İnönü, Sosyal Demokrasi Partisi'nin (SODEP) kurucu Genel Başkanı oldu, SODEP ile Halkçı Parti'nin birleşmesi sonucu kurulan SHP'nin ilk olağanüstü kurultayında SHP Genel Başkanı seçildi, bu görevini 1993 yılına kadar sürdürdü. İnönü, 1986 yılı ara seçimlerinde İzmir milletvekili seçilmiş, 1987 ve 1991 genel seçimlerinde yeniden aynı ilden milletvekili seçilerek parlamentoda görevine devam etti. 1991 genel seçimlerinden sonra Doğru Yol Partisi ile SHP'nin kurduğu koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak görev üstlendi. SHP'nin CHP ile birleşmesinin ardından, koalisyonun Sosyal Demokrat kanadında değişikliğe gidildi, Erdal İnönü bu değişiklikle Dışişleri Bakanı olarak atandı ve 1995 yılının Mart ve Ekim ayları arasında Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı.
Kaynak :Bir Gün

http://www.birgun.net/bolum-56-haber-52203.html#haber_basi

Samstag, 27. Oktober 2007

Hıdır'ım Aslan'ım burda yatıyor

Yiğidim Aslanim

Su Sılanın Ufak Tefek Yolları
Ağrıdan Sızıdan Tutmaz Elleri
Tepeden Tırnağa Şiir Dilleri
Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor

Bugün Efkarlıyım Açmasın Güller
Yiğidimden Kara Haber Verdiler
Demirden Döşeği Tastan Sedirler
Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor

Ne Bir Haram Yedi Ne Cana Kıydı
Ekmek Kadar Temiz Su Gibi Aydın
Hiç Kimse Duymadan Hükümler Giydin
Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor

Mezar Arasında Harman Olur Mu
On Üç Yıl Mahpusta Derman Kalır Mı
Azrail Aç Susuz Canım Alır Mı
Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor

Bedri Rahmi Eyüboglu - Zülfü Livaneli

SEFA ÜNAL (Kübalı Sefa)

Hıdır Aslan 1958'de Tunceli, Hozat'ta doğdu. Ortaokuldaki başarısı üzerine öğretmenlerinin de ısrarıyla ailesi Ankara'daki ağabeyinin yanına lise için gönderdi. Hıdır Aslan politikayla Kurtuluş ve Etlik Liseleri'nde okurken tanıştı. LİSE-DER'e gitmeye başladı. Bir olaya karıştığı gerekçesiyle tutuklanarak 7 ay cezaevinde kaldı. 1978 sonrası İzmir'e gitti. Şubat 1980'de yakalanınca, tutuklanarak Buca Cezaevi'ne gönderildi. 4 yıl süren cezaevi günlerinden sonra 25 Ekim 1984'de Burdur Kapalı Cezaevi avlusunda idam edildi.

Arkadaşı Ali Haydar anlatıyor: "Hıdır arkadaş mütevazılığın simgesiydi. Karakaya mahallesinde çalışıyordu. Yenimahalle'de olduğum dönemde Şentepe'ye gecekondu yapımına ya da herhangi bir şekilde yardıma gidiyorduk. O zamanlar hızlı ve keskin biri olduğum için halkımızı örgütlemek büyük olaydı ve bu çalışmalarda insan kazanmak, birini Devrimci Yolcu yapmak en büyük arzumdu. Hıdır Aslan'ın bizim militanlardan ve oranın sorumlularından olduğunu bilmiyordum. Onu örgütlemeyi kafaya koydum; dinliyor, eve götürüyor, çay ikram ediyor, sıcak davraniyor, ideal bir sempatizan diye düşünüyordum.

O dönemdeki sorumlu vatandaşa (Mahmut Uyan) anlattım, gülümseyerek "Onu örgüde" dedi. Şentepe'ye gittiğim süre boyunca onu Devrimci Yolcu yapmaya çalıştım. Ta ki Mamak'ta gazeteyi okuduğumda Tariş olaylarıyla ilgili Ali Akgün ve Hıdır Aslan'ın fotoğrafını görünce bende jeton düştü. Hıdır ile birlikte Şentepe davasında idamımız istendiğinde duruşma salonunda onu görür anlatırım ve birlikte güleriz diye düşünüyordum. Olmadı. Cürümümle aynı salonda oturup yargılanamadım."

Ankara'dan arkadaşları anlatıyor: "Bizim Ulubey-Ulaştepe'de faşist saldırı çok oluyordu. Hiç yılmazdı. Çok kısa sürede herkesin sevdiği biri haline gelmişti. Yorulmak nedir bilmez, sanki enerjisi hiç tükenmezdi. Ulubey'in Ulaştepe'si ve Şentepe'nin Karakaya'sında Hıdır ve arkadaşlarının halka dağıttıkları arazilerdeki gecekonduların sıcaklığı da kalmıştır bugüne. Hıdır adı ise bu gecekondularda doğan çocuklara ad olmuştur..." Hücre arkadasi Veli Biçer anlatiyor:

"Hıdır'lar şubeye götürülmeden başlıyor dayak. Şubeye götürüldüklerinde orada bulunan bütün polisler merdivenlere diziliyor ve altıncı kata çıkıncaya kadar tekme ve yumruk yağmuru altında eziliyorlar. Şubedeki işkenceleri anlatmaya gerek bile görmüyorum.

Şirinyer Askeri Cezaevi'ne konuldular. Orada üç ay tecritte kaldılar. Üç ayın 45 gününü elleri ayakları ranzaya zincirli olarak geçirdiler. O dönemde cezaevinde İstiklal Marşı söylettiriliyor, yemek duasi yaptiriliyordu. Ama onlar bu yaptırımların hiç birine uymadılar. Tecritteki yaşamının geri kalan bölümünde ellerini ayaklarını çözüyorlar ama sürekli olarak gözaltinda tutuyorlar. Tepelerinde hep bir asker bekliyor. Subaylar sürekli dövüyorlar. Bu süre içinde hamamın arkasındaki ufak bahçeye çıkarılıyorlar. (...) Her an kahkahalar içindeydik. Hatta gardiyanlar bizim, hepimizin 'çatlak' olduğunu söylüyorlardı. Onlara göre bizler birer deliydik. Deli olmasak idami beklerken eğlenemezdik.

Hücrelerde eğlence geceleri düzenliyorduk. Birgün İlyas 'Maraş Mahallesi Gecesi' düzenleyince ardından ben, Hıdır ve Aziz 'Dersindiler Gecesi' düzenledik. Hıdır genellikle uyumlu, sorun yaratmayan bir insandı. Onunla iki yıl aynı hücreyi paylaştım. Ve bu iki yil içinde çok güzel bir ilişkimiz oldu. Bu ilişkinin güzel olmasında Hıdır'ın payı oldukça büyüktür. O olaylara ve insanlara yaklaşımında genellikle soğukkanlı, kolay kızmayan ve her hareketini düşünerek yapan biriydi. (...) Bütün bu iyilikleri o asıldığı için sıralamıyorum. O gerçekten iyi bir insandı. Bir de atları çok severdi. Hidır'dan öyle çok at öyküsü dinledim ki, şimdi hiçbirini doğru dürüst hatırlamıyorum. Kafamın içinde bir yığın at koşturuyor şimdi. Atı sadece karşıdan sevmiyordu Hıdır. Ata binmeyi ne kadar çok sevdiğini ballandıra ballandıra anlatıyordu.

En çok 'Hele Ulaş'a Ulaş'a' türküsünü, 'Ertuğrul'a ağıt'ı, 'Dün gece seyrimde coştuydu daglar'ı, 'Allı tur-nam'ı, 'Hızırpaşa' türkülerini severdi. Davul, zurna, saz sesi duyunca hemen oynamaya baslardı hücrede."

Hıdır Aslan anlatıyor: "12.6.1981 Mesut kardeşim, Buca'da olduğunu öğrenince şu hayırsıza iki satır mektup yazalım dedim. (...) En son Ankara Kapah'dan tahliye olduğum gün görüşmüştük. Hayli zaman oldu; özledik sizleri desek yeridir. Burada bir koğuşta 7 kişiyiz. Azalıp çoğalmıyo-ruz ve hiç değişmiyoruz. Günleri kitap, gazete okuyarak, TV seyrederek, sohbet ederek geçiriyoruz. Sohbet dedim de, herkes anlatacağı şeyi en az iki defa birbirine anlattı. Şimdi üçüncü anlatıma hazırlanıyoruz."

"23.8.1981 Kardeşim Mesut, mektubum gecikti. On günü aşkın bir süre önce aldım mektubunu. Karar sonrası o kadar çok mektup aldım ki... Akraba ve dostlar... Teselli için öncelik tanıdım onlara. Seninki de malum, sona kaldı. (...) Beş kişiyiz. Erhan ve Şirin isminde iki arkadaş var bizim dışımızda. Tecritte yanyana odalarda yalnız kalıyoruz. Şirin ve Erhan aynı odada kalıyor. Şirin, 'Yahu baba, siz bu kahkaha atmasını nerde öğrendiniz? Sabah gül, aksam gül, gül ha babam gül. Ne bu be! Düğün evi mi burası arkadaş?' diyor. Şirin siyasi değil. (...) Birçok arkadaşa yazamadım. Mektup yazmasını burada öğrendim. Burayı çıkarsam, tüm yaşantım boyunca yazdığım mektup sayısı ıo'u geçmez...."

"15.9.1981 Sana biraz da yeğenlerimden söz edeyim. Herkese nasip olmayacak kadar çok yeğenim var; 29 tane. Bu yıl 30'un üstüne çıkacak. Çoğunun resmi burada. Mesut, hele iki tanesi; sevimli mi sevimli. Her sabah uyandığımda onların yüzüne bakıyorum..."

"... Kıymetli kardeşim, bugün gene pencereyi açık bırakmışım, gece hafiften bir nezle ve kırgınlık vardı üstümde. Ama öğle yemeğinde kavrulmuş kıyma, içinde de kızarmış biber ve domates gelince hiçbir şeyim kalmadi. Mide güzel bir bayram etti. Bana ait olanın dışında Ali ve Erhan'ın yemeklerini de bölüştüm... (..) Çay ve sigara konusu... Biraz prensip sahibiyim denebilir bu konularda. Çayı demli içmeyi, sigarayı ıo'un üzerine çıkarmayı kesinlikle kabul edemem. Kürdün inadı tuttu diye bir laf

var ya, tam benim için. Dışarda da aynı prensibe sahiptim. Kahveye oturdum mu çift şekerli açık çay masaya söylemeden gelir. Kahvecilerin hepsi öğrenmişti bunu. İşin güzel yani, simdi Ali de açık çay içmeye başladi, şekerli hem de..."

Hücre arkadasi Veli Biçer anlatiyor: "Son geceyi ben de arkadaşların anlattığı kadar biliyorum. O gün (...) yeraltı hücrelerindeydik... Bu nedenle onların anlatımlarından aklımda kaldığı kadarını yazıyorum.

O gece TV kapandıktan sonra saat 4-4.30'a kadar gırgır şamata içinde kelime türetme oyunu oynuyorlar. Geceleri bu oyunu çok oynadığımızı biliyorsun. Onlar oyunla sabahı karşılarken gardiyanlar sık sık mazgaldan onlara bakıyorlarmış. Oyun bittikten on beş yirmi dakika sonra iki başgardiyan ve bir gardiyan içeri giriyorlar ve doğru Hıdır'ın hücresine gidiyorlar. Gardiyanlar Hı-dır'ı alıp götürüyorlar. Hiç kimse anında fark edemiyor. Sadece Mehmet Bozbay 'Ne oluyor?' diye soruyor. 'Galiba öteki tarafa gidiyorum' diye yanıtlıyor Hıdır.

Arkadaşlar bir süre tartışmışlar. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlarmış. Belki gelir diye beklemişler. Hastane işi olabilir diye düşünmüşler. Ama aradan biraz zaman geçip de gardiyanın biri mazgala vurunca durumu anlamışlar ve slogana başlamışlar." (...) Muzaffer Öztürk ve Sedat Yılmazsoy anlatıyor:

"Yıldıramaz bizi hücreleriniz Vız gelir celladınız sehpalarınız Bak nasıl coşkulu gidenlerimiz Eksilmeyiz tükenmeyiz darağacında. İlyas kardeşimiz canımız bizim Hıdır kardeşimiz canımız bizim Yaşam dolu sevgi dolu Coşku dolu canımız bizim Simdi senin ilk bölümünü dinlediğin bu türkü, türkülü marşlı hemen her söyleşimizde bitiş türkümüz oldu, beğenildi. Belki de bizim duygularımızı, birlikteliğimizi öz olarak vurguladığı için etkiliyordu dinleyenleri. Adını 'gidenlerimiz' koydu Muzo. Sevinç Eratalay senin Diyarbakır Cezaevi'nde kendilerini yakarak faşizmi protesto edenler için yazdığın 'Sağdıcım' adli şiirini besteledi... Beğendik. Sevgili Hıdır; şimdi, kimimiz 'O gece gözetleme mazgalının delikleri karanlıktı', kimimiz 'Işık vardı' diyor. Önemli değil ama, karanlıktı. O koridorun ışıklarını söndürmüş, pusuya yatmışlardı. Biliyorsun, ta başından itibaren sabaha karşı yatıyorduk. Sohbetlerimiz, türkülerimiz, oyunlarımız sabaha dek sürerdi.

(...) Neyse.. Onlar karanlıkta ve pusuda idi, bizler ise artık kabak tadı vermeye başlamış olan, ancak daha eğlencelisini bulamadığımız için o sıralar sık sık oynadığımız kelime bulmaca' oyununu oynuyorduk.

O gece oyun bitmeye yakınken seninle Çemişgezek' mi, Çemişkezek' mi diye tartışmış ve haklı olduğun halde seni haksız çıkarıp puanlarını silmiştik. Sonra yattık. Sabaha karşı 5.30 filandı. Çoğumuz hemen uykuya da-hvermişti. Derken sinsice gelip seni usulca hücrenden alıp götürmelerinden sonra İbo bizleri uyandırdı. Sen sehpaya dimdik ve gülümseyerek yürürken, bir savcı dayanamayıp sırtını dönmüş ve 'Lanet olsun böyle göreve'

(...)
alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin uyurken dudağında
gülümseyen bordo gül bense kalbimi harmanlayan isyan olsun simdi dingin gövdende uğultuyla büyüyen sessizlik bir gün benim elimde patlamaya sabırsız mavzer olsun başını omzuma yasla gövdemde taşıyayım seni gövdem gövdene can olsun (...)
Arkadaş Z.ÖZGER

demiş yanındakilere. Orada bulunan görevlilerden biri, o anda orada olan tüm görevlilerin gözlerinin kan çanağına döndüğünü, büyüyüp şiştiğini söyleyecekti daha sonra. Gecenin bile gözleri büyümüş olmalı.

Şimdi sen Dersim dağlarının eteğindesin. Mezarına bizim adımıza da birer karanfil bırakılmasını istemiştik. Belki ihmal etmişlerdir, bilemiyoruz. Ama söz olsun; bu can bu tenlerde kaldıkça, birgün mutlaka kendi ellerimizle bırakacağız karanfilleri mezarına... Her zaman bizlerlesiniz. Her zaman sizlerleyiz. Hıdır Aslan 25 Ekim 1984 günü Burdur Cezaevi avlusunda idam edildi.

Hıdır infazda çok soğukkanlı davrandı, yanına cellat dahil kimseyi istemedi. Son satırlarında da "Kısa da olsa onurlu yaşamanın yolunu seçtiğim için mutlu gidiyorum. İyi, güzel şeyler uğruna yaşanıyorsa katlanılama-Babası anlatıyor:

Hıdır Aslan'ın yeğeni Sultan'a yazdığı mektuptan: "Canım Abim, Uzun uzun yazacak değilim. Bu ana hep hazırdım. Son yolculuğum yaşamım kadar güzel olmalı. Üzülmek mi? Bunu hiç istemiyorum canlarım. Büyük sözler etmeyi gereksiz buluyorum. Hersey yaşamımız kadar açık ve sade olmalı. Yaşamak bir tür-küyse bunu, bu türküyü en güzel biçimiyle söylemeye çalıştım. Zafer şarkısının söylendiği günler de gelecek. Yüreğimin tüm sevgisiyle, tüm onurlu güçlerimle seni, sizi, hepinizi kucaklar, doyasıya öperim. Güçlü olun. Başı dik olun. 0 güzel günlerde tekrar yanınızda olacağım.

Amcanız, kardeşiniz, dostunuz."

Hıdır Aslan


Alinti.
http://www.birgun.net/bolum-64-haber-51877.html#haber_basi

Donnerstag, 18. Oktober 2007

......

tamamen güzel bir tesadüf sitenizi öğrenmem
kesinlikle çok güzel bir site olmuş emeğinize değimiş
eksik olmayın


yeni Kaybettiğimiz
Sevgili Mehmet Uzun'unda adı geçsin istedim burada
ülkemiz çorak gibi gözüksede
nice değerler yetiştirmişiz ve birer birer kaybediyoruz
2006 dan 2007 ye
Mehmet Düz
Adnan Satıcı
Ulus Baker'i
birer birer kaybederken
Mehmet Uzunu da onlar gibi
sonsuzluğa uğurladık.
anılarına saygı ile...

Kadir...

Montag, 15. Oktober 2007

Her şey tıkırında, hepimiz zaten birer sevgi yumağıyız!

Yazacaklarımı şöyle bir kafamda toparladım, ilk kelimeyi yazacağım ki... Bu kez odama Bulut değil Onurkan girdi. Bizim büyük oğlan; bayram günlerinde BirGün'deki işinden kırmış, yanımıza gelmişti. Elinde, ara sıra konuşmak için de kullandığı cihaz; fotoğraf çekiyor, MP3 fonksiyonları da var. Neyse tepeme dikildi ve destursuz, en sevdiği melodiyi bir güzel dinletmeye koyuldu. Bulut'ta da, tahmin edersiniz, "Ankara'dan abim gelmiş" havası... Yani böyleyken böyle: Bizim yazı resmen güme gitti. Yazacaklarımı unuttum ama, mutlaka, "iyi ki de unutmuşum" dedirtecek cinstendir. Haberlerin kasveti, ekranların evlerimize kustuğu karanlıklar hakkındaydı muhtemelen. Tepemde dikilen laf anlamaz veletlerin şamatasının moraliyle devam edeyim öyleyse. Bayramda küsler barışır-mış ya; hele önce bir kendimle barışayım...


Aman! Artık AKP'yi fazla eleştirmeyeyim, darbe yanlısı derler. Aman! Askeriyeyi de eleştirmeyeyim. Yobaz olurum. Hatta PKK için bile ağır söz söylemekten kaçınayım, "devletle aynı dili kullanmış" derler, maazallah şoven sayılırım. Zinhar devleti de eleştirmeyeyim, hem bölücü hem şeriatçı durumuna düşerim. Peki, ama ne diyeyim? En iyisi vasat olayım. Ortalama solcu olmayı öğreneyim. Sivri fikirleri savunmaktan vazgeçeyim, en kısa sürede bir fikir törpüsü edineyim. Ah bir de şirinlik muskası olmayı becerebilsem! Sanırım böylesi ancak Allah vergisi... Ortalama laflar söylemeyi de birilerinden öğrenmem lazım. Kimleri okusam ki? Bu gazetenin okurlarına bile itici gelmeye başladım galiba, öyleyse herkesin hoşuna gidecek şeyler bulmam zorunlu. Nabza şerbet vermek neymiş, görsün cümle âlem! Eyyamcı olayım. Belki gazetenin tirajına bile katkım olur. En iyisi hiç zülfü yâre dokunmayayım, kimsenin canını sıkmayayım, küstürmeyeyim. Bana ne polemikten mole-mikten canım! Haftada bir yazmanın keyfini çıkarayım. Hem sınıf indirgemeci kaba solculuktan vazgeçip kimlik sahibi kibar solcu olmanın da vakti geldi. Elbette ara sıra çözüm filan da önerebilirim. Ama çözüm önerirken, akla gelen bütün şıkları sıralamak, sanırım en makbul olanı; nasolsa bunlardan biri tutacaktır. Ya da okuyucularımdan farklı düşünenler, bu şıklardan birinde mutlaka kendini bulacaktır. Bu sayede herkesin beğendiği bir yazar olur çıkarım vesselam.

Tahlil yapmayı da sürdürebilirim; ama öyle cart curt etmemeliyim. "Önce dikey keseceksin, emekçiler solda sermayedarlar sağda!" demekten vazgeçmeliyim. "Kimlik önemli efendim, kimlik!" diye tutturmalıyım. Yatay kesen özelliklerden söz edeyim ve kimlik solculuğuna katkıda bulunayım. Zaten yazarlık da neymiş ki, laf olsun, köşe dolsun... En iyisi siyasi tercihlerimi de zamana uydurayım, otuz beş yıllık zahmetleri filan boş verip ben de üç buçuk aylık fast food devrimciliğine soyunayım. Kısa günün kârı ile uzun ve dolambaçlı ve engebeli yılların "zararını" da telafi edeyim artık, çünkü kendi payıma yolun sonu da görünüyor hani... Mutlaka kullandığım dili de değiştirmem gerekecek; okuyucuların pek hoşlanmadığı ima ediliyor; mesela artık maymun demeyeyim "bo-nobo" diyeyim! Dedim de bakın neyi hatırladım: Geçenlerde televizyonda seyrettim, film filan değil, eğitici bir çocuk programı, yani aynıyla vaki. Bir anaokulunda öğretmen miniklere hayvanları tanıtıyordu. "Çocuklar" dedi öğretmen, "atın yavrusuna tay denir, atın dişisine kısrak denir, atın erkeğine aygır denir." Bu sırada miniklerden biri parmağını kaldırdı ve sordu: "Örtmenim, ata ne zaman at denir?"

Yaa, işte böyle "donk!" olursunuz, hayatta da. Oysa benim yaşadığım Can Yücel'in mahallesinde ata at, maymuna maymun, faşiste faşist, yobaza yobaz, oportüniste oportünist denir... idi... Her neyse, artık "bonobo" demeyi de öğrenmeliyim. Biraz gayret edersem ben de pekâlâ şeker dilli, bal dilli olabilirim. Çünkü bu köşeyi okuyan herkesten aferin almanın bir yolunu mutlaka bulmak zorundayım: Bakın zaten cik cik kuşlar ötüyor, pıtır pıtır çiçekler açıyor, dünya güzel, yaşamak güzel! Sırtımdan hançer yesem bile hançeremden ses çıkmamalı. Şu üç günlük dünyada birbirimizi üzmenin ne gereği var efendim; gülelim, eğlenelim, raks edelim lale zamanı...

Ama hayır, zamanı değilmiş, kemanıymış! Çünkü yazımı tam bitirirken Onurkan elinde kendini telefon da sanan o tuhaf cihazla tepemde yine dikildi: "Ne olur şunu da dinle!" dedi. Telefonunda kemanla "manda yuva yapmış söğüt dalına" parçası çalıyordu.

melihpekdemir@birgun.net

Freitag, 5. Oktober 2007

Sizden gelenler (Bilal KAYABAY )

DEĞİL
bir olmaz olası gün ki
senin olan
senin değil

algelincik büyütürsün
yürek toprağında kökü
çiçeği gelin değil

ne tellerde ne yellerde
ak türkü
ağıt yakmada pınarlar
can dayanası değil

GÜN OYUNU

gün doğar
gölge büyür
cüceler
dev görünür

gün düşer
gölge büyür
cüceler
dev görülür

doruklaşır aydınlık
güle güle ölünür

bu
bir gün oyunudur


GALİLE’YLE BİR YILBAŞI


bir yıl daha büyüdük
gençleştik bin yıl daha

özgürlüğe tutulup
acıya nikâhlandık

ölümlerin koynunda
kök saldık yıldızlara

gülümsesin yarınlar
dönüyor çünkü dünya

Freitag, 21. September 2007

Bakis acisi..

bakis_acisi03

Dienstag, 18. September 2007

Ulan halk!

Niye benim tuttuğum partiye oy vermedin? Dangalak.
Bunlar seni uyutuyor...Anlamadın mı? Salak.
Sana doğrusunu da anlattık, ama nato kafa nato mermer, sende nerede o izan...
Ulan halk! Hadi bir şeyden anlamıyorsun, hadi kafan basmıyor, bari beni dinle ben ne yaz-dıysam o partiye oy ver, okuma da mı bilmiyorsun avanak.
Cahilsin yok yok cahil oğlu cahilsin, elifi görsen mertek sanırsın sende hiç mi kafa yok, o oyu nasıl öyle verirsin.
Bak yazdıkça kızıyorum, kızdıkça yazıyorum. Allahtan gazetelerin RTÜK'ü yok. Bana bu gazeteyi kapattıracaksınız. Ulan sadakaya memleketi satan halk!
Oh be! Azıcık rahatladım ama duuuuur sana bu laflar az bile senin kafan var ya kafan, içi boş.
Vur bak, ne sesi geldL.booooş ben demiştim. Bomboş. Adını yazmayı bilmezsin gider onlara oy atarsın.
Seni gidi rüşvet tutkunu, aldığı iki erzaka vatanı, milleti ve hatta devleti satan halk!
Çooook üzdün beni çooook. Sözümü dinlemedin, ille de elinden tutup mührü nereye vuracağını mı gösterseydim. Şavalak.
Sana işin doğrusunu anlattık, devletin bekasını da yazdık. Sen seversin diye "seçimlerde akın akın millet tatilden geri dönüyor" diye de azıcık gaz verdik. Ama işin gücün dolandırıcılık.
Ulan halk! Gittin tatil dönüşü bizimkilerin parasını ödediği otobüse bindin, yüzümüze güldün, oyunu onlara attın. Bari biletin parasını öde.
Ulan, siz yolcusunuz be, hancı benim, bi-ziz...köşeler baki, siz enayisiniz.
Enayi dedim de en çok içerlediğim, adamı enayi yerine koydunuz. Nerede o 'Cumhuriyet Mitingleri'ne katılanlar? O miting piyasa yer mi ulan! Oy vermeyeceksen orada ne işin vardı? Yalancı.
Okumazsın, bari sana söyleneni dinle. Biz burada eşek başı mıyız? Ne diyorsak o! Andaval.
Şimdi sen görürsün gününü...oh olsun sana! 'Susuzluk mu' dedin? Sana her şey müstahak. Bitli halk!
Uyuz ol, kaşın...benim partiye oy atsaydın olurdu dertsiz başın, (hımmm, bu sloganı bir sonraki seçim için kenara yazmalı)
Ben şimdi terfi de ettim, beş yıl boyunca senin anana avradına küfretmezsem ne olayım, siz ki "ananı al da git" diye oy veriyorsunuz. Ben de küfrederim, çok okursunuz..
Ulan halk! Sen bir kere ne mezunusun ha? Sende oy verecek ehliyet var mı?
Sen rasyonel biri değilsin? Bak şimdi güldürdün beni, sen rasyonelden ne anlarsın. Mankafa.
Ulan halk! Hem 'bu vatan satılık değil' diye meydanlara çıkarsın hem de iki erzak torbasına satılırsın, ucuz halk!
Mazoşist! -bak şimdi bunun da anlamını bil-miyorsundur- Sana beş yıl böyle hitap edeceğim, sen de beni "en çok okunan" yapacaksın. Ben seni anladım, sana acı çektireceğim, sen eşeksin, ben de semer vuracağım.
Sen ha bana/bize ha! Oy vermezsin ha! Ulan ben senin yedi sülaleni...
Ne bana ayrılan satırların sonuna mı geldik?
Önümüzde daha beş yıl var, benden kurtulamazsın dümbük halk!

Rıdvan Akar

ridvanakar@birgun.net

Donnerstag, 13. September 2007

AKP'nin sol versiyonu aranıyor

AKP'nin sol versiyonu aranıyor

Yeni sol tartışmalarında istenen şey bana göre AKP'nin bir sol versiyonu. Emperyalizme, kapitalizme, onun politikasına karşı durmayan bir politika. Bence üçüncü cephe Avrupa Birliği'nin kapitalist düzenini de eleştiren, emperyalizme ve onların politikalarına karşı duran bir hareket olmak zorunda. Bağımsız aday gösterilemez diye bir düşünceye sahip değilim. Fatsa'da 80 öncesinde Fikri Sönmez'i gösterdik ve kazandık. Ama kendi gücümüze güvenerek kazandık. Şimdi ise biraz abartılı bir şekilde Kürt hareketinden istifade ederek bir şeyler yapma anlayışı çok fazla öne çıktı...

* * *

Devrimci Yol davası sanıklarından ve ÖDP eski PM üyesi Oğuzhan Müftüoğlu ile, Türkiye'deki neo-liberal gelişmeler ve solun bu aşamadaki görevleri üzerine konuştuk. Bağımsız adaylık sürecine de değinen Müftüoğlu, solun Kürt hareketi desteğiyle Meclis'e girmiş olmasına dair eleştirilerini aktardı.

» Seçim sonuçlarını genel olarak değerlendirirsek...
Seçimleri liberalizmin zaferi olarak görüyorum. Seçimlerden önce şöyle bir tartışmamız vardı Türkiye solunda: En ciddi tehlike acaba liberalizm midir, milliyetçilik midir? Milliyetçiliği tabii ki bir tehlike olarak görüyorum ama dünya çapında milliyetçilik liberalizmin yedeğine düştü artık. Türkiye'deki siyasal gelişmeler de dünyadaki rüzgâr doğrultusunda yürüyor. Darbe söylentilerinin, muhtıranın seçimler üzerindeki etkisi üzerinde çok duruldu. Ben muhtıranın mesnetsiz bir güç gösterisinden, kaba bir güç gösterisinden ibaret kaldığını düşünen birisiyim. Elbette darbeye karşı çıkmak gerekir, ama her şeyi bir darbe kaşıdığı üzerinden kurgulamanın sonuçta AKP çizgisine düşen bir tavra yol açabileceğini düşünüyorum. CHP'nin seçimlerde oy kaybettiği söyleniyor. Bana göre çok bile oy aldı. Bir kere CHP düzen eleştirisinden vazgeçerek rejim savunucusu durumuna düştü. CHP'nin zaten konumu geleneksel olarak bir devlet partisi, düzen partisi olmaktır. 60'ların ortasına kadar böyleydi. Dünyadaki ve Türkiye'deki gelişmeler bir şekilde CHP'yi görece sol, 'ortanın solu' diye tabir edilen sosyal demokrasi doğrultusunda bir yönelime itti. Ama bir süreden beri, dünyadaki bu küreselleşme sürecinin Türkiye'deki etkileriyle ve devletin neo-liberal değişim sürecine girmesiyle beraber, CHP rejim savunuculuğu misyonunu sahiplendi. Zaten rejimi korumaya yöneliyorsan, rejimin altyapısı olan mevcut düzeni de savunmak durumunda kalırsın.

» Din etkeninin rolü ne olmuştur?
Bir askeri darbenin olanaksızlığı kadar bir şeriat tehlikesinin de Türkiye için var olmadığını düşünüyorum. Evet; AKP, politikalarını aslında toplumdaki dinci eğilimleri güçlendirerek yaygınlaştırıyor. Besleyerek ve biraz da onlara yaslanarak iktidarını kuvvetlendiriyor. Neo-liberal politikaları da din sayesinde daha kolay benimsetiyor. Ama ılımlı İslam dedikleri de bu zaten. Tehlikeden söz edilecekse, tehlike bugünkü durumdur. 'Şeriat gelecek' söylemi gerçek durumu gizliyor; var olan neo-liberal ve ılımlı İslam karışımının yönetimine muhalefeti de engelliyor.

» O halde 'Üçüncü cephe' tarifinde de bir kavram karmaşısı söz konusu, öyle mi?
Üçüncü cephenin ne olduğunu belirlemek, birinci ve ikinci cephenin ne olduğunu çok iyi belirlemekten geçer. 'Vesayet rejimine karşı demokrasi' diyerek düzen eleştirisini bir kenara bırakan, sadece rejim üzerinden siyaseti yürütmeyi amaçlayan ve o rejim sorununu askeri vesayet üzerinden saptayan, alternatifi de sivilleşme olarak gören, vesayete karşı mücadeleyi esas olarak gören bir sol söylem egemen Türkiye'de. Bunun da CHP'nin düştüğü yanılgının zıttı bir bir yanılgı olduğu kanısındayım. Bu neo-liberalizmin soldaki etkisiyle izah edilebilecek bir şey. Abartılmış bir milliyetçilik tehlikesi, dinci liberal akımlar karşısında daha hoşgörülü ve hayırhah bir tutuma yol açıyor.

» Bu durum solun toplumla kuracağı iletişimi de engellemez mi? Sol rejimi onarmak üzere işlev gören bir harekete dönüştü neredeyse, değil mi?
Tabii ki sol askeri darbelere duyarlı olmak durumunda. Ama bunu düzenle, kapitalizmle, emperyalizmle bağını kopararak ele alırsanız olmaz. Zaten ABD bütün dünyada strateji değiştirdi; askeri darbeler yerine artık neo-liberal yönetimleri doğrudan destekliyor. Tırnak içinde bir demokrasiyi, sınıf meselesini göz ardı eden bir demokrasiyi de neo-liberal programın bir parçası olarak ikame ediyor. Askerlerin düzenle, kapitalizmle, emperyalizmle bütünleşmiş rollerine karşı açık bir tavır içinde, düzen ve rejimle kavgasını birlikte yürüten bir sol gerekli bana göre.

» 'Çatı partisi' kavramı önümüzdeki dönemde çok tartışılacak gibi görünüyor. Bir çatı partisinin işlevi ne olabilir Türkiye solu için?
Sosyalist solun sorununun bir çatı partisiyle çözülebileceği kanısında değilim. Seçimler falan mevzu olduğunda belki bir çatı partisi ihtiyacı hep öne çıkıyor ama asıl sorun fikir cephesinde. Fikir ve hayat içindeki karşılığı anlamında eylem! Fikir karışıklığından kurtulmuş, kendi devrimci iddialarında birleşen ve toplumsal hayat içinde kendi yatağını açabilecek eylem hattına sahip bir sola ihtiyaç var bugün. ÖDP aslında bir ölçüde böyle bir çatı partisi görünümüne sürüklenmeye çalışılan bir kitle partisi süreci yaşadı. Ve ÖDP, öyle sol grupları bir araya getirerek çözüm üretilemeyeceğinin bir tarihi oldu.

» Hâlâ eğer solda bir birlik olacaksa solun bileşenlerini bir araya getirecek olan etkiyi ÖDP'nin oluşturabileceği söyleniyor...
Bana göre son birkaç yıldır ÖDP aslında kuruluş döneminden bu yana gelen misyonunu belli ölçüde tamamlamış, kendisini yenilemesi gereken, kendisini aşması gereken bir duruma gelmiştir. Çünkü artık Türkiye ÖDP'nin kurulduğu koşullarda değil. ÖDP'nin kurgulanış biçimi artık eskidi. ÖDP'nin artık daha geniş, kapsayıcı, kitleselleşecek, kitle ilişkilerine önem veren, kitle çalışmasına, sokak çalışmasına önem veren bir parti haline dönüşmesi gerekiyor. Parti son birkaç yıl içerisinde yapması gereken değişimi, sıçramayı gerçekleştiremedi. Sanırım bağımsız adaylık sürecinde bazı dış müdahalelere de uğradı ve iç problemler yaşamaya başladı. Partiyi yarılmaya sürükleyen bir durum zorlanıyor. Bu handikapı atlatması gerekiyor ÖDP'nin.

» ÖDP'nin bir Devrimci Yol partisi yapılmak istendiğinden söz ediliyor...
ÖDP'nin kuruluşunda Devrimci Yol geleneğinden gelenlerin önemli bir yeri olduğu doğru. Benim de içinde bulunduğum bir grup olarak doksanlı yılların başında uzunca bir tartışma süreci yaşadık. Özetleyecek olursak: Dünyada sosyalizm mücadelesinin bir dönemini sona erdiren önemli gelişmelerin yaşandığı, bugünkü koşullarda hareketin geçmiş çizgisini sürdürmenin mümkün ve doğru olmadığı, devrimci düşüncenin şimdi ancak geçmiş geleneksel sosyalizm süreçlerinin devrimci bir eleştirisi üzerinden kendisini yenileyerek ilerleyebileceği, bunun için geniş, taban inisiyatiflerine dayanan, sol ve emek güçlerinin bütün potansiyellerini içerisinde birleştiren bir kitle partisiyle neo-liberal değişim sürecine karşı bir direnme odağı oluşturulabileceği şeklindeki düşüncelerle ÖDP'nin kuruluşuna öncülük ettik.

Türkiye solunun bu olanağı doğru değerlendirebildiğini söyleyemem. Bu saptamadan kendimizi ayrı tutuyor da değilim. Bugün Devrimci Yol'un siyasetle, politika ile ilgilenmeye devam eden kesimlerinin önemli bir kısmı ÖDP içerisinde, bu doğru. Ama, ÖDP içinde Devrimci Yol'un bir hükümranlık kavgası içinde olması gibi bir şey söz konusu olamaz. Devrimci Yolcular zaten çok farklı farklı düşünceler içerisinde. Bu neo-liberal sürecin düşünce yapısının bizim sürecimizi de etkilediği çok açık bir şey.

» Ahmet İnsel, Radikal İki'de 70'lerin devrimcileri arasında hâlâ etraflarına birilerini toplayıp o dönem çizgisini sürdürmek isteyenler olduğunu söyledi...
Sanırım burada mesele solun seksen öncesi devrimci yönelimleriyle bağlarının kopartılması meselesidir. Seksen öncesi dönem doğrusuyla yanlışıyla yüzbinlerce insanın katıldığı ve Türkiye devrimci mücadele tarihinin en büyük süreçlerinden biridir. Bu dönemi silip atarak Türkiye'de hiçbir şey yapılamaz. O grupları aynen yaşatmaya kalkmak bir yanlışsa, bu dönemi silip atmak, "İşte bir şeyler olmuş, artık onlar geride kaldı" demek de aynı derecede yanlıştır. Sol köksüz olamaz ve kökünü en çok buralardan almak zorundadır, buralardan alacaktır.

Yapılmak istenen aslında 'yenilenme' diye diye geçmişin devrimci değerlerini çürüterek liberal-sol bir projenin önünü açmaya çalışmaktan başka bir şey değil. Dünya çapında esen büyük sol-liberal fikirlerin hegemonya mücadelesi yaşanıyor. Bu hegemonyaya direnenleri, sol-liberal fikirlerin rahat gelişmesi için engel olarak görüyor, ortadan kaldırmak istiyorlar.

» ÖDP'nin önündeki süreç nasıl gelişecek sizce?
Biraz karamsarım doğrusu. Biraz zorlama, kişi bazlı bir tartışma sürecine sürüklendi parti. Kongrede Ufuk Uras'ın yaptığı konuşmayla başlatılan bir süreç var. Bunu doğru bulmuyorum. Bağımsız adaylık süreciyle ilgili ise şunu söyleyebilirim: DTP için çok mantıklı bir şeydir. ÖDP için problem yaratmıştır. İyi yönetilememiştir bu süreç. Yani yine şu veya bu kişi aday olabilir, seçilebilirdi ama parti içerisini bu kadar karıştıracak biçimde, içinde sorunlar olsa bile Türkiye solu için iyi kötü bir şeyler çıkartabilecek güçlü bir birikimi taşıyan bir partiyi korumak yerine bu kadar karıştıracak bir şey yapılmamalıydı. Özen gösterilmeliydi bu birikime.

» Bağımsız aday projesinden duyulan heyecan kimilerince de solun başarı kazanma ihtiyacı olarak yorumlanıyor. Solun başarı tarifi nasıl yapılmalı?
Bir hareketin başarılı olmasında kazanma umudu yaratabilmesi çok önemli. Kaybedene oynamayı istemez kimse. Kitleselleşebilmek biraz da bu konudaki eşiği atlamaktan geçiyor. ÖDP bu anlamda kazanma umudunu henüz yaratamadı. Bunda parlamentoya endekslenmiş bir bakış açısının mutlaklaştırılmasının da rolü var. Bağımsız adaylık konusu işte bu umutsuzluğu kıracak bir yol olarak göründü. Nasıl olursa olsun bir şey başaralım diye düşünüldü.

Ama gerçek anlamda bir başarı, bu şekilde, adeta bir yerlerden ödünç başarı tedarik edilerek elde edilemez. Özgücüne dayanan doğru siyasetierle iğne ile kuyu kazılarak, bedeller ödenerek, kitlelerin güveni kazanılarak elde edilebilecek bir şeydir başarı... Bağımsız adaylık sürecinin bu bakımdan biraz abartıldığını düşünüyorum. Kuşkusuz orada elde edilebilecek bir sonucu da bütünüyle küçümsemek doğru olmaz, muhakkak bazı avantajlar ve imkanlar sağlar ama yarattığı sorunlara değer mi bilemiyorum. Daha kolay yoldan başarı kazanma anlayışlarını güçlendiren bir siyaset anlayışına götürüyor. Bunun ÖDP'nin gerçek kuruluş ilkelerine çok zarar verdiğini düşünüyorum.

En çok eskitilen kavramlardan biri de 'devrim'. "Artık devrime ihtiyaç yok, devrim dönemleri kapandı" diyorlar. Bu konudaki inanç yitimi en büyük sorunudur solun. Gündelik başarı arayışlarına yol açan nedenlerden biri de bu. Oysa devrim toplumların gelişme yasasının en temel değişmez ilkesidir. Dünya tarihi mutlaka yeni bir devrimler çağı yaşayacaktır. Belki tarihte yaşanmış örneklerinde olduğu gibi değil, ama mutlaka kendi yolunu çizecek bir devrimler çağını dünya yeniden yaşayacak. Bunu kendi anayasasına almayan bir mücadelenin bir manası yoktur.

* * *
Sol, sorunlarını Kürt hareketinden faydalanarak çözme hatasına kapılmamalı

» Seçimlerin bu kadar merkeze oturtulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 37 yıl sonra elde edilen bir başarıdan söz ediliyor...
Şu 37 yıl lafı tabii Türkiye devrimci hareketinin tarihini iyi bilmemekten ya da çarpıtmaktan kaynaklanan bir şey. 70'li yıllarda yaşanan sürecin Türkiye Sosyalist Hareketi'ne en önemli katkılarından birisi bence solun kendi dışındaki güçlere dayanarak siyaset yapma alışkanlığını kırması oldu. Şimdi '37 yıldır ilk defa' söylemiyle bu tarihi sürecin üzerinden atlanıyor.

Ben bağımsız aday gösterilemez diye bir düşünceye sahip değilim. Nitekim Fatsa'da 80 öncesinde biz bağımsız aday olarak Fikri Sönmez'i gösterdik ve kazandık. Ama kendi gücümüze güvenerek kazandık. Şimdi ise biraz abartılı bir şekilde Kürt hareketinin bağımsız girmeye karar vermesinden sonra bir tür ondan istifade ederek bir şeyler yapma anlayışı, bir tür fırsatçılık anlayışı çok fazla öne çıktı. Bunun için ben buna biraz eleştiri ile yaklaştım. Çok farklı bir dinamiğe sahip olan Kürt hareketinin bazı etkilerinden faydalanarak kendi sorunlarını çözme hatasına kapılmamalıdır sol. Bu büyük bir yanılgı olur. Türkiye devrimcileri Türkiye toplumunda devrimci ve demokratik düşünceleri ne kadar yaygınlaştırıp güçlendirirlerse o kadar çok destek olabilirler Kürtler'in sorunlarının çözümüne. Doğru olanın da bu olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde Türkiye toplumu bu kadar çok şoven, milliyetçi, gerici, dinci fikirlerin etidsi altındayken, onlarla yeteri kadar bağ kuramamış bir solun, dar ve marjinal bir duruma düşmüş bir solun, Kürt hareketine yapışarak ne onlara ne kendisine bir faydası olacağını sanıyorum.

Ben DTP'nin önerisiyle Ufuk Uras'ın bağımsız aday olması sürecinde biraz eleştirel baktım meseleye. Parti Meclisi'nde kabul edilmeden, dışarıdan bir emrivaki ile getirilmiş olmasına... Sonra DTP'nin Bin Umut Adayları içerisinde ÖDP Genel Başkanı'nın aday olmasını da problemli gördüm.

* * *

Bana göre üçüncü cephe AB'yi ve emperyalizmi eleştirmeden yapılamaz

'Üçüncü cephe' kavramı tam olarak ne ifade etmeli sizce?
Cephenin bir tanesi neo-liberal cephe ise, bunun iyi anlatılması gerekir. Emperyalizme karşı durmayan bir üçüncü cephe olamaz. İkinci cephe Avrupa Birlikçi'dir, Batıcı'dır. Avrupa Birlikçi bir üçüncü cepheden de söz edilemez. Avrupa Birlikçi bir sol aslında birinci cephenin bir versiyonu olur. Yani AKP'nin yürüttüğü neo-liberal politikalar doğrultusunda rejimin demokratize edilmesiyle yetinen, bunu benimseyen, bazı eksiklikleri işte "Yeteri kadar demokratik değil diyerek" eleştiren, biraz daha demokratik, sosyal haklar vesaire ile beslenmiş bir üçüncü cephecilik bana göre ikinci cephenin bir sol versiyonudur.

Yeni sol tartışmalarda da görüyorum. İstenen şey bana göre AKP'nin bir sol versiyonu. Emperyalizme, kapitalizme, onun politikasına karşı durmayan bir politika. Bana göre üçüncü cephe Avrupa Birliği'ni de eleştiren, onun kapitalist düzenini de eleştiren, emperyalizme ve onların politikalarına karşı duran bir hareket olmak zorundadır. Sadece rejim eleştirisi yapan değil, bugünkü neo-liberal düzenin ve içlerinde onun ideolojisinin hegemonik hale getirilmiş olduğu sol liberal hareketlerin de eleştirisini yapan bir cephe olmak zorundadır. Bu İslami hareketle kırılmış bir neo-liberalizm belli ki Türkiye'de ikinci cephenin belirleyicisi olacaktır. Sol buna karşı, bunu aşan bir mücadele içerisinde kendini var edebilir. Muhafazakâr konuma düşmeden.

Avrupa demokrasisini aşan -çünkü bana göre Avrupa'daki demokrasi, liberal demokrasi de çağını tamamlamış bir demokrasidir - onu aşan bir demokrasi anlayışıyla, onu aşan bir düzen eleştirisiyle ancak üçüncü cephe politikası başarılı olur.
OĞUZHAN MÜFTÜOĞLU:Sol tartisiyor adli yazi dizisinden

http://birgun.net/bolum-57

Aziz Nesin
Bam teli
Can Dündar
CUMOK
Enver gökce
Enver Karagöz
Fikri Sönmez
Gülten Akin
Karamizah
Laz Kapital
Melih Pekdemir
Nazım Hikmet
Ofli hoca
Oguz Aral
Oguzhan Muftuoglu
Okuma kösesi
... weitere
Profil
Abmelden
Weblog abonnieren